Dolar

42,7011

Euro

50,2143

Altın

5.907,12

Bist

11.456,34

Paça tutucular

17 Yıl Önce Güncellendi

2010-08-09 08:56:00

Paça tutucular

Kavramların iğdiş edildiği ve bizzat iğdiş edenler tarafından yüzü gözü darmadağın edilerek tekrar tedavüle sokulup, netice beklendiği bir ülkede yaşıyoruz. Hemen iki taze örnekle açıklayayım ki, sıkıntı olmasın.

Mahkeme geçen gün haklarında tutuklama kararı olan komutanlar için bir karar verdi. Aslında mahkeme ilk başta o kararı vermiyordu ama bazı üyeler tatile, tatilde olanlar da mahkemeye gönderilerek alındı. Ve şöyle tuhaf bir karar çıktı: 'Sanıkların kaçma ihtimali olmadığı için...' Halbuki hakkında karar verilen sanıklar zaten kaçak durumundaydı. Böylelikle Ergenekon'un medyadaki leşkerlerinin 'çağrıldılar da gitmediler mi?' tezi de tümden çökmüş oluyordu; ancak 'kaçakların kaçmaması' gibi bir tuhaf durum yine bizim yargıya has bir güzellik olarak tarihe geçti.

Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar!

Aslında kararı veren hâkimlerin geçmişte aldıkları kararları buraya yazarsam mesele daha netleşir ama bugünkü konumuz bu değil. Sevgili okur sen artık biliyorsun kimin, kimi, niye salacağını...

Medyadaki Ergenekon'u sulandırma ve bulandırma çetesinin şöyle bir taktiği var: İddianamelerdeki yanlışları, hataları bulup bazen abartarak, çoğu zaman çarpıtarak, nadiren de haklı olarak önümüze koyuyor ve davanın tamamının saçma olduğuna inandırmak istiyorlar bizi. Onlara göre, iddianamede yer alan bir yanlış tüm doğruları götürebiliyor!

Yine aynı güruhun ısrarla bize kabul ettirmek istediği bir palavra daha var. (Yanlış algı demek isterdim ama maalesef bu kadar masum değil bu iş.) Diyorlar ki, 'Rövanşist hislerle hareket ediyorsunuz. Bunların tamamı 28 Şubat'ın intikamı...'

Andıç medyasının sıklıkla kullandığı en büyük yalanlardan biridir bu. Bir kere bu kesim 'intikam' ile 'adalet' kavramları arasındaki farkı bilmedikleri gibi, bilinçli bir zihin yönlendirmesi yapmaya çabalıyor. Adaletin yerini bulmasını istemek farklı, intikam almaya çalışmak farklı bir şeydir... Tıpkı yargıdaki kadrolaşmadan rahatsız olup, 'bu sistem ve düzen değişmeli, bu isimler gitmeli' diyenlere, 'Siz kendi yargınızı kurmak istiyorsunuz' şeklinde atılan iftiralar gibi.

Ne münasebet... Şahsen belirteyim, benim talebim tamamen tarafsız, vicdanlı, insaflı, adil bir yargıdır. Herhangi bir yargıcın, savcının hangi mezhepten oluşuyla ilgilenmiyorum ben, mezhebi bir seçim kriteri olarak kullananlar ve daha sonra bunu bir karar kriterine dönüştürenlerle sorunum var. Yoksa 5 vakit namazlı da olsa, ağzından salavat-ı ecmaini de düşürmese, kadrocu, insafsız, taraflı yargıç istemiyoruz, onlara da en az bugünküler kadar karşıyız. Mecusi de olsa, ateist de olsa, agnostik de olsa, vicdanı olan ve kararını başka şeyler karşılığı pazarlamayan bir yargıya hasretiz. Elbette bu işi namusuyla yapanlara en ufak bir sözümüz yok.

Şimdi böylesi bir kadrolaşmaya, yapılanmaya karşı olmak, intikamcı olmak mı demek? Bugünkü yandaş, yoldaş yargının değişmesini talep etmek, kendi yandaşlarımızı mı lanse etmek demek?

Tekrarlıyorum: Ne münasebet!

İşini gücünü bırakıp internet andıcıyla uğraşıp, esnafı, orta gelirliyi fişlemeyi askerlik sananlara karşı olmak 'Kendi komutanlarını yerleştiriyorlar' mı demektir? Yoksa, inancı, düşüncesi, dünya görüşü ne olursa olsun, aklı başında, donanımlı ve orduyu daha ileri götürecek bir komutanı' talep etmek midir?

Bundan dolayıdır ki, içi boşaltılıp kevgire dönüştürülen kavramları, kelimeleri kullanarak üzerimize gelen Ergenekon muhiplerine bir kez daha hatırlatırız: Mesele, sizin gibi en ufak menfaati için kararlarını, makamlarını değiştirmeyecek insanları arayıp bulmaktır. Siz ve sizin gibilerin suyun başını tutmadığı bir ülke, hiçbir şey yapmasa bile, gelişecektir, ilerleyecektir...

 

Tarihi çarpıtmak zordur

Ahmet Turan Alkan hem kıymetli bir dostumuz hem de yazılarını lezzet duyarak, zevk alarak okuduğumuz birkaç yazardan biridir. Üslup sahibi bir muharrir olarak meselelerin en mizahi vechelerini dikkate sunarken bile sahibi olduğu ilmi birikimi ve terbiyeyi elden bırakmaz. Onu gündelik kısır tartışmaların geveze taraflarından biri olarak göremezsiniz. Her yazısından payınıza bir hikmet düşer, mutlaka bir şeyler öğrenirsiniz.

