Dolar

42,8227

Euro

50,6917

Altın

6.183,98

Bist

11.290,36

21. yüzyılın en uzun haftasını yaşadık...

16 Yıl Önce Güncellendi

2011-02-09 07:42:09

21. yüzyılın en uzun haftasını yaşadık...

Geçen haftayı 21. yüzyılın en uzun haftası olarak yaşadık. Tunus'ta başlayan Mısır'da devam eden halk ayaklanması; Ortadoğu'nun diğer ülkelerine sıçrayacak mı korkusu, Ortadoğu ülkelerinden çok Batılı ülkeleri endişeye sevk etti.

Bir taraftan Bayan Clinton diğer taraftan Bayan Merkel yarı açık demeçleri ile size demokrasi iki beden büyük gelir demeye getiriyorlar. Demokrasinin radikal İslamcıları iktidara taşıyacağından ürkmüş bir şekilde (Yanlış Türkçe oldu. İsmet Özel'e selam olsun. İnsanlar ürkmez, atlar ürker diyordu.) önce kurumsallaşın diyorlar.

Dünya en uzun haftasını yaşarken değerli arkadaşım Nazife Şişman ile biz kendi tarihimizin en uzun, en zengin, en verimli, en duygulu haftasını yaşadık.

31 Ocak'ta Budapeşte'den başlayan Orta Avrupa yolculuğumuz yine Budapeşte'de nihayetlendi.

Buda (Osmanlı kaynaklarında Budin) şehri çok ilginç bir şehir. Kalbinden ırmak akan; su gibi, güzel su gibi aziz insanların şehri. Ancak Budapeşte notlarımı sizlerle paylaşmayacağım. Paylaşmak için İstanbul Macaristan konsolosluğundan bir özür bekliyorum.

Sebebine gelince...

Orta Avrupa seyahati için yola çıkarken kendimiz için bir kapı belirledik. Bu kapı Macaristan olacaktı. Şimdiye kadar üç defa Almanya üzerinden şengen vizesi almış ve bu vizelerde hiçbir sorunla karşılaşmamış; yazar kimliğimizden dolayı son derece saygın bir üslup içinde işlemlerimizi halletmiş iken, "Macaristan Devleti"ne takıldık. Sebep? Macaristan üzerinden Almanya'ya geçeceğimiz endişesi(YMİŞ).

Her defasında yeni bir evrak isteyerek işi yokuşa süren tavırları, 27 Ocak Perşembe akşamı itibarı ile evraklarımızın geri iade edilmesiyle neticelendi. Vize işlemlerimiz ile ilgilenen arkadaş (kendisini sıkıntıya sokmamak için ismini yazmıyor buradan selamlarımı iletiyorum) seyahatimize İtalya üzerinden başlayabileceğimizi söyledi. Niye İtalya üzerinden? Bizim gezi temamız ile İtalya'nın bir ilgisi yok. Ya Macaristan ya da seyahatin ertelenmesi olarak koyduk tavrımızı.

Uçuş tarihimiz 31 Ocak. Dış İşleri Bakanlığımızın himayesiyle vizemiz alındı ve Pazartesi sabahı vizemiz havaalanına yetiştirildi. Uçağa binmeden yarım saat önce.

Bütün bu olanlara ne anlam vereceğimi bilemedim.

Macaristanlıların Türkleri çok sevdiğini biliyoruz. Nitekim daha birkaç gün önce Macaristan Cumhurbaşkanı Pal Schmitt, 1541-1686 yılları arasında Türkler tarafından idare edilen Macaristan'ın, çok şanslı olduğunu vurgulayarak, 'Türkler tarafından 150 yıl boyunca idare edilmemizi şans olarak tanımlıyorum. Ülkemiz Türkler değil de başka bir millet tarafından alınsaydı, dilimizi ve dinimizi değiştirmemizi isteyeceklerdi, biz de asimile olacaktık. 150 yıl boyunca Macaristan Türkler için stratejik bir yer oldu' demişti.

