Dolar

42,8053

Euro

50,2208

Altın

5.950,08

Bist

11.335,05

‘Taş gibi toplum’ canlanırken...

18 Yıl Önce Güncellendi

2009-07-28 13:37:00

‘Taş gibi toplum’ canlanırken...

Geçtiğimiz günlerde Nabi Yağcı, tıpkı diğer pek çok yazar çizer gibi bir kez daha yazma ihtiyacı duydu:

“Kurulu düzenin korunabilmesi elbette yalnızca yasaların koruyuculuğu ve/veya polis şiddeti ile olamazdı, en önemlisi toplumun da ‘kurulmuş toplum’ olması gerekirdi. Kurulmuş toplum demek devri daim makinesi gibi bir kez kurulduktan sonra artık hiç değişmeyen, değişmesi istenmeyen toplum demekti. Taş gibi toplum yani.”

Bir kez kurulduktan sonra artık hiç değişmeyen, değişmesi istenmeyen bir toplum algısı, insanın aklını donduruyor, vicdanını esir alıyor aynı zamanda.

Kendine bakıyor, çevresine, sokaktaki insanlara, gündeme, dışarıya... Ve donmuş bir yaşam karesi kalıyor ondan geriye. Baktığını taşlaştıran bir bakışla, ruhunu kendi vehimlerine teslim ediyor.

Vehimden ibaret bir toplumdur bu artık, gerçekliği muğlak. Gelgelelim bu ölgün, bu taşlaşmış toplumun ilelebet böyle ‘yaşatılması’ gibi bir ironi de söz konusu. Dolayısıyla bir canlandırma da gerekiyor kaçınılmaz olarak.

Peki, bu canlandırma nasıl mümkün olacak? Tanımlarla. Mutlak ve keskin, net sıfatlar vereceksizin topluma. Cahil diyeceksiniz. Gerici. Eğitimsiz. Aydınlanması gerek. Tanımadığınız, sizden uzak, farklı sınıflardan, kültürlerden gelen herkes, bu tanımın bir parçası olarak belirecek sizin bakışınızda.

İşte tam bu sırada, devreye sizi yönlendirenler giriyor, girecek. Müthiş bir mühendislik harikası yaratarak kurulmuş topluma yaraşır o donuk, o mutlakçı ve taşlaşmış ideolojisiyle esir alacak bilinçaltınızı. Ezbere toplum. Giderek canlanacak.

Şemdinli’de ne olduğunu hiç okumamışsınız evinize giren gazetede. Neydi bu diye soruyorsunuz. Söyleyince ise süzgecinizden hiçbir şey geçmiyor. Donuk donuk bakıyorsunuz. İnanamaz gözlerle. Çünkü eğer bu kadar vahim bir şey olsaydı, sizin okuduğunuz gazetelerde, köşe yazılarında kıyamet kopardı.

28 Şubat’ın adını duyuyorsunuz. Şeriatçılardan kurtuldu ülke diyorsunuz. Darbelerin olgunlaştırılma sürecinde işlenen acımasız suçlardan bahseden biri karşınıza çıktığında ise ondan kuşku duyuyor, gerçek sorumluları bırakıp adalet isteyenleri hain veya bölücü olarak tanımlama kolaycılığına kaçıyorsunuz.

Oğlumu askere Güneydoğu’ya yollamak istemem diyorsunuz sonra da. Hangi ana yollamak ister ki. Ama hep ‘öteki’ anaların evladı hayatını yitiriyor. Cenazeler hiç sizin muhitlerinizden kalkmıyor. Sizin de işinize gelen bu sessiz uzlaşma sayesinde bitirilmesi bile yıllarca gündeme gelmedi süren çatışmaların.

Bir oğlunu dağda, bir oğlunu orduda kaybetmiş annelerin çocuklarını oralara nasıl yolladığını hiç düşünmemişsiniz. İşitmemişsiniz. Sizi bu cehalet kavramında tutanlar ise her fırsatta ‘ötekilerin’ cehaletinden dem vuruyor size sattıkları gazetelerde.

Sizi ‘taş toplum’ kıvamında tutanlar, diledikleri gibi kışkırtabiliyor, kandırabiliyor, süslü ikna propagandalarıyla siyasi olarak manipüle ediyorlar kolayca.

Asıl ‘kurulmuş’ olan bu işte; refleksleriniz. Büyük bir ciddiyetle yapılan soytarılıklara, hukuksuzluğa karşı umursamaz kalışınız. Gerçeklere olan ilgisizliğiniz. Pişkince uydurulan ezberlerin ardındaki adaletsizliklere sessiz kalışınız.

LAW silahları çıkıyor gün aşırı denizden. İşkenceciler afişe oluyor. Güneydoğu’da kemikleri bile kayıp olanların failleri gündeme geliyor. Yıllar öncesine ait katliamların sorumlularından ilk kez hesap sorma imkânı doğdu. Derin kademelerde gerçekleştirilen ve bugüne dek sorumluları bulunamamış her zulüm giderek birbiriyle bağlantılı hale geliyor.

Sayfalarca tanıklık, tutanak, kanıt. Yapay bir canlandırma değil bu kez. Toplumsal bir kımıltı. Canlı tanıklık. Sizin ise yüzünüzdeki müstehzi tebessüm kaskatı hâlâ. Dudaklarınızın arasında aynı taş: “Ülke bölünüyor, parçalanıyor, Ergenekon tam bir kumpas.”

Sonra da yine bir çelişki örneği sergileyerek darbe karşıtı mitinge gidenleri “ne darbesi, bugün bu zamanda” diye ayıplıyorsunuz.

Danıştay saldırısının arka planı görünür olmasaydı, Hrant’ın katledilişinin üzerine eski faili meçhuller gibi gidilemeseydi, suikast krokileri, ağır silahlar habire ele geçirilmeseydi, darbe teşebbüsleri ortaya çıkmasaydı, bombalar patlamadan bulunmasaydı, provokatör ve azmettiricilerle kimi sivil toplumcuların kirli ittifakları ortaya serilmeseydi, taşlaşmış hayatımızda bir darbe daha olmuş olacaktı, çok mu? Zaten 80 darbesi de iyi oldu, memlekette terör bitti, değil mi?

Yorum Yap

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara