Geçtiğimiz haftalarda burada yayınlanan İslam, poligami ve Arap dünyası başlıklı yazımda çok eşliliği savunmada ve meşrulaştırmada Arap erkeklerinin ve din adamlarının kullandıkları argümanlardan ve bunların temelde İslam’ın ruhundan ne derece uzak olduğundan bahsetmiştim. Çok geçmeden Türkiye'de gündeme gelen bir tartışma, benzer bir durumun Türkiye'de de yaşandığını görmeme neden oldu. Her ne kadar Arap dünyasındaki kadar geniş bir kabul görmese de Sibel Üresin adlı bayanın kuyuya attığı taş, hatrı sayılır miktarda bir kesimi kuyunun etrafına toplamayı başardı. Çok eşliliğin yasal olmasını öneren Üresin'in, bunu savunurken öne sürdüğü gerekçelerle Arap dünyasında din adamları tarafından tekrar tekrar ortaya atılan argümanlara baktığımda gördüğüm benzerlik beni hayrete düşürdü. Dini yorumlayanlar tarafından, özünden oldukça uzak bir şekilde 'erkeğin menfaatini artırmayı amaçlayan' bir sisteme dönüştürülen bir dinin, bir bayan tarafından yine aynı amaca alet edildiğini görmek son derece üzücü.
Erkeğin kadında aradığı dört önemli özellik olduğunu ve bunların hepsini tek bir kadında bulmasının neredeyse imkansız olduğunu, bu nedenle dört eşin yasallaşması gerektiğini söyleyen Üresin, Arap dünyasında hakim olan bu ataerkil anlayışın Türkiye'de sözcülüğünü yapıyor maalesef. Bu dört özelliği taşımayan bir kadının aldatılmaya hazır olmasını öğütlüyor üstelik pervasızca. Evlilikte kadının da beklentileri olduğunu, bu müessesenin yalnızca erkeğin çıkarlarına yönelik olmadığını ise unutmuş olmalı bunu soylerken. Benzer şekilde kadının da tek bir erkeğin varlığında, aradığı ya da istediği tüm özellikleri bulması mümkün değil. Zaten İslam inancına göre hiçbir kul mükemmel değil, kusursuz olan, dört dörtlük olan ancak Allah. Yani temelde kadın ya da erkeğin, birbirlerinin bütün beklentilerini karşılaması yaradılış gereği söz konusu olamaz. Eksiklikler ve kusurlar ile birbirini sevmek ve kabul etmek önemli olan. Kadın ve erkeğin birbirine ''örtü' olarak yaratıldığını söyleyen ayette, bu durum açık bir ifadesini buluyor. İki tarafın da kusurlu olduğu, evlilik çatısı altında kadının ve erkeğin birbirlerinin kusur ve eksiklerini kapatarak 'tam' olabileceğini vurguluyor bu ayet.
Aradığı özellikleri eşinde bulamayan bir erkeğin, başka bir kadın arayışına girmesini haklı bir arayış olarak nitelendiren Üresin'in iddiası, İslami düşünceden tamamıyle uzak olduğu gibi basbaya modern bir iddia! Başka bir erkeğe ya da kadına aşık olmayı, zamanla sevginin azalmasını, eşinin artık kendisini mutlu etmediğini evliliklerin bitmesinde yeterli bir sebep olarak addeden modern anlayış, erkeği bu konuda daha da ayrıcalıklı konuma yükseltiyor. Zira bu bahaneler kadın için halen 'hoş karşılanmazken' erkek için yeni bir arayışa gitmede yeterli olabiliyor. Böylelikle başka hiçbir açıklama ya da şarta gerek olmaksızın, 'bir başka kadına olan istek, arzu veya ihtiyaç' meşru görülüyor. Bu noktada kadının 'metres veya yasal eş' olması durumu degiştirmiyor. Esas mesele 'ikinci bir kadını' erkeğe hak görerek onu ayrıcalıklı bir konuma sokan bu zihniyetin sözde İslama dayanması! Üresin'in argümanları bu ataerkil zihniyetin Türkiye temsilcisi yalnızca..
