Yukarıdaki başlık Erbakan Hocanın bağlılarını üzecek biliyorum. Ama Saadet Partisi’nin son kongresinden ve sonrasında yaşananlar değerlendirildiğinde, buna yakın sorular soran bir çok insanla karşılaştım. Bunun üzerine küçük tartışmalara da şahit oldum.
Erbakan hocanın kırk yıldır (yirmi sekiz şubat süreci ve sonrası tartışma konusu kılınsa da) İslam davasına yaptığı hizmetler elbette inkar edilemez. Türkiye’de İslami Hareketin (daha önceden sıkan bir çok dergiyi saymasak) temsilciliğini yaptığı dahi söylenebilir, özellikle Dünyada, Türkiye üzerine yapılmış akademik çalışmaların hepsin de Hoca’nın hareketi İslami Hareket ve Erbakan’da hareketin lideri olarak nitelendirilmiştir. Kurduğu ilk parti Milli Nizam Partisi ve sonrasındaki Milli Selamet Partisi bir partinin yanında bir cemaat olarak çalışmalar yapmış. Kurduğu gençlik kollarıyla İslam davasına bir çok kişinin kazandırılmasına vesile olmuştur.
İnandığı değerleri ifade etme konusunda takındığı tavır eleştiriler söz konusu olsa da takdire şayandır. Fakat yaş ilerledikçe Hoca’da da değişimlerin olduğunu gözlemeye başladık. 1996 iktidarında koltukla olan ilişkileri ona ve Müslümanlara çok şey kaybettirdi. Daha önce darbelere göstermiş olduğu izzet yüklü tavrını burada göremedik. Bu haksız ve zorba baskıya gerekli tepkiyi göster/e/memiş ve geri adım atmıştı. Bu silindirin Müslümanların üzerinden geçmesine ve dağılmalarına onunda payının büyük olduğu gerçeği gözden gelinemez.
Fazilet Partisi’nin kurulması ve sonrasında yaşanan iç çekişmelerde hareketin kazanımlarından çok kendi kazanımlarını önde tutan bir tutum sergilemiş ve bundan da asla taviz vermemiştir. Yaşanan kopuştan sonra onlara karşı almış olduğu tutum, İslami bir şahsiyetin göstereceği tutumdan uzak ve öfke nöbetleri şeklinde olmuştur. (Burada bunu dillendirirken AKP’nin çizgisinin doğru olduğu anlayışı oluşmasın lütfen). Bu öfke onu ulusalcılarla aynı noktaya taşımış ve neredeyse İşçi Partisiyle aynı görüşleri paylaşır konumuna sokmuş bu nedenle Ergenekon’un yayın organı Ulusal Televizyonda konuşmaları dahi yayınlanır olmuştu.
Erbakan Hoca’nın “Milyonlarca insanın olduğu camialarda zaman zaman bir takım sapmalar, yanlışlıklar, hepimizde hatalı düşünceler olabilir. Kendimizi düzeltmemiz, bu hataları ortadan kaldırmamız en önemli vazifemizdir” sözü kulağa küpe yapılmalıdır. Ama bu sözü söylerken kendini müstağni görmemeliydi, söylediği şeyi önce kendisi duymalıdır, duyacaksın ki takipçilerini inandırabilesin. Daha önce bir çok takipçini AKP kaptırmış biri olarak bu son çıkışla sonu hazırlamaktan başka bir durum görünmüyor gibi.
Yine Hoca konuşmanın bir yerinde “İkinci temel uygulama esasımız, ihlastır. Yani biz bu çalışmaları, bütün insanlığın kurtuluşu için yapıyoruz. Allah rızası için yapıyoruz. Milletvekili olmak için, ihale almak için değil. Bu esasları, muhafaza etmek temel uygulama esasımızdır.” fakat Hoca bu kuralı tüm ailesini Parti yönetimine sokmaya çalışmakla zaten yerle bir ediyor. Buna kimsenin inanması beklenmemelidir.
Hoca’nın konuşmasının tamamı varlığına işaret olarak okumak mümkündür. Hoca tüm konuşmasını “Ben varken kimsenin söz söyleme hakkı yok” anlayışına oturtmak istemektedir. İçinde bulunduğu koşulları yok sayarak Genel Merkezi zor durumda bırakmaktadır. İthamlarda bulunmakta ama bu ithamlarını doğrulayamamaktadır. Kendisine verilen bilgi kırıntıları ve evlatlarının ve ak saçlıların konum kazandırmaktan başka bir şey olmadığı anlaşılmaktadır.
Bu son kongre, bu davanın bir aile davası olmadığı ve tüm üyelerinin davası olduğunu ortaya koymaya çalışılmış gibi görünmüştür. Fakat Erbakan’ın çıkışı davadan çok çocuklarını ve ak saçlıları korumak için yapıldığı anlaşılmaktadır.. Acaba Hoca bu kırk yıllık hizmetini Müslümanlar için mi yoksa çocuklarına bir saltanat bırakmak için mi yaptı sorusunu sormadan edemiyor insan. Bir çok insanın yetişmesinde katkısı inkar edilemeyecek olan hoca hareketini ailesine feda mı ediyor?
Erbakan Hocanın kendi eliyle büyütüp geliştirdiği bir hareketi mezara koymadan ölmek istemiyor anlaşılan. Koltuk hırsıyla kendisine gelen eleştirilere kulak tıkayan ve sonraki süreçlerde kendisi yasaklı olduğu için neredeyse tüm aile bireylerini partinin üst yerlerin konumlandıran bir kişiliğe büründü. Hocayı yakından tanıyanlar böyle bir şeyin mümkün olmadığını söylüyorlar. Çocuklarının onun yaşlılığından faydalanmaya çalıştığını ve parti içindeki konumlarını kaybetme korkusu yaşayan ve kaybedenlerin hocayı yönlendirdiğini söylüyorlar.
Her ne söylenirse söylensin bu durum Hoca’nın sadece kendi hareketini mezara gömmek olarak değil, kendisi sağken de kendini öldürmek olarak okumak mümkündür. Bu görev en çok hocanın çocukları ve yakınlarına düşer, iktidar hırsı onları, hocanın itibarsızlaşmasına itmemelidir.
Yorum Yap