On dördüncü yüzyıla ait çok sevdiğim bir İran minyatürü vardır. Bir cennet bahçesini canlandırır gözümüzde. İnsanın asli tabiatına hitap eden her şey; nehir, toprak, yeşillik, servi, bahar dalları, bülbüller vardır.
Var olduğundan beri değişmemiş (mesela modernleşmemiş veya muhafazakârlaşmamış) her şey vardır aslında bu bahçede. Belki biraz da bu yüzden, hepimizdeki metaforları başka başkadır.
Zamana ve mekâna göre sürekli değişir bir ırmağın, bir ağaç dalının bizde bıraktıkları. İnsanın kendi elleriyle imal etmediği her şey için geçerlidir sanırım bu.
İşte minyatür, her şeyden önce zamanı ve mekânı bizim yapmadığımızın, onları 'içinde' bulduğumuzun bilgisini tazeliyor. Bize zaman ve mekânın emanet oluşundaki anlamları işaret ediyor.
Değişmez olanın durmaksızın değişken hale gelişindeki hakikati de bize hatırlatıyor aynı zamanda. Minyatür, bu yüzden öncelikle gölgeye bakışımızı genişletebilir.
Şunu demek istiyorum: Saatlerin geçişini nesnenin durmaksızın hareket eden gölgesine bakarak hissederiz. Soldan sağa yer değiştirir gölge. Ya da uzar, kısalır. Bir bakıma, 'eşyanın esrarı'nı göstermektedir bize.
Her şeyin, 'Rabbini' andığını işitmek için, var olan her şeyin 'canlı' olduğunu kabul etmemiz gerekir. Canlı olan her şeyin bir 'konuşma' biçimi vardır. İşte gölge de, nesnenin kendini O'na ifade etme biçimi olacaktır böyle bakıldığında. Bir bakıma eşyanın secdesi ve kıyamıdır gölge.
Minyatürde gölgenin olmaması, onu zaman ve mekânın ötesine yollar. Her şeyin ikili tabiatı gereği, varoluşun da ikili bir tabiatı vardır dersiniz içinizden. Burası ve 'orası'.
Sanki bu cennet minyatürü burayı 'oraya' götürmüştür. Ya da burayı 'oradan' izlemekteyizdir. Gölgesizliğe bakmak, zaman akışını durdurmuştur çünkü.
İkinci olarak; devreye mekân ile olan ilişki de girer kendiliğinden: Minyatürde servinin gövdesiyle yaprak dalı arasında, koşmakta olan tay ile kiraz çiçeği arasında mesafeler kaybolur.
Mesafe algısı ortadan kalkınca hepsi, sanki çok ötelerden bu manzaraya bakılıyormuş gibi, insanın göreceli algısından değil, Rabbin 'her şeyi gören' gözünden gözükmektedir sanki bize.
İnsanı insandan bakarak anlatan her tasvir, hakikati bu yatay algıya indirger, yani bir yeryüzü perspektifine. İnsanı Rabbinden (herkesin kendi Rabbi olarak okunabilir) görmeye çalışan dikey bakış ise bir buzlu camın gerisindekileri tasavvur etmeyi gerektirir. Çünkü bizden soyutlama talep eder.
Soyutlama yapmak ise her birimizi, kendi tahayyülümüzün sınırlarında ?ya da sınırsızlığında- gezindirecektir. Hayal âlemlerinin hakikate dahil olduğunu hissettiğiniz o anda, gelirse böyle bir an, evet, artık o minyatürün içindesinizdir.
Bir cennet bahçesinde.
Cennet bahçesi, saatlerin başıyla sonunu birbirine bağlamıştır. Düşüp geldiğimiz için geçmişimizdedir, gidecek olmayı umduğumuz için geleceğimizdedir bu bahçe.
Tabii düş kurmaya müsait olduğu için de, bizi buradan 'oraya' kendi benzersiz mecazlarımıza gönderir durmaksızın. Benim 'gözümde' bu tam da sanatın bahçesidir işte. Edebiyatın, minyatürün, resmin, şiirin.
Üçüncü olarak; varlıkların yaratılış hiyerarşisindeki benzersizliğini hatırlatır bize minyatür. Çünkü yüzeyde gördüğümüz her unsur, sanki birbirinin üzerinde gibi, sanki havada gibi durmaktadır minyatürde.
Perspektif olmadığı için, zemin de yoktur. Yere kök salmamıştır ağaç. Ne de toprak bir yolda koşturmaktadır beyaz tay.
Hepsi, her şey, uzayda, kendi şeffaf haresinin içinde, kendi başınadır. Bazen bir insan bir sincaptan daha küçük görünür. Bir yaprak, bir kuştan daha büyüktür ya da.
Yeryüzündeki bakışımıza bizi kilitlemeyecek, tüm dünya gözlerinin ezberini bozacak bir bakış tahayyül etmemiz gerekmektedir. Bir soyutlama biçimi daha.
Varlıkların yaratılış hikmetine mütevazı bir davet. Eşsiz ve benzersiz oluşun anlam katmanları 'çokluğun birliği'ndeki sırları bir bir yetiştirecektir belki de bahçede.
Minyatür, bu anlamda bize, kâinatta boşluk olmadığını, uzayı kaplayan siyah maddenin de bir varlık olduğunu sezdirir. Her birinin secdesini ve kıyamını görebilmek, yani her şeyin O'nu andığını işitebilmek için, ilk zikrin sevgi olduğunu ve O'ndan insana geldiğini 'canlandırmak' yeterlidir.
Buradan oraya, hep aynı anın içinde varolan bu zikir, her birimizin sevme biçimidir. Ve saatlerin ruhuna dokunabilmek için, belki de bir minyatürdeki bahçeyi sevmek yeterlidir.
Taraf
Yorum Yap