Modernite sevdası ve yirminci yüzyıl özlemi
15 Yıl Önce Güncellendi
2011-11-11 08:54:59
Yirminci yüzyıl insanlığın bütün tarihi boyunca yaptığından daha fazla hatayı bir asra sığdırdığı bir yüzyıl oldu.
Bediüzzaman'ın ifadesiyle beşer "kurûn-u vustânın (orta çağların) vahşetini bir defada kustu." Modernist paradigmanın evrensel yaygınlık kazandığı bu asrın baskın alem telakkisi cidalci, çatışmacı, dışlayıcı, ötekileyici, kendi varlığını ötekinin düşmanlığının üzerine inşa edici, emperyalist, anti-emperyalist, sosyalist yayılmacı, kapitalist kuşatıcı, terörist, caydırıcı, ön alıcı vuruşçu, ikinci vuruş kapasiteci, hasılı canavar bir medeniyet telakkisiydi. Bireysel bazda 'ego', etnik bazda 'kimlik' ve devlet bazında 'millet-devlet' denilen uydurma aktörlerin rol aldıkları bir medeniyet oyunuydu oynanan.
Olmayan şeylerin "-cı"ları olup çıkmıştık...
Savaş olağandışı değil, olağanüstü hal olarak görülüyordu. Soğuk Savaş ise olağan durumdu. Geleneğin ontolojik tutumu yerini Oryantalist epistemolojiye bırakmıştı: Öteki, yanlış yaptığı için öteki değildi... Öteki olduğu için yaptığı her şey yanlış kabul edilmeye mahkûmdu.
Tıpkı kapitalizmin aşırı meta üretimine pazar bulamaması durumunda içten içe çökmesinin kaçınılmaz olduğu gibi, cidalci medeniyet telakkisi de aşırı düşmanlık üretiminin tüketici bulamaz hale gelmesi durumunda çöker. Post-modern arayışlar böyle başladı. Ötekinin doğrusunun doğruluk değerinin berikinin doğrusunun doğruluk değeriyle kıyaslanamaz olduğu kabullenimi çok sesliliğe, çoğulculuğa ve yer yer de mutlu bir kakafoniye yol açtı. Felsefenin, hermenetiğin kalıpları içinde yeniden dirilişi ve Derridacı dekonstrüksiyonist akım, mana kadar değer kalıplarını da anlamsızlaştırdı. Zaten olmayan kimlikler izafileşti; ego, Martin Buber'in Ben ve Sen'indeki sentezciliğinden tutun Arthur Rimbaud'nun "Je est un autre" (Ben ötekidir) sözünde bulduğu kendini ötekinde arayış ahlakçılığına kadar bir dizi yeni anlam kazandı. Egonun yaşadığı dönüşüme paralel olarak millet-devletlerin Fransa gibi kurucu babaları millet-üstü yapıların kurucuları oldular. Göç, karma evlilikler, müziğin, televizyonun ve internetin sınır tanımayan sığ, fakat evrensel dili milletleri millet yapan unsurları anlamsızlaştırdı.
Son fasılda çatışma yerini diyaloğa, savaşın sözüm ona olağanüstülüğü yerini barışın olabilirliğine bırakacaktı. Eski halle hallenenler, yeni hali hayal edemezler. Modernitenin yükselttiği sınıflar yeni halin değerler cümbüşünü kabullenemedi. İki kutupçular, kutupsuzluğu benimseyemedi. Cepheden dönmüş askerlerin her meselelerini askerce halletme eğilimleri benzeri, yirminci yüzyılın canavar medeniyetinin mirasyedileri yirmi birinci yüzyılı da canavarlaştırmak istediler. İran nükleer silah peşinde koşarken öyle yaptı; İran'ın nükleer hayallerini bahane yapan nükleer deposu Batılı ülkeler de öyle. Taliban Afganistan'ı ve Saddam Irak'ı dünyaya meydan okurken öyle yaptılar; müdahalelerini olmayan ve olmadıklarını kendilerinin de bildikleri kitle imha silahlarına bina eden Anglo-Amerikan ittifakı da öyle. Milletinin kaderini mühürlemek pahasına kendi gururunun peşine düşen Albay Kaddafi de öyle yaptı; Libya'yı bombalamak hususunda muhteris davranan Fransızlar da öyle. Ve daha nice öyle ve öyle...
Modernite sevdası post-modern kuşatıcılığa karşı direniyor. Yirminci yüzyıl özlemi yirmi birinci yüzyılın başlamasını geciktiriyor. Şimdilerde Avrupa'da baş gösteren finansal gerilim sosyal cinnete dönüşürse - ki İkinci Dünya Savaşı öncesinde öyle olmuştu - Faşizminden Nazizmine kadar Modernitenin mezarlığına gömülmüş bir dizi hortlağın yeni kılıklar içinde canlanması kaçınılmaz görülüyor. Siyaset sahnesi zombiler geçidine dönüşmeden insanlığın şefkate, merhamete, diyaloğa, mutlu çoksesliliğe sarılması gerekiyor.
İran bizim mahallenin haşarı çocuğudur, amenna, ama onu aşağı mahallenin hergelelerinin dövmeye kalkışmasını ne mahallelilik gururu kaldırır, ne insanlık onuru, ne de yirmi birinci yüzyılın medeniyet telakkisi...
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
SON VİDEO HABER
Haber Ara
Yorum Yap