Bilimsel ve insani açıdan Başbakan'ın haklı olduğu kuşkusuzdur.
Bitkisel hayatın sonlandırılmasına yönelik "ötenazi" bile tartışılırken, bir kadının taşıdığı bir başka can üzerinde "ölüm kararı" vermesi cinayetin ta kendisi.
İdam cezasını yerden yere vuranlar, kendilerinden binlerce kez daha masum hayat tomurcukları hakkında idam kararı verebilme sendromunun en yaman müdafileri.
İşin en vahim tarafı bunu bir kadın hakkı olarak takdim etmeleri.
Sorulması gereken kürtajın bir kadın hakkı olup olmadığı değil, 'kürtajı meşru kılacak sebepler var mı' sorusudur.
Ana rahmindeki çocuğun hayat hakkı, yazık ki kadının seks hayatı kadar kıymet görmüyor.
Kadının kendi bedeni üzerinde tasarruf hakkı, bedenindeki başka bir canı da kapsar mı?
Üniversal hukuk, bir hayatın başka bir hayat üzerinde sonlandırıcı bir tasarrufta bulunamayacağını kabul eder.
İdam cezasının olduğu ülkelerde suçlar ve hukuki hükümler istisnadır.
Neyin bekçiliği?
Medeni Kanun'un 28. maddesine göre, çocuk hak ehliyetini, sağ doğmak koşuluyla, ana rahmine düştüğü andan başlayarak elde eder.
Ama kürtaj fanatikleri çocuğa bu hak ehliyetini ve sağ doğabilme fırsatını bile vermiyor.
Sorun, embriyonun ne zamandan itibaren can taşıdığında düğümlenmektedir.
Hal böyleyken CHP Milletvekili Aylin Nazlıaka işi "Başbakan vajina bekçiliğini bıraksın" demeye kadar götürdü.
O bekçiliği TCK 99 yapıyor zaten haberiniz yok mu?
Kâinata akıl ve mantık gözüyle değil de cinsel gözlerle bakarsanız, Başbakan'ın masum hayatların bekçiliğini yaptığını göremezsiniz.
"Yumurtalıklarla düşünme hakkı" da vardır elbette.
Lakin kendini koruyamayacak durumdaki masum canlara kıymamak şartıyla.
Tende başka bir can varsa, artık o senin hoyratça ve sorumsuzca tasarrufta bulunabileceğin bir beden değildir.
Kadın hakları da nihayetinde bir masum canın kapısına kadardır.
Meşhur tarih felsefecisi Spengler, takriben 100 sene önce bugünü anlatıyor:
"Dev kent bir kalp değil, bir beyindir, yuvadan çok mezar. Yaşama arzusu söner dev kentte. Kadınlar çocuk yapmaz olur. Kültür çağının ehramı temelinden sarsılır.
Önce zirve yani dev kent çöker, sonra taşra, nihayet köy. Samimi bir imanın yerini "bilimsel" bir dinsizlik veya ölü bir metafizik alır.
Yaşlılara saygı yerine soğuk bir maddecilik...
Gerçek değerler yerine para ve mücerret değerler, halk yerine yığın, annelik yerine seks."
Kürtajla masum bir cana kıymayı hak olarak görme histerisi de, modernizmin getirdiği bu taşlaşmanın cilvesi.
Kanun dışı kürtaj cinayetse...
Meşhur bilim adamı Carl Edward Sagan kürtaj polemiğinde ara bir formül önermişti.
Sagan'a göre kürtaj açısından gebelikte izin verilmesi gereken bir zaman aralığı olmalıydı.
Bence de doğrusu buydu ve Ceza Kanunu'nun 99. maddesinde kürtaj suçu 10 haftayı aşan süreler için söz konusudur.
Tıbbî zorunluluk yokken rızayla da olsa, gebelik süresi 10 haftadan fazla olan bir kadının çocuğunu düşürten kişi, 2 yıldan 4 yıla, isteyerek kürtaj yaptıran kadın da 1 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılıyor.
Kadın kendisine yönelik bir suç işlenmesi sonucu gebe kalmışsa, kürtaj izni 20 haftaya kadar uzar.
Bu tabloda Başbakan'ın kürtaj yaklaşımı düşünüldüğünde tartışılması gereken şudur:
"Kanun dışı kürtaj" bir cinayetse, bunun cezası 2-4 yıl mı yoksa kasten öldürme suçunun cezası olan müebbet ağır hapis mi olmalı?
Mevcut cezanın suç işleyen kadın ve hekim için çok yetersiz olduğunu söylemeliyim.
Yazık ki bu konu, vicdan ve bilimsellikten çok feminizmin hükümferma olduğu mayınlı bir bölge haline getirildi.
O kadar ki konu feminizm olunca muhafazakâr görünümlü "dost mayınlar"a rastlamak vakayı adiyedendir.
"Kanun dışı kürtaj" tabii ki bir kasten öldürme suçudur ve feminist jargonun "erkek egemen söylem" klişeleriyle karşılanamayacak bir vahamettir.
Ne Patriyarka ne Matriyarka.
Kadın hakkından çok devletin duyarsız kalamayacağı bir hayatın korunması meselesi bu.
İşte feministlerin kadın hakkı manipülasyonuyla sakladıkları asıl gerçek de bu
Bitkisel hayatın sonlandırılmasına yönelik "ötenazi" bile tartışılırken, bir kadının taşıdığı bir başka can üzerinde "ölüm kararı" vermesi cinayetin ta kendisi.
İdam cezasını yerden yere vuranlar, kendilerinden binlerce kez daha masum hayat tomurcukları hakkında idam kararı verebilme sendromunun en yaman müdafileri.
İşin en vahim tarafı bunu bir kadın hakkı olarak takdim etmeleri.
Sorulması gereken kürtajın bir kadın hakkı olup olmadığı değil, 'kürtajı meşru kılacak sebepler var mı' sorusudur.
Ana rahmindeki çocuğun hayat hakkı, yazık ki kadının seks hayatı kadar kıymet görmüyor.
Kadının kendi bedeni üzerinde tasarruf hakkı, bedenindeki başka bir canı da kapsar mı?
Üniversal hukuk, bir hayatın başka bir hayat üzerinde sonlandırıcı bir tasarrufta bulunamayacağını kabul eder.
İdam cezasının olduğu ülkelerde suçlar ve hukuki hükümler istisnadır.
Neyin bekçiliği?
Medeni Kanun'un 28. maddesine göre, çocuk hak ehliyetini, sağ doğmak koşuluyla, ana rahmine düştüğü andan başlayarak elde eder.
Ama kürtaj fanatikleri çocuğa bu hak ehliyetini ve sağ doğabilme fırsatını bile vermiyor.
Sorun, embriyonun ne zamandan itibaren can taşıdığında düğümlenmektedir.
Hal böyleyken CHP Milletvekili Aylin Nazlıaka işi "Başbakan vajina bekçiliğini bıraksın" demeye kadar götürdü.
O bekçiliği TCK 99 yapıyor zaten haberiniz yok mu?
Kâinata akıl ve mantık gözüyle değil de cinsel gözlerle bakarsanız, Başbakan'ın masum hayatların bekçiliğini yaptığını göremezsiniz.
"Yumurtalıklarla düşünme hakkı" da vardır elbette.
Lakin kendini koruyamayacak durumdaki masum canlara kıymamak şartıyla.
Tende başka bir can varsa, artık o senin hoyratça ve sorumsuzca tasarrufta bulunabileceğin bir beden değildir.
Kadın hakları da nihayetinde bir masum canın kapısına kadardır.
Meşhur tarih felsefecisi Spengler, takriben 100 sene önce bugünü anlatıyor:
"Dev kent bir kalp değil, bir beyindir, yuvadan çok mezar. Yaşama arzusu söner dev kentte. Kadınlar çocuk yapmaz olur. Kültür çağının ehramı temelinden sarsılır.
Önce zirve yani dev kent çöker, sonra taşra, nihayet köy. Samimi bir imanın yerini "bilimsel" bir dinsizlik veya ölü bir metafizik alır.
Yaşlılara saygı yerine soğuk bir maddecilik...
Gerçek değerler yerine para ve mücerret değerler, halk yerine yığın, annelik yerine seks."
Kürtajla masum bir cana kıymayı hak olarak görme histerisi de, modernizmin getirdiği bu taşlaşmanın cilvesi.
Kanun dışı kürtaj cinayetse...
Meşhur bilim adamı Carl Edward Sagan kürtaj polemiğinde ara bir formül önermişti.
Sagan'a göre kürtaj açısından gebelikte izin verilmesi gereken bir zaman aralığı olmalıydı.
Bence de doğrusu buydu ve Ceza Kanunu'nun 99. maddesinde kürtaj suçu 10 haftayı aşan süreler için söz konusudur.
Tıbbî zorunluluk yokken rızayla da olsa, gebelik süresi 10 haftadan fazla olan bir kadının çocuğunu düşürten kişi, 2 yıldan 4 yıla, isteyerek kürtaj yaptıran kadın da 1 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılıyor.
Kadın kendisine yönelik bir suç işlenmesi sonucu gebe kalmışsa, kürtaj izni 20 haftaya kadar uzar.
Bu tabloda Başbakan'ın kürtaj yaklaşımı düşünüldüğünde tartışılması gereken şudur:
"Kanun dışı kürtaj" bir cinayetse, bunun cezası 2-4 yıl mı yoksa kasten öldürme suçunun cezası olan müebbet ağır hapis mi olmalı?
Mevcut cezanın suç işleyen kadın ve hekim için çok yetersiz olduğunu söylemeliyim.
Yazık ki bu konu, vicdan ve bilimsellikten çok feminizmin hükümferma olduğu mayınlı bir bölge haline getirildi.
O kadar ki konu feminizm olunca muhafazakâr görünümlü "dost mayınlar"a rastlamak vakayı adiyedendir.
"Kanun dışı kürtaj" tabii ki bir kasten öldürme suçudur ve feminist jargonun "erkek egemen söylem" klişeleriyle karşılanamayacak bir vahamettir.
Ne Patriyarka ne Matriyarka.
Kadın hakkından çok devletin duyarsız kalamayacağı bir hayatın korunması meselesi bu.
İşte feministlerin kadın hakkı manipülasyonuyla sakladıkları asıl gerçek de bu
Yorum Yap