Zulme karşı taraf olmamak, zulme zımnen taraf olmaktır. Ne var ki zalimi zallâmlaşmaktan alı koymak için itidal lazımdır, i'tida değil. Eli silahlı adama elense çekilmez. Kapıyı açmadan git demek, ya kapısını ya kafasını kırmaya davetiyedir. Oysa camdan evlerde oturanlar taş atmazlar.
Suriye bizim iç meselemizdir. Müesses rejimin devamı da Türkiye'yi zora sokar; müessif bir şekilde idamı da. Bu böyledir: kangren en ziyade en yakınındaki uzva bulaşır. Şu da şöyledir: onulmaz hasta, hassaten kalbi de hasta olsa, hastalığını başkasına bulaştırmaktan hazzeder. Gitmeli ama, giderken idame-i hayatından endişe etmemeli. Müsellemdir: müstebit hayatiyetinin devamından endişe duysa, istibdadının devamında ısrar eder. Koltuğa değil, hayata sarılıyorlar. Çünkü koltuğu idame-i hayatlarının tek sığınağı biliyorlar.
Birbirlerinden ayrılırlarsa yok olacakları korkusuna iman etmiş ve bu imanla birbirlerine sarılmış bir yamyam yumağı... Muhtemeldir, ayrılsalar birbirlerini yiyecek olan bu şirzime-i kalil, bu korkuyla bir bünyan-ı marsus olmuş. "Esad gitsin!" sözünün karşılığı yok Şam'da. Biri gitse, hepsi gideceğini bildiğinden, hepsi birine, hepsine birden sahip çıkar gibi sahip çıkıyor.
Mısır'da böyle değildi. Mübarek, kendisinden sonra da iktidarın ortağı olabilecek bir oligarşik azınlığın tepesindeydi. Piramitin zirve taşı düşse, diğer taşları da düşmek lazım değil. Suriye rejimi ise her bir taşı yekdiğerine yaslanmakla muallâkta durabilen bir köprü kemeri gibidir. Biri düşse, daha diğerlerini ayakta tutmak mümkün değil...
Hal böyle olunca ahval de şöyle oluyor: Suriye'yi elli yıldır yöneten azınlık, giderlerse hep birlikte gitmek zorunda olduklarına inanıyor. Hayır, bu bir Nusayri azınlığı değil. Nusayrilerden, Hıristiyanlardan, Sünnilerden oluşmuş bir Baas ittifakı. Irak'a bakıyor ve Saddam'a 'Git!' diyerek gelenlerin, Saddam'ın ittifakında yer alan herkesi gönderdiklerini görüyorlar. Bir kişi göndermekle geri kalanların kalabileceğine inansalardı Esad'ı kendileri gönderirdi.
Hem korkuları da büsbütün temelsiz değildir. Milletlerin hafıza tarlasına kin tohumu ekmiş olanlar intikam hasadının pek yakın olduğunu bilirler. Ne var ki zulme kısas da zulümdür. Bugün Mahir'in muhaberatının sokaktakilere yaptıklarını, yarın sokağın mustaz'afları bugünün saraydakilerine yapsa o da zulümdür. O da kabul edilemez. Azınlığın istibdadı ne kadar menfur ise, çoğunluğun istibdadı da o kadar - hem belki daha ziyade - menfurdur. İşte Nazi Almanyası "Ben şahidim!" diye bağırıyor...
Susmak kabul edilemez. İ'tida (sesini yükseltmek) işe yaramaz. Ne yapmak lazım?
Mü'minin düşmanlığı, düşmana bile zarar vermeden bertaraf eden ilk silahı duasıdır. Hem nice füzelerden daha etkilidir. Kalben ve kâlen yapılanı olduğu gibi hâl ile ve hall ile yapılanı da vardır. Doğrudur; ihtilal yıkıcıdır... Ama itidal dönüştürücüdür... Tedbirden önce tedebbür gelir. Suriye de her türlü tefekkür ve tedebbür sancısını hak eden bir meselemizdir. Fikir sancısı da mukaddestir. Düşünmeyenler bağırmasınlar...
Yorum Yap