Geçtiğimiz haftalarda, Aktüel dergisinin yayın yönetmeni Defne Asal Er, dergisinin 'editorial'ından soruyordu:
?Neden bir sürü bakanlığın içinde bir de Barış Bakanlığımız yok? (...) En ciddi en acil işimiz bu topraklarda ölmeyi ve öldürmeyi sıra dışı hale getirmek değil mi, bu toplumu, ölümü değil hayatı kutsayan bir toplum haline getirmek değil mi??
Gerçekten de, barış şartlarının ülkenin farklı siyasi partileri tarafından tartışıldığı bugünlerde, böyle bir bakanlığa her zamankinden fazla ihtiyacımız var. Ama sadece barışın şartlarını olgunlaştırması, bir siyasetin tarafı konumunda olan partileri uzlaştırması için değil.
Zira defalarca deneyimlediğimiz gibi, kardeşlik barış anlaşmalarıyla gelmiyor. Sahici bir barış için önce zihnimizdeki tortuları, on yıllardır üst üste yığılmış artıkları, çökeltileri silip süpürmeliyiz.
Kanın akmaya devam ettiği, henüz pıhtılaşmadığı bir memlekette Türklerle Kürtler olarak değil, barış isteyenlerle barış istemeyenler olarak o kadar keskin ve kalın çizgiler çekmişiz ki aramıza.
Yıllar içerisinde aşılamayacağı varsayılan hudutlar oluşmuş. Barış pazarlıkları yapılırken kan dökmek bile ?şiddet hangi taraftan gelirse gelsin- meşrulaşmış çoktan.
Peki, zihnimizdeki bu mayınlı hudutları kim temizleyecek?
Barış Bakanlığı ve ona bağlı olarak çalışacak kocaman bir ekip gerekiyor bu iş için. Bana kalırsa teknik niteliklerinin önemli olduğu kadar kalp zekâlarının da yüksek olması gerek bu ekipte yer alacak kişilerin.
Bizi ideolojilerimiz, hırslarımız, kin, öfke ve intikam yeminlerimiz üzerine değil; vicdanlarımızdaki yok edilemez adalet bilinci üzerine ittifak ettirecek o sihirli dili tutturmaları gerek.
Gelgelelim taraflar kendi kalıbına fazlasıyla alışmış. ?Biz silahlı mücadele vermeseydik Kürt meselesi asla bugün geldiği noktaya gelemezdi? diyerek yıllardır yaşanan acılara halen şiddetin bu meşruiyet kazanmış sivri diliyle bir anlam katmaya çalışanlar var.
?Uluslararası aktörlerin Ortadoğu emelleri artık farklı yönde, zaten AB de 11 Eylül'den sonra silahlı mücadele veren örgütlere bakışını değiştirdi, gaz ve boru hatlarının aciliyeti teröre yapılan yatırımlardan daha önemli hale geldi? gibi gerekçelerle barış sürecini salt bir konjonktürel duruma indirgeyenler de var.
Silahlar sustuğunda, ekonomik paketler açıldığında mesele hallolacak diyenlerin, anadilde yayın ve eğitimden, dağlara yazılan sloganların silinmesine, onurlu geri dönüş yöntemleri geliştirmekten, JİTEM'cilerin sorgulanmasına dek ortaklaştıkları çeşitli yaklaşımlar da gündemde bugün.
?Ne olursa olsun önce kan durmalı? diyenlerden Defne Asal Er'in önerisi ise şu yönde:
?Bu Barış Koordinasyon Bakanlığı'nın Kürt ve Türk âkil adamlardan, 'ama' demeyen, her adımı 'ama'larıyla durdurmaya çalışmayan, devlet mürekkebi yalamamış adamlardan, çok iyi eğitim almış psikolog ve psikiyatrlardan, sosyologlardan oluşan dinamik bir kadrosu olmalı (...) Artık bu toplum adım adım iyileştirilmeli, tek tek insanların ruhları onarılmalı...?
İnsanların ruhlarının tek tek onarılması talebini çok önemsiyorum.
Çünkü sadece siyasilerin taviz vermeyen tutumlarını bugünlerde taviz verir şekilde değiştirdikleri (sözgelimi Türk'ün ?gerekirse 17 bin faili meçhulü unutmaya hazırız? sözleri) siyasi söylemlere değil, hayatın 'iç sesi'ni yansıtan söylemlere de ihtiyacımız var.
Kürt meselesiyle ilgili hiçbir bilgisi, görüşü olmayan, şehit cenazelerinde terörist lanetlemek dışında başka bir dili hiç işitmemiş kesimlerin de kendi kişisel hayatlarında başkalarının 'kan ve gözyaşı' hikâyesinden haberdar olmaya, onların acısını işitmeye ihtiyacı var.
Çünkü suskunluk kadar, körlük de tek tek paylaştığımız suçu yaygınlaştırdı bugüne dek.
İşte ancak şahsi hikâyelerimizdeki o hiç taklit edilemeyen, hiçbir dünya görüşüne indirgenemeyen, hiçbir siyasi angajmana tahvil edilemeyen o dildir, bizi yeniden birbirimize yaklaştıracak ve zihnimizdeki mayınları ustaca temizleyecek olan.
Barış Bakanlığı belki tam da bu amaçla oluşturulmalı.
Barış Bakanlığı
18 Yıl Önce Güncellendi
2009-06-02 14:19:00
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Haber Ara
Yorum Yap