Kötüler de bazen iyi şeyler yaparlar. Arap-İsrail ilişkilerinde iyi olan şeylerin çoğunu kötü adamlar yaptı. Çünkü kamuoyu desteği sıkıntıları yoktu.
Kalıcı bir barıştan yana olan solcuların ikna edilmesine gerek kalmıyordu. Onlar muhalefette de olsalar barış anlaşmalarına destek vermeye hazırlardı zaten. İkna edilmesi gereken sağcı tabandı ve bunu da ancak sağcı tavan yapabilirdi. Araplarla İsraillilerin bir masa etrafında oturdukları ve ilk defa soğuk da olsa bir barış anlaşmasını imzaladıkları tarih 17 Eylül 1979'dur. Jimmy Carter, eskinin teröristi, o zamanın İsrail başbakanı Menahem Begin'i Mısır'la kalıcı bir barışa ikna ettiğinde, ülkede ikna edilmesi gereken başka kimse kalmamıştı. Çünkü en zor ikna edilecek olanın bizzat Begin olduğunu herkes biliyordu.
Lübnan'la 1983 yılında geçici de olsa bir barış anlaşması imzalayan da, daha sonra Oslo Anlaşmaları'nın yolunu açacak olan 1991 Madrid Barış Görüşmeleri'ni başlatan da yine İngiliz Manda Yönetimi döneminde terörist olarak aranan Yitzhak Şamir'di. Şamir, Madrid adımını atmamış olsaydı, halefi Yitzhak Rabin'in Oslo görüşmelerini yapacak enerjisi de olamazdı, her iki Oslo anlaşmalarını imzalayacak desteği de. Nitekim Begin ve Şamir verdikleri bütün tavizlere rağmen İsrail halkının nazarlarında "şahin politikacılar" olarak kaldılar. Buna karşılık Rabin, Oslo'da attığı imzanın bedelini hayatıyla ödedi. Ariel Şaron'un Gazze'den tek taraflı çekilme kararı da çok kötü bir adamın çok doğru bir kararıydı. Böylesi bir adımı Şaron'dan başka kimse atamazdı.
Şimdi Binyamin Netanyahu cesur bir şey yapıyor. Kimse Netanyahu'yu İsrail idealine ihanet etmekle, Kudüs'ü bölmeye kalkışmakla, yerleşimcileri sırtlarından bıçaklamakla suçlayamaz. Çünkü şahinliği müsellem bir politikacı o. Üstelik koalisyonunda Avigdor Lieberman gibi bir faşist ve Şas Partisi gibi radikal dindar söylemli bir parti bile var. Bu ikisini ikna etmiş bir Netanyahu'nun bütün İsrail'de ikna edemeyeceği daha kim olabilir?
Fakat Netanyahu iki noktada yanlış yapmakta ısrar ediyor. Birincisi meşruiyet zeminini yitirmiş Mahmud Abbas yönetimini tek muhatabı olarak kabul ederek Hamas'ı dışlayan bir süreç başlatmış olması. Hamas, barış görüşmelerine karşı değil, kendisini muhatap almayan bir sürece karşı. Bu karşıtlığını başlattığı saldırılarla ifade etmeye başladı bile. Yerleşimciler de karşı saldırılar düzenleyerek Netanyahu'nun başlatmış, Mahmud Abbas'ın da kabul etmiş olduğu nihai durum görüşmelerini baltalamak hususunda en büyük düşmanlarıyla işbirliği yapmış durumdalar.
İkinci büyük yanlış, görüşmelerin daha ilk gününde Kudüs'ün nihai statüsünün gündeme getirilmesi... Bunu da 2001 yılında aynı yanlışı yaparak Taba Görüşmeleri'ni doğarken öldüren Ehud Barak yapıyor. Barak görüşmelerin hemen öncesinde Kudüs'ün bazı kesimlerini Filistin Otoritesi'ne devredebileceklerini ve kutsal mekanların da özel bir rejimle yönetilmesine razı olabileceklerini söylemek suretiyle hem Netanyahu'yu kendi sağcı tabanı karşısında zor durumda bıraktı hem de Abbas'ı Hamas muhalefeti karşısında. Taba Görüşmeleri'ni değerlendirirken Şimon Peres, "Ona [Barak'a] Kudüs meselesine hiç girmemesini söylemiştim." demişti. Hakikaten Kudüs gündeme gelmemiş olsaydı Taba Görüşmeleri'nde kalıcı bir barış anlaşması yapılmış olabilirdi. Ama Barak imkansızı başararak tarihe geçmek istiyordu.
Bugün Netanyahu hükümeti aynı imkansızı telaffuz ederek başlamış olan bir süreci idare etmeye çalışacak. Başarırsa biz de bütün dünya gibi alkışlayacağız onu. Ama iki yanlış adımla çıkılmış bu yolun sonuna ulaşmak imkan harici görülüyor.
Zaman
Yorum Yap