Modern dünyada 'metres veya sevgili' olarak var olan ilişki durumunun müslüman dünyasında İslami kılıfa geçirilerek yasalaşması ile toplumdaki bir ahlaksızlığın giderileceği savı fırsatçı bir zihniyetin varsayımı. Var olan bir sorunu ortadan kaldırmayı amaçlamak yerine, yasal hale getirerek bu yönde bir düşüncesi olmayan erkekleri de bir bakıma teşvik etmek akılcı bir çözüm gibi görünmüyor. Çok eşliliğin yasallaşmasının kadının maddi olarak menfaatine olacağını öne süren bu öneri, pek çok konuda kendini gösteren 'pasif kadın algısı' nın da bir yansıması. Kadını evlilikte erkek kadar belirleyici görmeyen, onu 'seçen değil seçilen' konumuna sokarak 'ikinci eş' olmayı normal kabul eden bir zihniyet, kadına 'evli bir erkeğin metresi olup hiçbir hak talep edemeden ortada kalacağınıza en azından malınız mülkünüz olsun, oturun yerinizde' diyor açıkça. Fakat ikinci eş olmayı metres olmaya yeğ gören zihniyetin kaçırdığı bir nokta var: Bir kadın ilişkide 'ya metres ya ikinci eş' olmaya mahkum değil.
Bunun yanı sıra maddi olarak garanti altına alınmayı kadının ikinci eş olmayı kabul etmesi için yeterli görmek modern dünyanın 'materyalist' felsefesini yansıtıyor. İslamda ise kesinlikle bu denli maddeci bir anlayış yok. Çok eşliliği savunurken kullanılan 'tüm kadınlara eşit şartlarda davranılıyorsa sorun yok' yaklaşımı başlı başına bir kriter olarak islamda yer almıyor. Lakin bugün arap dünyasında zengin arap erkekleri için bu şart yeterli görülmekte. Yeterli maddi güce sahip olan erkek için çok eşliliği bir hak gören bu anlayış, karşılığında kadının maddi menfaati ve rahatlığını öne sürerek dengeyi kurduğunu varsayıyor. Bunu yaparkense kadının ruhsal durumunu ve psikolojisini hiçbir şekilde hesaba katmıyor.
Çok eşliliği savunmada kullanılan bir diğer iddiaysa 'var olan ahlaki yozlaşmanın önüne geçmek'. Nitekim bu iddia 'ahlaki olanın ne olduğu'na dair bir takım soruları ortaya çıkarıyor. Evli bir erkekle birlikte olmayı 'ahlaksızlık' olarak nitelendiriyorsak, metres ya da yasal ikinci eş arasında ahlaki bir ayrım da gözetmememiz gerekir. Her iki durumda da kadının varlığı, var olan evliliğe bir tehlike unsuru olması bakımından 'hoş karşılanmayacaktır'. Yani eğer toplum için 'bir kadının evli bir erkeğin karısını, çocuklarını hiçe sayarak onun yuvasına talip olması yanlışsa, bu durumun yasal olması bu ilişkiyi toplumun gözünde meşru kılmaz. Bilhassa çok eşliliğin, arap dünyasındaki gibi geleneksel bir yaşam biçimi olarak uzun yıllardır sürdürülmediği ülkemizde 'metresi yasal eş yapmak' toplumun gözünde çok büyük bir fark oluşturmayacaktır.
Yozlaşmanın önüne geçme söyleminin bir diğer varsayımı da çok eşliliğin uygulanmaya başlaması ile boşanma oranlarının azalacacağı. Nitekim Suudi Arabistan'da King Saud Üniversitesi tarafından yayınlanan bir istatistik böyle bir sebep-sonuç ilişkisinin zorunlu olmadığını gösteriyor. Buna göre, çok eşliliğin Arap dünyasında en çok rastlandığı ülkelerden biri olan Suudi Arabistan'da boşanmaların yüzde 55'i erkeklerin ikinci bir eş almasından kaynaklanıyor. Bu çarpıcı rakam, varsayıldığı gibi kadınların ikinci bir eşten çok da mutlu olmadıklarını net olarak ifade ediyor. Bunun yanı sıra Suudi kadınların büyük bir bölümü yasal olan çok eşlilikten aslında 'şikayetçi'. Konu ile ilgili yapılan başka çalışmalar gösteriyor ki bu kadınlar ülkelerinde gelenek halini alan bu uygulamaya boyun eğmek zorunda kaldıklarından boşanamıyor. Bu durumda çok eşlilik, boşanma oranlarında azalmaya sebep olsa dahi bunun ne kadar saglıklı bir 'gelişme' olacağı tartışılır bir hal alıyor.
