| Sanırım şöyle bir kurguya samimi olarak inanıyorlar: Birileri başka birileri adına günlükler tutuyor, planlar yapıyor, krokiler çiziyor. | |
|
Yazışmalar yapıyor, fişleme kolileri hazırlıyor, tutanaklar biriktiriyor. Sonra bunları hazırlayan birileri, başka birilerinin ofislerine, evlerine, bilgisayarlarına hazırladıkları bu 'dümenden' şeyleri (ki kimileri ona kâğıt parçası diyor, kimileri tuzak, kimileri ıslak imza makinesinin üretimi vs.) gizliyor. Sonra emniyet yetkililerine haber veriyor ve baskın ile ele geçiriyor. Bu kadar değil tabii... Yukarıdaki inanan güruh aşağıdakine de inanıyor: Birileri bunların evlerine, ofislerine, eş ve dostlarının beyinlerine sızıyor. Onlar adına konuşmalar yapıyor, onların konuşmalarını kaydediyor, sonra bir yerlere servis ediyor. Daha bitmedi... Aynı birileri bunların bir şekilde karargâhlardan, şuradan buradan topladıkları silahları, bombaları, mermileri bir yerlerde toprağa gömüyor, sonra yine emniyete haber veriyor ve bulunmasını sağlıyor. Evet, buna samimi olarak inandıklarını söylüyorlar ve bizim de inanmamızı bekliyorlar. Bahsini ettikleri 'üretilmiş' belgeler, 'kaydedilmiş' kasetler, 'gömülmüş' silahlar öyle az buz bir şey de değil ha! Binlerce, on binlerce sayfalık belgeler, krokiler, notlar, günlükler... Yüzlerce, binlerce ses kaydı... Milyonlarca mermi, binlerce bomba ve silah... Belki hatırlarsınız; adamın bağ evinde silahlar çıkıyor. Adam 'ne silahı, ben silaha karşıyım, ava bile gitmem, av tüfeğim bile yok' diye açıklama yapıyor. Diyen kişi de asker. Ve bu demeci yayınlayanlar ise gözü kara bir şekilde inandığı gibi, inanmayanları da suçluyor, zan altında bırakmayı meslekî marifet sayıyor. Rasyonel aklı, normal zekâ düzeyini filan geçtik sevgili okur. Hani birazcık insaf, azıcık göz açıklığı filan istemeye bile çekinir olduk. Öylesine sağlam bir iman, öylesine peşin bir kabul ile hareket ediyorlar ki, Danıştay ile ilgili son gelişmeler bile sarsamıyor bu inançlarını. Hani şunu düşünemiyorlar ya da düşünmek istemiyorlar: Bu Alparslan Arslan denen şahıs eğer irticacı biri ise nasıl oldu da Danıştay'daki kayıtları sildirdi? Yoksa bu irticacı örgüt bizzat OYAK'ı da ele mi geçirdi? Daha önce tipolojik tasnifini yaptığımız Ergenekon muhibbi olan güruh, her bireyinin kendi kalibrasyonuna göre topa giriyor, elini örgütün altına sokuyor. Kimi başka birtakım çıkarları için çıkıyor meydana. Kimi sıranın kendisine geleceğine inanıyor, zira ne yaptığını çok iyi biliyor. Kimi birilerini gaza getirmek, kimi siyasi ikbal, kimi ekonomik rant uğruna yukarıdaki paranoyayı kendine yakıştırıyor. Normal bir ülkede, normal düzeyde zekâya sahip bireylerin sadece kabul edilen son iddianameden sonra bile yeri göğü inletmesi gerekirdi. Tabii samimilerse! Demokrasi konusunda samimilerse, özgürlük, huzur, teröre karşı olma hususunda içleri/dışları birse kıyameti koparmalıydılar. İddianameye bakıyorsunuz, inanılmaz belgeler, ilişkiler, deliller ile neredeyse artık karanlık, bulanık nokta kalmamış durumda. Buna rağmen, hem görmezden gelmeyi, bir süre sonra da birtakım işaretler ile işi bulandırmaya/sulandırmaya çalışmayı kendilerine yedirenlerin ya art niyetli ya da inanılmaz derece saf (!) olmaları gerekiyor. Olayın bir de bahsini ettiğimiz kitle dışındaki sair insanların oluşturduğu grup ile alakalı yönü var. Bizzat Ergenekoncular, onların ayakçıları, maşaları, maşrapaları çok iyi biliyor ki, artık bu millet bu numaraları yemeyecektir. Resim artık netleşmiş, manzara ortaya çıkmıştır. İnkâr edebilmek için iman derecesinde terör örgütü ve ayakçılarına 'biat' etmiş olmak gerekiyor. Öyle bir iman ki, ne hale düştüklerine bakabilecekleri aynayı bile görmüyor gözleri! |
Ergenekon'a iman etmek
17 Yıl Önce Güncellendi
2010-05-01 09:24:00
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Haber Ara
Yorum Yap