Kovduk... Ya da kaçmak zorunda bıraktık...
Ama ya biz?
Osmanlı'nın çöküşüyle, aynı 'faşizan baskıları' bizler de yaşadık.
Ne yazık ki, geçtiğimiz yüzyıl, sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada medenileşme kadar 'faşizmin de yüzyılı'ydı.
Kovduk, kovulduk......
Çocukluğu camisi değil kilisesi bulunan bir Giresun mahallesinde geçen, sadece 'şehirdeki son Ermeni Arnik'i tanıyan bendeniz, tatil günlerinde kitaplarına sığındığım kütüphanenin de aslında kiliseden bozma olduğunu yıllar sonra fark ettim.
Şehirdeki yaşıtlarımın 'Dönme Ahmet, dönme Mehmet' lakabıyla anılan babalarının da aslında Ermeni veya Rumken, Müslümanlığı seçerek Türk tabiatına geçtikleri için Karadeniz'e özgü esprili ama asla aşağılayıcı olmayan yaklaşımla 'dönme' lakabıyla anıldıklarını da çok ama çok sonraları fark ettim.
Tıpkı, annemin babaevinin 'mübadelede' verilen eski bir Rum evi olduğunu aklım iyice erdikten sonra fark etmem gibi. Dayılarıma 'muhacir (macir)' lakabıyla seslenilmesinin nedenini öğrendiğimde de, dedemin Selanik'ten kaçma-kovulma öyküsünü, gece yarısı anlatılan uykudan önce masallarını dinler gibi dinledim.
Haydarpaşa Hastanesi'nde son nefesini vermeden aylar önce, dedemle Selanik sohbetlerine daldım. O kadar çok yakından ilgileniyordum ki, rahmetli benden umutlandı. Eski kutulardan, Selanik'te yaşayan dostlarından gelen Christmas kartlarını çıkardı. Bazıları çok yeni tarihliydi.
Biri, Giresun'a muhacir olarak taşındığında komşusu olan Rum'du. Meşhur 6-7 Eylül olaylarından sonra, o da Giresun'da artık yaşayamayacağını düşünerek Yunanistan'a kaçmıştı. Bir diğeri 16 yaşındayken kaçtığı Selanik'ten kalma çocukluk arkadaşıydı. Hepsiyle yıllarca mektuplaşmıştı.
Rahmetli eski Rum komşularına öyle hasretti ki 90 küsur yaşında olmasına rağmen benden ricada bulundu:
'Hadi, beni oralara götürsene!'
O an aynı duyguları hissettim. Yedeksubaylığımı yapıyordum. 'Askerliğim bitince olabilir' dedim. 3-4 ay sonra da, banyo yaparken küvette düştü. Haftalarca Haydarpaşa'da komada yattı. 'Eskinin adamları sağlam oluyor' derler ya, fişini çekip, normal odaya aldılar. Yine günlerce yaşadı. Selanik'ten önce İzmir'e, daha sonra da Giresun'a uzanan öykünün kahramanı muhacir dedemizi sonunda kaybettik.
Ama dedemden bana Rumların ne kadar doğru düzgün insanlar olduğuna ilişkin sayısız anılar miras kaldı. Selanik'in bugün adı artık değişmiş olan Kayalar beldesini (artık ilçesi galiba) hep merak ettim. Hâlâ da dedemin topraklarına gideceğim, bir türlü kısmet olmadı ama artık eli kulağındadır.
Bütün kuzenlerimin adları (Mustafa, Ziya) Yunanlılar tarafından fırınlarda yakıldığı söylenen büyük dayıların, büyük amcaların adlarıdır. Ama sülalemde asla Rumlar aleyhine laf duymadım, kötü anılar gündeme geldiğinde hep 'savaş zamanıydı' dediler.
Maalesef geçen yüzyılın başındaki Balkan harplerinde, 'karşılıklı faşizanlıklar' olmuştu, ama dedelerimiz öylesine köklü Türk-Rum dostlukları kurmuşlardı ki, yaşadıkları 'faşizan baskılara' karşın muhacir dedemin aklı doğup büyüdüğü Selanik'teydi, Giresunlu Rum komşusunun aklı da hep eski Pontus kasabası Giresun'da....
Annesi bebekken ölünce kendisini büyüten halasını 'anne', halasının kocasını da 'baba' bilen annemin ise yıllar sonra genç kızken, Giresun'dan tekrar İzmir'e geri taşınmasında bile apayrı bir dram vardı.
'Sakallı dede' dediğimiz ikinci dedemizin önce babası, 'ben yer yurt edineyim, sizi yanıma alacağım' diye Selanik'ten Türkiye'ye gelmişti. Ardından Balkan Harbi patlayınca, birbirlerinden hiç haber alamamışlar. 'Sakallı dedem' mübadelede Türkiye'ye taşındıktan sonra, hayatı babasını aramakla geçti.
Babası belki hiç Türkiye'ye varamamış, yollarda ölmüştü. Ama 'en son İzmir civarında gördük' diyenler olduğu için, sakallı dedem yıllar sonra tekrar İzmir'e taşınarak, yıllarca babasının izini aradı, ama bulamadı. Sanırım ölürken hâlâ kalbinde 'baba acısı' vardı....
Diyeceğim o ki, geçtiğimiz yüzyılın başları o kadar kötü yıllardı ki, her taraftan çok insan acı çekti.
Ama asıl ayıp, 1950'lerde, 1960'larda ortalıkta savaş yokken, ülkemizdeki azınlıklara 6-7 Eylül olaylarını yaşatmamızdı. Kıbrıs'ta Türklere etnik temizlik yaşatılmaya çalışılmasıydı. Batı Trakya Türklerinin çektikleriydi. Çavuşesku Romanyası'nda Türklere yapılanlardı. Hepsi ama hepsi 'faşizanlık'tı.
Başbakan Erdoğan'ın 'faşizanlık özeleştirisi'nden yola çıkarak, kendisini 'aynısını şimdi de Kürtlere yapmıyor muyuz?' diyerek eleştirenlere vereceğim yanıt ancak şu olabilir:
'Bazı Kürtler, azınlık muamelesine tabii tutulmayı, demokratikleşme olarak anlasalar da, Türkiye bu ülkedeki dini azınlıklara yaptığı hataları asla Kürtler'e asla yapmadı ve yapmayacak. Kürtler bu ülkede asla azınlık olmayacak. ABD'deki bir hispanik, bir Uzakdoğulu, bir Rus, bir İtalyan nasıl aynı bayrağa, aynı parlamentoya bağlı Amerikan ulusunu oluşturuyorsa, Kürtler de Türkiye'de aynısına alışmalı! Çek-git deme hakkım da yok demiyorum da, ama beğenmeyene K.Irak'ta bir Kürt devleti kuruldu, isterse gidebilir!
Yoksa, daha çok 'faşizanlık' yaşar ve yaşatırız!
Yorum Yap