Anadili Kürtçe olan Ermeni müzisyen Aram Tigran’ın kendini ait
hissettiği toprağa gömülmesi mümkün olmadı. Tigran’ın bu dünyadan
ayrılması tam da Kürt açılımının ateşli günlerine denk gelmişti.
Provokasyon olur diye izin çıkmadığı söylendi yetkili bakanlıktan.
Riskler,
manipülasyon korkuları, yetkili makamların gerekçeleri, açılım
dönemlerinin ince hesapları, başka işler, başka siyasetler...
Nihayetinde naaşın Diyarbakır’a gömülmesi için izin çıkmayınca,
günlerce bekletildikten sonra Brüksel’e gömüleceğinin haberi verildi.
Son
halife Abdülmecit Efendi’nin naaşı da Avni Özgürel’in pazar günkü
yazısında hatırlattığı üzere, bir türlü kendi toprağına
getirilememişti. Çünkü onun da kalbi, Alman ordularının Paris’ten
çıktıkları gün duruvermişti.
O gün hiçbir resmî yetkili
bulunamadığından, zorlukla bir kiliseye taşınan naaşı, daha sonra Paris
camiine getirilir. Sonraki dönemde Abdülmecit Efendi’nin, Dolmabahçe
sarayında büyümüş ve Haydarabad Nizami’nin oğluyla yaptığı evlilik
sayesinde İngiliz pasaportu taşıyan kızı, Ankara’ya defalarca gelmiş ve
İnönü dahil pek çok yetkiliyle görüşmüş.
Ama on yıl boyunca defin
izni alamamış. Demokrat Parti döneminde de umduğunu bulamayınca,
babasının naaşını Medine’deki işaretsiz Cennet-ül Baki mezarlığına
defnetmiş.
Ait olduğun topraklara yaşarken ya da öldükten
sonra dönme arzusunun ‘kökü’ sanırım çok derinlerde. Toprağın
tanıklığı, içine aldığı tüm cesetlerle birlikte kesintisiz olarak
sürüyor. Onca çıkmış canı barındırsa da, kendisi hep canlı toprağın. Ve
eninde sonunda bize kucağını açıyor.
Farklı etnik kökenlerin,
çoğul kimliklerin, karışmış kanların ürünüyüz hemen hepimiz. Irk veya
milliyet ayrımcılığı, pazarlıklarla çizilmiş sınırlar, adalet yerine
iktidarını gözeterek gücünü korumaya çalışan devletlerin tutumu, kin ve
düşmanlığın kışkırtılarak siyasetlere alet edilmesi... Gerçeği
değiştirmiyor.
Nihayetinde toprak hepimizi içine alıyor. Alacak.
Hrant
Dink’e iftira kampanyası başlatıldığı günlerde, “ekmeğini yediğin
toprağa ihanet etme” türünde pankartlar açılırdı. O ise gözleri
yaşararak, bu toprağa ait olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Onun altında
gözü olduğunu söylerken, toprağın tanıklığına güveniyordu belki.
Çünkü
toprağın üzerinde bizi ayıran, çatıştıran, savaştıran onca farklı
kimlik ve köken, toprağın altında eriyor, çürüyüp gidiyor. Gidecek.
***
Bugünlerde
Kürt açılımı farklı boyutlarıyla gündemdeyken, yalnızca Kürt kimliğinin
değil, diğer etnik kimliklerin de azınlık cemaatleri olarak beklediği
‘açılım’lar gündeme geliyor.
Artık Ergenekon davasında sanık
durumuna düşmüş nice kişinin azınlıklarla ilgili meseleler gündeme
geldiğinde, toplumun özgürleşme ve demokratikleşme taleplerinin önüne
nasıl engeller çekmiş oldukları daha somut biçimde görünüyor. Bugünlere
neden bu kadar geç kalarak geldiğimiz de.
Sözgelimi kendi
dilinde ayin yaparsa ‘vatan elden gider’ diyerek, kendi topraklarında
‘yabancı’ ilan ettiğimiz Süryanilerin (veya diğer tüm etnik grupların)
bu topraklara ait olduğunu anlamamız için toprağın altına girmelerini
beklemekten başka yolların olduğunu fark ediyoruz giderek.
Önümüzdeki
süreç, sahiden de provokasyonlara fazlasıyla açık. Hele bu açılımları
AKP’nin başlatıyor olması, kolay hazmedilecek bir durum değil birçok
kesim ve kurum için. Bu yüzden hükümetin de bu süreçte her adımı
eleştirilebilmeli, tartışılabilmeli.
Büyükada’ya giden
Erdoğan’ın, yetimhaneyi ziyaret etmesi ve Patrik Bartholomeos ile Aya
Yorgi manastırında buluşması Yorgo Kırbaki’nin haberine göre, Atina’da
büyük memnuniyet yaratmış. Televizyonlar bu ziyaretleri tarihî ve çok
büyük bir adım olarak nitelendirmişler.
Patrik Bartholomeos, Atina Haber Ajansı’na
yaptığı açıklamada “Rumlar ve vakıflarımız için büyük bir gün” demiş.
Ve Erdoğan’ın bu önemli vakıfları ziyaret eden ilk Türkiye başbakanı
olduğunu ifade etmiş.
Evet, daha önce hiçbir başbakan bu vakıfları ziyaret etmemişti.
Sistemin
önünü tıkayanların, Hrant Dink’e uyguladıkları nefret söyleminin
altında etnik imalar yatıyordu. Aynı şekilde çeşitli dönemlerde yapılan
provokasyonlar sonucu gerçekleşen katliamlar da etnik ayrımcılığı
körükledi hep. Daha önce neden bir başbakanın bu ziyaretleri
gerçekleştirmediğini soruyorsanız, yanıtını buralarda, sistemin kendine
kör kalmış noktalarında aramak gerekir biraz da.
Toprağın üzerinden altına kısa bir yol var. Ama onu hep birlikte ‘uzun uzun’ yaşamak, belki bir gün mümkün olacaktır.
Toprağın altı, kimliklerin üstü
18 Yıl Önce Güncellendi
2009-08-18 14:12:00
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Haber Ara
Yorum Yap