İstanbul Macaristan konsolosluğunun, sarı basın kartıma yayınlanmış onca kitabıma rağmen bana "kaçak işçi" muamelesi yapmış olmasına gönül koymakta haksız mıyım?

Şimdiye kadar Türkiye Cumhuriyeti'nin temsil noktasındaki her davetine icabet etmeye çalıştım. Bir vatandaş olarak yaptığım her işi en iyi şekilde yapmayı gaye edindim. Çünkü bir Müslüman olarak daha iyisini yapmanın dışında bir seçeneğimizin asla olmadığına inandım. Ama şimdiye kadar devletimden hiç yardım istemedim.

Dış İşleri Bakanlığının himayesini talep edişim hayatımda bir ilktir. Bu ilkin bu gezide olmasını çok anlamlı buluyorum. Macaristan'dan başlayıp Çek Cumhuriyet'ine kadar süren, molaları Viyana'da verdiğimiz bu seyahat için Türkiye'ye dışarıdan bakmanın anlamı üzerine yoğunlaşmamı sağladı bu "himaye".

Dış İşleri Bakanlığı bünyesinde kurulan Kamu Diplomasisi biriminin daha aktif olarak hayata geçmesi gerektiğini düşündüm. Türkiye'nin iç işlerinin ne kadar Dış İşlerinin başarısına bağlı olduğunu aynel yakıyn olarak gördüm.

Türkiye Cumhuriyeti'nin hiçbir yazarının, sanatçısının, gazetecisinin evrakı "kaçak işçi" muamelesine maruz kalmamalı. Devlet Bakanımız Bülent Arınç'ın vaat etmiş olduğu "gri pasaport"a en kısa zamanda kavuşmak istiyoruz.

Dediğim gibi Budapeşte notlarımı Macaristan'ın İstanbul konsolosluğundan gelecek özür üzerine paylaşacağım. Beklediğim özür gelmezse Budapeşte faslı burada bitecek.

Ama Çarşamba günü sizlere bin tane çocuğu olan bir aileden bahsedeceğim. Wonder ailesinden. Wonder ailesinin annesi Nadire Kara, babası Yusuf Kara. Moda tabir ile "yok böyle gönül" diyeceğimiz insanlar. Bizim Viyana'da bulunduğumuz günlerde Yusuf Kara Türkiye'de idi. Ama "kızlarından" "Yusuf Baba"larını o kadar çok dinledik ki.

Anlatmaya çalışacağım. Ama orada yazılan destana benim kelimelerim ve cümlelerim yetmez. Üçüncü Viyana kuşatması için yolu Wonder'den geçen herkesi bu "destan"ı yazmaya davet ediyorum.

Türk Hava Yolları'na selam ederim, mutfakta hiç kimse yokmuş...

Türk Hava Yolları birkaç yıldır kanat üstüne kanat taktı. Hem hizmet kalitesini yükseltti hem de bu hizmetin idrak edilmesini kolaylaştıran başarılı bir imaj yönetimi gerçekleştirdi.

Lakin birkaç defadır kör tesadüf benim başıma mı geliyor bilmiyorum ama, yemek konusunda sıkıntılı durumlara tanık oluyorum.

Yemek servisi başlamadan önce ikili bir seçenek sunuluyor ve sizden tercihte bulunmanız isteniyor. İyi, güzel. Ancak tercihinizi söyleyince o seçeneği yerine getiremeyeceklerini ifade ediyorlar. Yolcular iştahlarını seçtikleri yemek üzerinden iyice bir kabarmış iken "o değil bu" dayatması ile karşılaşınca hayal kırıklığı yaşıyor.

Ya insanlara seçim hakkı bırakmayacaksınız ya da seçimini gerçekleştireceksiniz. Benim için hiç fark etmez. Ekmek su olsun gerisini aramam. Ama hem imaj olarak "mutfakta biri mi var ?"diyerek bence gereksiz olan o şık broşürleri dağıtacaksınız hem de dağıtılan broşürün hakkını vermeyeceksiniz.

Hal böyle olunca imaj yönetimi açısından sıkıntılı bir durum doğuyor.

Yorum Yap

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Haber Ara