Dolar

42,7294

Euro

50,1983

Altın

5.947,47

Bist

11.335,05

Tokat gibi vuran gerçek: Kadına Şiddet!

16 Yıl Önce Güncellendi

2011-08-14 16:25:18

Tokat gibi vuran gerçek: Kadına Şiddet!

 

''Şimdi gerçek bir Türk oldum!'' Bu cümle sevgilisinden dayak yiyen Alman asıllı bir Türk vatandaşına ait. Alman kadının ağzından çıkan bu sözler, ülkemizdeki şiddet gerçeğini 'tokat' gibi çarpıyor yüzümüze…

 

Türkiye'de kadına uygulanan fiziksel şiddet son zamanlarda çok ciddi artmış durumda. Rakamlar dehşet verici. Gazetelerin üçüncü sayfaları dayak yiyen, namus, kıskançlık gibi sebeplerden dolayı öldürülen ve tecavüze uğrayan kadın haberlerinden geçilmiyor! Bir çoğumuz için 'felaket haberleri'nden ibaret olan 'üçüncü sayfa'yı sinirlerimizi bozmamak için es geçerken, her gün en az üç kadının dramını da es geçiyoruz. 'Memleket meselelerinden' haberdar olayım derken, gittikçe artan şiddet vakalarından 'bihaber' yaşıyoruz.. 

 

Dayak yiyen kadın sayısı azımsanacak gibi değil. Bu ülkede kadınların yüzde 42'si, yani neredeyse yarısı şiddet görüyor. Rakamlar kadına yönelik şiddetin son 5 yılda yüzde 57 arttığını söylüyor. Yüzdeleri bırakıp polis kayıtlarına bakınca durumun vehameti daha iyi anlaşılıyor. Başkent Ankara'da son 6 ayda 7 bine yakın kadın 'şiddete maruz kaldığı' gerekçesiyle polise başvurmuş. Bu şu demek: Türkiye'nin başkentinde her gün 35 kadın kocasından dayak yiyor! Tabi bunlar yalnızca 'bilinen' vakalar…

 

Bu rakamlar eğitim ve kültür düzeyi belli bir seviyenin üstünde olan, çalışan memur kesimin ağırlıkta olduğu, diğer yandan polisin, askerin, devletin varlığının her an 'ensede hissedildiği' başkentten.. Eğitim seviyesinin daha düşük olduğu illerde, bilhassa Doğu'da durumun vehametini tahmin etmek güç değil. Nitekim 2010 sonu verilerine göre Diyarbakırda 100 kadından 51'i kocasından fiziksel şiddet görüyor. Evli olan her 10 kadından biri ise 'düzenli olarak' eşinden dayak yediğini ifade ediyor. Yani 'dayak yemek' tıpkı bir öğün gibi, olağan ve sıradan...

 

Bu korkunç gerçeğe rağmen aile içi şiddet hala 'siyasetin ana gündemi' değil bu ülkede. Yeni kabinenin tek kadın bakanı olan, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin bir süredir artan şiddeti önlemek için kafa yoruyor, çeşitli uygulamalar geliştirmeye çalışıyor. Bunlardan sonuncusu şiddete maruz kalan kadının anında polise ulaşabilmesini sağlayacak bir 'tek tuş' sistemi geliştirmek...

 

Proje etkinliği bakımından tartışılır, eleştirilir o ayrı. Ancak geçtiğimiz haftalarda 10 bin Diyanet Çalışanının üye olduğu Din-Bir-Sen (Özerk Diyanet Vakıf Çalışanları Birliği Sendikası) Genel Başkanı Lütfi Şenocak'ın, henüz proje aşamasında olan bu uygulamayı eleştirmesi son derece talihsizdi. Başkanın yaptığı açıklama kadın hakları savunucularının büyük tepkisini çekti.