Sayın Alkan yakınlarda Levon Panos Debboğyan'ın 'Tarihin Işığında Ermeni Meselesi ve 1915 Kaosu' adlı eserini değerlendirdi ve şöyle yazdı: "Sinan devşirildiğinde etnik manada Türk olmadı; Müslüman oldu. Ermeni vatandaşlar, eğer istiyorlarsa Sinan'ın etnik köküyle iftihar edebilirler, en tabii haklarıdır. Biz ise Sinan'ın yaptıklarıyla gurur duyuyoruz; bu da bizim en tabii hakkımızdır." Alkan'ın sözünü ettiği Sinan, klasik Osmanlı mimarisinin en güzide eserlerini inşa eden gözbebeğimiz Mimar Sinan'dır. Çok doğru bir bakış açısını ortaya koyduğu yazısında sevgili dostumuz son derece İslami, insani ve haliyle medeni bir ölçüye istinad ediyor: "Etnik köken bir kaderdir; oysa bir insan daha çok tercihleriyle değerlendirilmelidir."

Ahmet Turan'ın vizyonunu yeterince anlayabilsek, yıllardan beri içinde bulunduğumuz felaketten de kurtulabiliriz. Bir düşünelim: Bu dünyadan gelip geçen sayısız Ermeni varken neden tek bir Sinan vardır? Ahmet Turan Alkan'ın yürüttüğü muhakemeye, kendisinden güç aldığı kaidelere ve kuşatıcı düşüncesine iştirak ediyoruz fakat onun da müsaadesiyle mevzunun gençlerimizin zihninde karışıklık husule getirmesi muhtemel bir boyutuna değinmek istiyoruz.

Tarihimizin muhtelif muvaffakiyetlerle nam salmış meşhur şahsiyetlerinin etnik kökenleriyle alakalı tartışmalar başlatmak günümüzün bir modası haline geldi. Bunların başında da Mimar Sinan geliyor. Öyle ki tarihî meseleler hakkında kalem ve dudak oynatan hemen herkes kulaktan dolma bilgilerle Sinan'ın Ermeni kökenli olduğunu peşinen kabul etmiş görünüyor. Bu iddiayı ortaya atanların iki dayanağı var. Birincisi: Şair ve Nakkaş Sai'nin Tezkiretü'l Ebniye adlı eserinde Sinan'ın babasının adının 'Abdülmennan' olduğunun belirtilmesi. İkincisi: Sinan'ın o dönemde Ermeni nüfusun yoğun olarak yaşadığı Kayseri Ağırnas'ta doğması.

Osmanlı döneminde ihtida edenlerin 'Abdülmennan', 'Abdullah' gibi isimler aldığı doğrudur; fakat bu isimlerin sadece onlara mahsus olduğunu düşünmek komik olur. Yüzyıllardan beri Müslüman olduğu bilinen pek çok mütedeyyin aileler de çocuklarına bu adları vermişlerdir. Bu kişiler zahmet edip Sinan'ın dedesinin ismini araştırırlarsa aydınlanmaları kolay olur; çünkü Yusuf Doğan'dır. Doğan, Türkçe ve Türklere has olan bir addır. Dedesinin adı Yusuf Doğan olan bir insanın babasının adı Abdülmennan olunca nasıl ihtida etmiş olur? İkinci iddiaya gelince, arşiv belgelerini inceleyenler, Ağırnas'ta o dönemde yalnızca Ermenilerin yaşamadığını görürler. Ayrıca unutmamak lazımdır ki özellikle ilk dönemlerde ihtiyaca binaen Türk çocukları da devşirilmiş ya da eğitilmiştir.

Bir başka hakikat ise şudur: Osmanlılar zimmilik ve mevlalık hususunda İmam-ı Şafii'nin içtihadını benimsemişlerdir. Buna göre Osmanlılar İslamiyet gelmeden önce Hıristiyanlığı benimsemiş olan topluluklarla, İslamiyet geldikten sonra Hıristiyanlığı benimsemiş olan tebaaları arasında hukuki bakımdan bir farklılık görmüş ve bunlardan birinci gruba girenlerin çocuklarından devşirme almamışlardır. Yahudiler ve Rumlar gibi Ermeniler de zimmilik hakkından yararlandırılmış ve Ermeni çocukları kesinlikle devşirilmemiştir. Bu gerçek apaçık ortada iken Sinan'ın Ermeni kökenli olduğu nasıl iddia edilebilir? İddiamızı ispat eden bir başka misal de şudur: Kıbrıs fethedilince uygulanan iskân politikasının tezahürü olarak adaya Anadolu'nun Müslüman Türklerinden bir grup gönderilir. Sinan'ın amcasının oğlu gönderilenlerden biridir. Bunun üzerine Sinan, II. Selim Han'a; "Dünyada bir amcamın oğlu var, onu bana bağışlayamaz mısınız?" diye mektup bile yazar.

Bunları yazmaktaki hassasiyetimiz, tarihin ideolojiye feda edilmesini istemememizdendir. Velev ki Sinan Ermeni asıllı olsaydı bile bu onun Osmanlı olduğu, medeniyetimizin mimar ve banilerinden biri olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir yani Ahmet Turan dostumuzun değer ve muhakemesi meselenin özüne izan ve insafla işaret etmektedir.

Yorum Yap

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara