Arap devrimlerinde kadınların aktif bir rol oynaması hâkim olan bazı önyargıların sorgulanmasında önemli oldu. Malum, evinden ve erkeğin sözünden çıkmayan, her alanda geri kalmış ve pasif bir konumdaki Müslüman kadın, oldukça yaygın bir imaj. Başta Arap ülkeleri olmak üzere Müslüman dünyasında kadınların, batıdaki hemcinslerine göre çok daha kötü şartlarda yaşamasının temel sebebi olarak ise İslam dini görülüyor. Bu varsayım Türkiye'de de güçlü bir vurguya sahip. Oryantalist söylemin temel iddialarından biri, başta kadın hakları olmak üzere pek çok alanda geri kalmaya neden olan en önemli etkenin İslam olduğu. Bu iddiaya göre İslam hukukunda hiçbir hakkı bulunmayan kadınlar, insanca ve eşit bir yaşama ancak modernleşme süreci ile birlikte sahip oldu. Modern devlet, Müslüman kadına daha önce hiç sahip olmadığı hakları vererek onları gerçek birer vatandaş yaptı ve erkeklerle her bakımdan eşit bir konuma yükseltti. Yani bir bakıma modernleşme sürecinde dinin ikinci plana atılması ile kadınlar İslam’ın 'esaretinden' kurtularak modern ve bağımsız bireyler haline geldi. Fakat aslında İslam hukukunun temeline ve modernleşme sürecinde geçirdiği değişime bakıldığında, sorunun bizatihi İslam’ın kendisinden değil modernleşmeden kaynaklandığı görülüyor. Bu iddia, ilk bakışta son derece saçma görülebilir. Zira modernleşme olarak adlandırdığımız süreç, her alanda ilerlemeyi getiren, bilhassa kadınların durumunda ciddi iyileşmeler sağlayan bir 'sihirli değnek' olarak kabul edilmekte. Fakat esasında bugün Arap ülkelerinde kadının aleyhine işleyen ve güçlü bir ataerkil nitelik taşıyan kanunlar, İslam’ın değil modern hukukun kendi içinden çıkmış durumda.
Modernleşme sürecinin başlaması ile Arap dünyasında uygulanan İslami kanunlarda ciddi değişimler meydana geldi. Kadına oldukça geniş haklar veren şeriat hükümleri, Arap dünyasında batılılaşma süreci ile birlikte kanun yapıcı erkeklerin tekeline girdi ve onların keyfi yorumlamalarına maruz kaldı. Birçok konuda kadına esneklik tanıyan ve kesin hükümler içermeyen şeriat, kanun yapıcılar tarafından bilinçli bir elemeye tabi tutuldu. Bunun yanı sıra Avrupa'daki hâkim ataerkil felsefe de kanunlar oluşturulurken etkili oldu. 19. yüzyıl Avrupa'sındaki hâkim felsefe cinsiyet esasına dayanırken erkeğin egemenliği esas alınıyordu. Batı Avrupa hukuk okullarında eğitim gören Arap dünyasının reformcuları da, bu ataerkil felsefeyi Arap dünyasına getirip şeriat hükümlerini bu felsefenin ışığında modernleştirdiler. Böylece var olan kanunlar şeriatın kendi özünden ve esasından ziyade modern Avrupa'nın ataerkil hukuk felsefesi baz alınarak oluşturuldu. Bu doğrultuda şeriatın, kadını koruyan değil erkeğin haklarına vurgu yapan hükümleri kanunlaştırıldı.
Erkek ve kadını kanun bazında ayrıma tabi tutma esası modernleşme süreci ile başladı. Aslında modernleşme süreci henüz başlamadan önce var olan sistemde devlet, kadın erkek ilişkilerine dair kesin ve değişmez hükümler ya da sınırlamalar getirmiyordu. Geleneksel devlet daha çok vergi ve güvenlik gibi konulardan sorumluydu ve toplumu ve aileyi düzenleme amacı taşımıyordu. Hayatın her alanını düzenleme ve kontrol altında tutma esası modern devletlerin ortaya çıkışı ile oldu. Modern öncesi dönemde mahkemeler organik olarak topluma bağlı iken modern mahkemeler doğrudan ve sıkı sıkıya milli devletlerin kontrolüne sokuldu. Toplumu düzenleme ve kontrol etmenin yolu ise şüphesiz aile kurumunu düzenlemekten geçiyordu. Dönemin cinsiyet temelli erkek egemen yapıdaki hukuk sisteminin en çok etkilediği alan da böylece aileyi ve kadın erkek ilişkilerini düzenleyen 'medeni kanun' oldu. Devletin kadın ve erkeği birbirinden bağımsız birer birey olarak değil cinsiyet ayrımına dayanarak kanunlara dâhil etmesi modern medeni kanunun en önemli prensiplerinden biriydi.
Georgetown Üniversitesi'nde tarih profesörü ve aynı zamanda İslam hukuku uzmanı olan Amira Sonbol'un çok bilinmeyen bir makalesi aslında konu ile alakalı oldukça önemli bir kaynak. Kendisi de bir kadın hakları aktivisti olan Sonbol, Aile Hukukunun Doğuşu (The Genesis of Family Law) adlı makalesinde, günümüzde var olan erkek egemen hukuk sisteminin İslam dünyasında yaşanan modernleşme sürecinin bir ürünü olduğunu iddia ediyor. Modernleşme sürecinden önce Arap dünyasında uygulanan İslam hukukunun ve modern medeni kanunun temel prensiplerini ayrıntılı olarak inceliyor Sonbol. Aynı zamanda modern öncesi ve sonrası dönemde kadının aleyhine verilmiş olan kararların yapısına bakıyor. Arap dünyasına, kanunlar noktasında genel bir örnek teşkil eden Mısır'ı ele alıyor bunu yaparken. Bu son derece önemli ve kapsamlı çalışma aslında gösteriyor ki modernleşme süreci başlamadan önce uygulanan İslam hukuku her alanda kadının lehine idi. Fıkıh hükümleri şimdiki kanunlar gibi katı ve tekil yapıda değil, esnek ve çoğaltılabilir nitelikteydi. Bu farka bir örnek olarak boşanma konusu gösteriliyor makalede. Sonbol, yeni medeni kanunun, geleneksel İslam hukukunda kadının lehine olan esnekliği ortadan kaldırdığını söylüyor. Önceden farklı fıkıh okulları kadına boşanmak için çeşitli şartlar sunarken yeni medeni kanun bu şartları oldukça daraltmış fakat erkeğe bu konuda herhangi bir sınırlama koymamıştır. Bu örnekte de görüldüğü gibi, var olan şeriat hükümleri modernleşme sürecinde büyük bir değişime uğrayarak medeni kanunlara dâhil edildi. Mısır'da aile hukuku, 1920'lerde, yani modernleşme sürecinin başlamasıyla hazırlandı ve bugüne kadar geliştirildi. Kaynağını İslam’dan aldığı söylenen kanunlar bariz bir biçimde Batı'daki ataerkil yapının kopyasıydı. Mısır gibi, Bahreyn de söz konusu kanunları hazırlarken şeriata bağlı kalındığını iddia ediyordu, hâlbuki hazırlanan kanun pek çok açıdan Mısır'dakinin bir benzeriydi. Fakat Arap ülkeleri bu kanunların bizzat şeriattan alındığını ve kanunların hazırlanma sürecinde İslami hukukun dışına çıkılmadığını iddia ettiler. Nitekim Sonbol, modernleşme sürecinde yeniden düzenlenen şeriat hükümlerinin büyük ölçüde o dönemin hâkim ataerkil anlayışına göre belirlendiğini vurguluyor.
Arap dünyası için genel bir model olan Mısır'da medeni kanunlar hazırlanırken Fransa'daki 'Napolyon Kanunu' son derece belirleyici olmuştur. Avrupa'da hâkim olan cinsiyetçi anlayışın bir ürünü olan bu kanun, aile içinde kadın ve erkek arasındaki farka kesin ve güçlü bir vurgu yapar. Avrupa'da hazırlanan ve daha sonra batılılaşma sürecinde Müslüman ülkeler tarafından da benimsenen medeni kanun, oldukça patriarkal bir niteliktedir. Napolyon kanununa göre ailenin reisi erkektir ve erkeğin hakları ve otoritesi birinci plandadır. Bu prensip, medeni kanunun yanı sıra vatandaşlık kanununu da belirgin bir şekilde etkilemiştir. Buna göre kadın, evlendikten sonra kendi vatandaşlığını kaybeder ve kocasının vatandaşlığını alır. Erkeğe kadının üzerinde bir otorite tanıyan bu kanun, batılılaşma süreci boyunca Arap dünyasında hazırlanan kanunlara da esin kaynağı olmuştur. Nitekim anneye, çocuklarının ve onların mallarının yasal temsilcisi olma hakkı dahi vermeyen bu modern kanunun, İslam tarihinde herhangi bir örneği yoktur. Sonbol'un ayrıntılı olarak incelediği modern öncesi mahkeme kayıtlarında annenin, çocuğunun velayetini ve mallarını yönetme hakkını elinde bulundurduğu sıklıkla gözlenen bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır.
Modern kanunun ataerkil yapısının bir diğer göstergesi de mutlak itaat prensibidir. Modern medeni kanun, kadının finansal ihtiyaçlarını erkeğin sorumluluğuna verirken, bunun karşılığında kadından kocasına mutlak itaat beklemektedir. Finansal destek ve mutlak itaat prensibi aslında modern medeni kanunun en temel özelliği. Modern öncesi dönemde ise Arap dünyasında böyle bir anlayıştan söz etmek mümkün değil. İslam hukukunda, kadının itaati evlilik sözleşmesinin bir parçası olarak kabul ediliyordu. Örneğin erkek, karısından emirlerine mutlak olarak itaat etmesini talep ettiğinde kadının bunu kabul etmeyerek boşanma hakkı bulunuyordu. Modern devlet ise kadına bu hakkı vermedi. Geleneksel İslam hukukundaki esnekliğin aksine kadına standart bir evlilik sözleşmesi dayatılırken kadının erkeğe itaati, üzerinde pazarlık yapılabilecek bir madde olmaktan çıkarılarak mutlak bir şart olarak kabul edildi. 1920'de ise, “House of Obedience” olarak bilinen itaat evi (Beyt et-Ta'a)'nin kurumsallaşması ile mutlak itaat prensibi devlet tarafından sıkı bir şekilde uygulanmaya başladı. Buna göre, evini çeşitli sebeplerle terkeden bir kadın, kocasının mahkemeye başvurması ile polis zoruyla evine geri döndürülebiliyordu. Fakat aslında Sonbol'un ifadesi ile uygulamanın esas kaynağı İslam değil İngiltere'de ortaya çıkan bir sistemdi. İngiltere'de, Fransa'daki Napolyon kanununun bir benzeri olan ve 19. yüzyıl boyunca Avrupa ve Amerika'daki hukuk prensiplerini etkileyen 'coverture prensibi' gereği erkek, evlilikle birlikte karısını eve hapsetme hakkını elde ediyordu. Bu prensibi İngiltere'ye tanıtan William Blackstone'a göre kadın evlilikle birlikte yasal varlığını yitiriyor ve kocasının hükmü altına giriyordu. Bu nedenledir ki Fransızcada evli kadına 'le femme covert' yani 'örtülmüş kadın' deniyordu. Kadının kocasının soyadını alması ve hatta onun adı ile anılması da bu prensibin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Nitekim İslami olduğu söylenen bu hükümlere Arap dünyasında modern döneme gelininceye dek rastlanmaması ilginçtir. Sonbol'un incelediği mahkeme kayıtlarında Arap dünyasında ne mutlak itaat prensibine ne de itaat evi gibi bir uygulamaya dair hiçbir bir iz yoktur.
Modernleşme konusunda ezber bozan bu ve benzeri çalışmalar oldukça yararlı. Herhangi bir araştırma ya da sorgulamaya tabi tutmaksızın 'batıdan gelen her şey iyidir, İslamla ilgili her şey kötüdür' tarzı bir yaklaşım gerçeği yansıtmıyor. Modernleşmenin her alanda ilerlemeyi getirmediği gibi Müslümanların da her alanda geri kalmanın tek sorumlusu olması gerekmiyor. Müslüman dünyasında kadınların karşılaştığı sorunlar çok daha karmaşık bir sürecin sonucu olabilir. Bu sorunları çözebilmek için ise bu süreci doğru bir şekilde okumak gerekiyor. Bugün Batıda kadınların daha eşit şartlarda yaşaması İslami bir geçmişlerinin olmadığından değil cinsiyetçi zihniyetin zaman içinde çürüyerek ataerkil yapının yok olmasıyla alakalı. Müslüman dünyasında da İslam’ın doğru ve tarafsız bir okuması ile kadınların aynı mutlu son'a ulaşmaları mümkün…
Yorum Yap