 

Şenocak dayak yiyen kadının anında polise erişebilmesinin, 'aile birliğini sarsabileceğini' ifade etti. Yani erkeğin karısını dövmesi değil, kadının bunu şikayet etmesi aile birliğini tehdit ediyor! Şenocak'a göre şiddet gören kadın tek bir tuşla polise ulaşmak yerine, 'oturup düşünmeli', aileye dışarıdan bir polis müdahalesi olmadan önce, konu çiftler arasında halledilmeliymiş! Şenocak'ın önerisi, eşler tarafından güvenilen hakemlerle Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı olarak çalışacak aile irşat bürolarının devreye sokulması. Polis ise 'son noktada' devreye girmeliymiş. O son noktada kadın ne hale gelmiş olacak, kimsenin umrunda değil… 

 

Şenocak'ın bu açıklaması elbette Diyanet'i bağlamıyor. Nitekim çok etkin olmasa bile Diyanet de aile içi şiddetin azaltılması için kendi bünyesinde çalışmalar yapıyor. Örneğin son zamanlarda bu kapsamda Malatya, Erzincan, Eskişehir gibi illerde 'kadına şiddete hayır' temalı sempozyumlar düzenlendi. Bunlar elbette çok yararlı adımlar. Ama çok daha etkili tedbirlerin alınması gerek.

 

Şenocak'ın ifadeleri, her ne kadar kendi kişisel görüşünü yansıtsa da, İslam'da kadına şiddet konusundaki hakim önyargıları da güçlendirecek cinsten… Özellikle dini hassasiyeti yüksek kesimlerin kadına şiddet meselesinde çok daha duyarlı ve dikkatli olması lazım. Aksi halde 'İslam'da kadını dövmek caiz nasıl olsa' anlayışının pekişmesi kaçınılmaz..

 

Din elbette kadına karşı şiddetin Türkiye'de bu denli yaygın olmasında tek faktör değil, ancak bunun meşrulaştırılmasında şüphesiz önemli bir etken. 'Gerekli durumlarda kadına vurulmasında dinen sakınca olmadığı'na dair toplumda yerleşmiş anlayış, kadına şiddet konusuna bakışın şekillenmesinde önemli bir rol oynuyor.

 

Türkiye'de hala 'hakettiğini düşündüğünde' eşine vurmayı meşru sayan, dahası dinen verilmiş bir 'izin' olarak gören erkekler var. Kadının aleyhinde yerleşmiş yalan yanlış pek çok inanç, anlayış ve gelenek İslami bir kılıfla karşımıza burada da çıkıyor. Bu durum İslam'a da kadına da ciddi zararlar veriyor. Dini çevrelerden gelen, Şenocak'ınkine benzer açıklamalar direk olarak İslamla özdeşleştiriliyor ve 'İslam kadını dövmeye izin veriyor' anlayışını güçlendirerek seküler feministlerin eline koz veriyor.

 

Bu noktada söz konusu anlayışın temel dayanak noktasını inceleme ihtiyacı doğuyor. Kadına vurmanın gerekli durumlarda caiz olduğu yolundaki inanç, kaynağını Kur'an'da geçen bir ayetten alıyor. Nisa Suresi 34. ayette geçen, 'yine itaat etmedikleri takdirde (nasihat ve yatakları ayırma fayda etmezse) hafifçe dövün' ifadesi ülkemizde ve genel olarak Arap dünyasında geniş kabul görüyor. Ancak bu yaygın kabul, çoğu tefsirci ve Arap dil bilimci için aslında tartışmalı bir husus. Tartışmaya neden olan şey, 'dövmek' olarak yorumlanan ve kökü 'daraba' olan fiilin, bunun dışında başka birçok anlama geliyor olması. Aslında Nisa Suresi dışında Kur'an'da pek çok yerde geçen bu fiil, Arapça'da birden fazla anlamı bulunan ve tartışmaya neden olan en problemli fiillerden biri. Daraba fiilinin 'dövmek, vurmak' gibi anlamlarının dışında, 'örnek vermek, izah etmek, dolaşmak, kalkıp gitmek, kınamak, ayıplamak, terketmek, ayrılmak' gibi en az on farklı anlamı daha var. Bu nedenle aslında bu ayetin tefsiriyle ilgili geniş bir literatür de var…

 

Daraba fiilinin, farklı çekimlerde ve yapılarda, Kur'an'da 40'tan fazla yerde geçmesi de fiilin anlam zenginliğini ortaya koyuyor. Fiil yukarıda sayılan anlamlar çerçevesinde ve geçtiği metne uygun olarak 'vurmak' haricinde başka anlamlar kazanabiliyor. Kısaca bu kelime, tek bir sözlük anlamı ile karşılanamayacak kadar geniş.