Söz konusu yasa önerisinin, Üresin'in de ifade ettiği gibi kadınların mağduriyetini gidereceği ise yanlı ve yanlış bir iddia. Bu iddianın yanlışlığı, mağduriyetin yalnızca evli bir erkekle ilişkisi olan kadına ait olduğunu varsayması. Eşini seven ve onu kaybetmemek için mücadele veren 'esas kadının' mağduriyeti bu tartışmada hesaba katılmıyor. Halbuki çok eşliliğin yasal olması ile 'ikinci kadının mağduriyeti' önlenirken 'var olan birinci eş' daha fazla mağdur edilmiş olacak. Çok eşliliğin yasalaşması ile erkek, beraber olduğu kadını mağdur etmemek adına onunla da evlenirken, eşini çok daha güç bir konuma sokmuş oluyor. Kadının, boşanmamak uğruna eşini 'paylaşmasını' öğütleyen böyle bir sistem hiçbir açıdan kabul edilemez. Evli bir erkekle ilişkisi olan kadının mağduriyeti, hukukun ya da devletin korumasına tabi olamaz. Bu durum, tarafların sorumluluğunda olup oluşacak zararlardan her iki taraf da mesuldür. Bu durumda hukukun koruması gereken taraf, 'potansiyel eşler' değil, var olan eştir. Böyle bir sistemin yasalaşması demek, ilk eşin hiçe sayılması anlamına gelir.
Çok eşliliğin İslami olduğu, din adamlarınca ve Üresin gibi bu pratiği savunmaya çalışan kişilerce kullanılan gelişigüzel ve özensiz bir 'klişe'. Bugün Arap dünyasında da, çok eşliliğin Kur’an'da açıkça yasaklanmaması ve İslam tarihinde örneklerinin bulunması yasal olması için yeterli sayılıyor. Halbuki bu konuda ayette açık bir kapı bırakılması, meselenin İslami olduğunu savunmak ve günümüzde yasalaştırmak için yeterli değil. Çok eşliliği savunurken sık kullanılan bir argümana göre İslam evrensel bir din ve hükümleri her zaman geçerli. Mustafa Akyol'un konuyla ilgili yazısında yapmış olduğu ayrım, bu durumu çok güzel açıklıyor. Çok eşliliğin İslami açıdan 'evrensel değil tarihsel' bir pratik olduğunu söyleyen Akyol, bunu dinin 'idealize ettiği' bir durum olmaktan çok, o dönem Arap toplumlarında var olan bir realitenin düzenlenmesi olarak ele alıyor. Benzer şekilde Nihal Bengisu Karaca da, meselenin bu boyutuna dikkat çekerek, aslında dört eş izninin, Arap toplumlarında herhangi bir sınır olmaksızın yapılan çoklu evliliklere bir 'sınır' getirdiğini söylüyor. Yani Kur’an'daki bu izin, erkeğe dört kadına kadar evlenmenin yolunu açmaya değil, keyfi yapılan evliliklerin önünü kesmeye yönelik. Nitekim ayette tek eşin tavsiye edilmesi, Akyol'un dile getirdiği 'dini ideal'in ne olduğuna dair önemli bir cevap niteliğinde.
Tüm bunların ışığında, İslam nazara verilerek meşrulaştırılan çok eşliliğin 21. yüzyılda tartışma konusu dahi olmaması gerektiği söylenebilir. Kadın ve erkek arasında tam bir uyum ve dayanışmaya dayalı bir dinin, kadın ve erkek arasındaki dengeyi bozmak pahasına erkeğe bir takım ayrıcalıklar yüklemesi tamamen saptırılmış bir anlayışın ürünüdür. Bunu modern dünyada yasal hale getirmek de bu anlayışın bir devamı olmaktan öteye gidemez. Nitekim kadın ve erkeğin yasal haklar bazında tam anlamıyla eşit olmasının esas olduğu bir çağda, devletin böylesi bir düzenleme ile erkekten yana bariz bir tavır alması kabul edilemez. 'Mağdur edebiyatı' yapılarak dramatize edilen bu mevzu, devletin değil olsa olsa sivil toplum kuruluşlarının ilgi alanına girebilir. Bugün, evlilik dışı ilişki ile mağdur edilen kadınların ve bu ilişkilerden doğan çocukların azaltılması, bilhassa kadın derneklerinin, kendini 'feminist' olarak nitelendiren kadın hakları savunucularının ortak çalışması ile mümkün olabilir. Devletse bu konuda ancak teşvik edici olabilir, taraf değil...
Yorum Yap