 

Daraba kelimesinin karşılığı çoğu tefsirci tarafından 'vurmak' olarak kabul edilse de, bazı İslam alimleri bu yoruma karşı çıkıyor. Bu karşı çıkış çeşitli hadisler ve İslam Peygamberi'nin yaşantısı göz önüne alınarak, kelimenin 'bırakmak, ayrılmak' şeklinde anlaşılması gerektiğinden hareketle yapılıyor. Peygamber'in (sinirlendiği ender durumlarda) eşlerine değil vurması, kırıcı bir söz dahi söylememiş olması, bu tartışmalı ayet tefsirinin de önüne konularak alimlerce en önemli veri kabul ediliyor. Nitekim Peygamberimiz'in bu gibi durumlarda son çare olarak 'bulunduğu ortamı terketmesi', ayetin aslında nasıl yorumlanması gerektiği konusunda önemli bir ipucu veriyor. Hz Muhammed(s.a.v)'in, eşlerinden hoşnut olmadığı bir meselede Onlardan uzak durmaya yemin ederek bir ay boyunca 'meşrebe' diye anılan çardakta yaşaması (İ'la hadisesi) bu duruma önemli bir delil olarak gösteriliyor. Tüm bu örneklerin ışığında 'daraba' kelimesi ile, üçüncü ve en son çare olarak kadına vurmanın değil, uzun bir süre onunla görüşmemenin, hatta gerekirse ayrılmanın tavsiye edildiğini söylemek mümkün.

 

Ancak bu tartışmalı fiil ülkemizde de, diğer bütün anlamları bir kenara bırakılarak 'hafifçe dövmek, vurmak' olarak yorumlanıyor. Bugün kullanmakta olduğumuz tefsir ve meallerin hemen hemen tamamında bu yoruma yer veriliyor. Buna Diyanet'in internet sayfasındaki Kur'an meali de dahil…

 

Bu denli geniş bir tartışmanın olduğu, farklı tefsircilerin ve dil bilimcilerin üzerinde farklı yorumlara ulaştığı hassas bir konuda 'tek tip' bir yorumun doğru kabul edilmesi dayağın İslam'a mal edilmesine yol açtığı gibi, Kur'an ahlakının en güzel temsili olan İslam Peygamberi'nin yaşantısına da ters düşüyor.

 

Kadına şiddet meselesi, çok farklı birimlerin ortak çalışması ile mümkün olabilecek, karmaşık ve çetrefilli bir problem. Bu sorunla mücadelede en etkin görev elbette hükümete düşüyor. Ancak şiddetle 'toplumsal seviyede' savaşılması için manevi değerlerin ve inançların aktif olarak kullanılması şart. Özellikle İslam dininin bu konudaki tavrının daha net ve 'caydırıcı' bir üslupla ortaya konması gerekiyor. Kadına el kaldırmanın Kur'an'da ve İslam'da hiçbir şekilde yeri olmadığına dair bilincin artırılması, sorunun uzun vadeli çözümü için önemli. Bu noktada Türkiye'de dini alanda en saygın ve itibar edilen kurum olan Diyanet'e de ciddi görevler düşüyor. 'Kadına şiddete hayır' temalı cuma vaazları, il il düzenlenen sempozyumlar, yayınlar, kampanyalar yoluyla şiddetle mücadelede diğer birimlere 'manevi takviye' yapılmalı. 

 

Diyanet'in 2007'de, kadınlarla alakalı bir çok asılsız uygulamayı dinen meşru gösteren tartışmalı hadisleri ayıklamak için 35 bilim adamını bir araya getirmesi İslam'da kadının gerçek değerini ortaya çıkarmaya yönelik güzel bir adımdı. Şiddetle mücadelede de benzer çalışmalara devam edilmesinin ve özellikle yeni çıkan tefsirlerde 'daraba' gibi tartışmalı fiillerin daha geniş ve kapsamlı bir çerçevede ele alınmasının bu süreçte oldukça yararlı olacağına inanıyorum. 'Kadını dövme'nin, dini temelde hiçbir 'meşrulaştırıcı' etkisinin ve mazeretinin kalmaması lazım. Bu şekilde kadına şiddetle olduğu kadar İslam'a zarar veren anlayışlarla da mücadele edilebilir; kadın hem toplumda hem İslam'da 'olması gereken 'asıl konuma' erişebilir...


www.twitter.com/feyzasays
 

Yorum Yap

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara