Artık hepiniz biliyorsunuz; "Yeni Şafak-Sinema", öncelikli misyonu gösterime giren filmleri -çoğu kez basın bültenlerinden aynen alınmış standart yağlama cümleleri eşliğinde- sizlere tanıtmak olan bir sayfa değildir. Amacımız, sadık okurlarımıza, güncel sinemayla eş zamanlı olarak, onu da bütün bütün ihmâl etmeksizin, köklü ve kalıcı bir sinema bilgisi, dahası rafine bir sinema zevki kazandırabilmek... Bu yüzden, sayfamızda güncel film eleştirilerinin yanı sıra sinemanın tarihi, ekonomisi, ideolojisi, teknolojisi ve estetiğine değinen daha başka sabit köşeler de yer alıyor. Bunlardan sığdırabildiklerimizi baskılı nüsha için hazırlıyor, sayfadan taşanları ise daha geniş vakti olanlar için internet edisyonumuza havale ediyoruz.
"Sinemayı Sanat Yapanlar" da anılan türden bilgilendirici köşelerimizin okur cephemizde en sevilenlerinden biri... Şimdiye kadar 24 büyük yönetmeni konuk ettiğimiz o bölümde, bu pazar da bizler için ayrıcalıklı öneme sahip olan bir sinema ustası, rahmetli Mustafa Akkad'a yer verdik.
"Sinemayı Sanat Yapanlar"ın "en tipik özelliği" satırında, Akkad'ı -onu henüz yeterince tanımayanlara- tanıtırken, bu şehit sanatçıyı "kim olduğunu, nereden geldiğini ve hayattaki temel misyonunun ne olduğunu hiç bir zaman unutmaması" cümlesiyle yâdetmeyi uygun gördüm. Gerek Amerikan sinema piyasasında kendini -ırkı ve diniyle- kabul ettirerek ürettiği seçkin yapıtlar, gerekse kendisiyle yapılan pek çok röportajda dile getirdiği doğaçlama cümlelerle daha yıllar öncesinde sabitlenmiş bir gerçektir bu... "Müslüman Akkad"ı ne Amerikan hayat tarzı, ne pırıltılı Hollywood ortamları, ne sinemanın kendine özgü şeytanî cazibesi hiç bir zaman dağıtamamış; o her ne yaparsa yapsın daima tek bir hedefin peşinde ilerlemiştir. Onca debdebenin tam orta yerindeki bu sarsılmaz duruşuyla da "dünya iktidarının nimetleri karşısında dağılmaya pek müsait" bütün kaypak ruhlar için son derece anlamlı bir karşı-örnek oluşturmaktadır.
İşte, ben de kendi küçük hayatımda aynen bu formatta yaşayan ve çalışan bir adamı tanıma bahtiyarlığına eriştim. O adamın adı Levent Gültekin'dir. Vaktiyle üst düzey bir yönetici olarak görev yaptığı Yeni Şafak'ta bir dizi önemli reklâm-tanıtım başarısına imza attığımız, sonradan da hızını alamayıp patenti kendisine ait başka projeleri gerçekleştirmek üzere yuvadan uçup giden 15 yıllık sevgili dostum Gültekin...
Onunla, 1999 yılında, Muhammed Esed'in "Kur'an Mesajı" adlı meal-tefsirinin promosyonu için omuz omuza gerçekleştirdiğimiz "Onlar İslâm'ı babalarından öğrenmediler" kampanyası, bizim câmiâdaki genç reklâmcı adayları için bugün hâlâ akademik bir ders notu niteliğindedir. Yeni Şafak'a tiraj rekoru kırdıran o kampanyada reklâm sektörünün ağababalarına "az parayla nasıl çok iş yapılır" dersi vermiştik. Sonrasında da benzer türden pek çok armağan kitap kampanyasında bu uyumlu işbirliğimiz devam etti.
Gültekin, 2000'lerin başında, Tophane'deki bir kafeteryada karşılıklı çaylarımızı yudumlarken "Gerçek Hayat" adlı "muhalif ve isyankâr" bir dergi çıkarmak istediğini ilk kez dile getirdiğinde, yanında bulunan iki kişiden biri yine bendim. Sonrasını ise zaten biliyorsunuz, ilk televizyon reklâmları tarafımdan hazırlanan o dergi, "Bu saatten sonra mütedeyyin cenahta dergi mi çıkartılır, resmen parayı çöpe atıyor, üç ay sonra kapanır gider" diyenlere ağzının payını tek tek vermiş ve kendi kategorisindeki en karizmatik yayın olarak sektörde onuncu yılına girmiş bulunuyor.
Ancak, Levent bu; kafasında tasarladığı projeleri realize edip belli bir kıvama getirdikten sonra artık onu yerinde tutabilene aşk olsun! "Gerçek Hayat"ı kurup düzenli bir rotaya sokmasının ardından, o yayını başkalarına devredip bu kez de "Sekiz Sütun" adlı bir internet haber sitesi kurdu. O dönemdeki yankıları da iyi hatırlıyorum; pek çokları "Bu haber sitesi enflasyonunda, ölü doğmuş siteler çöplüğüne yeni bir adres daha eklenmiş oldu" diye vızırdanıyorlardı ki bizim çılgın girişimcinin portalı ilerleyen aylar ve yıllarda memleketin "en popüler 10 haber sitesi"nden birine dönüşüverdi!
Bazı insanların yöneticilik sezgileri ve kabiliyetine pek akıl sır ermez. Gültekin'deki de aynen böyle bir durum... Sonrasında el attığı her işte, girdiği her yeni ortamda, konuya ne denli uzak ya da yakın olursa olsun mutlaka bir fark yaratmayı başardı. Kanal 24 ve Star gazetesi yöneticiliği günlerinde de son derece verimli çalışmalara imza attığını, uzaktan uzağa da olsa takip ettim. "Uzaktan uzağa" diyorum; çünkü bütün bu meslekî serüveni boyunca benim ondan bir topluiğne başı kadar talebim olmadı, aksine başarıları için dua etmekle yetindim. Öyle ki son beş yıl boyunca görev yaptığı kurumlarda kendisini ziyaret etmişliğim bile 2-3'ü geçmez.
Ve nihayet, bundan bir buçuk ay kadar önce TMSF tarafından, geçmiş meslek hayatındaki performansı da göz önüne alınarak, Cine5 Medya Grubu'nun başına getirildi benim sevgili dostum... Ve bilin bakalım, o göreve geldikten hemen sonra yaptığı ilk hareket ne oldu?
Beni aradı ve üç aşağı beş yukarı şunları söyledi:
"Sevgili Ali Murat, Cine5'i derleyip toparlamak, kamuoyu tarafından ilgiyle izlenen, yüksek rating ve reklâm gelirlerine sahip bir kanala dönüştürmek üzere şimdi de buradayım. Amacım, 2010 yılı içinde Cine5'i mümkün olduğunca yüksek bir marka değerine ulaştırmaktır. Seni 15 yıldır tanıyorum, fırsat bulduğunda neler yapabileceğini de gayet iyi bilmekteyim. O yüzden, bu süreçte yanımda olmanı, bana en azından bir adet kaliteli tartışma programı hazırlamanı istiyorum. Çünkü, sen muhafazakâr câmiânın içinden çıkmış en renkli, en kendine özgü gazetecilerden birisin."
Bu benim, hayatımın son 8 yılı içinde "önemli makamlara gelmiş" eski yol arkadaşlarımdan herhangi birinden aldığım "ilk" davet telefonuydu. Yaklaşık beş dakika boyunca nutkum tutuldu, kolumdaki saatten tarihin "1 Nisan" olup olmadığını bir kez daha kontrol ettim. Sonrasında anladım ki Gültekin çok ciddi... Bana inanıyor, bilgi birikimime güveniyor; dahası, benden yeni görev bölgesinde yapacağı atılımlarda dostça destek istiyor.
İlk şoku atlattıktan sonra, "Sen bugüne kadar ne istedin de ben yapmadım sayın başkan!" diyerek teklifini kabul ettim ve hem yapımcılığını, hem de moderatörlüğünü üstleneceğim yeni bir program için kolları sıvadım.
Cine5 için -şimdilik- üstlendiğim ilk proje, 1 Mayıs 2010 Cumartesi gecesi başlayacak olan "Sinema Meclisi" adlı tartışma programı olacak. Hemen belirteyim ki programın konseptinin oluşturulmasında, halen anılan kanalda "Projeler Müdürü" olarak görev yapmakta olan değerli yazar dostum Murat Menteş'in de çok önemli katkıları oldu.
Sınırlı köşemi programın teknik ayrıntılarıyla doldurmak istemiyorum. İnternetteki sinema bölümümüze girerseniz, oradaki basın bülteninden her türlü ayrıntıyı okuyabilirsiniz. Şu kadarını söylemekle yetineyim ki Yüce Allah desteği ve sevgisini üzerimizden eksik etmezse, kendi alanında çıtası epeyce yüksek, her hafta sonu keyifle izleyeceğiniz bir program ortaya koyacağız. Programın hazırlık süreci an itibarıyla devam ediyor ve ben de başta sevgili Gültekin olmak üzere, Cine5 yönetiminin her kademesinden son derece dostane destekler görmekteyim.
Sözlerimi -kullandığım sözcüklere "delikanlılığın kitabı"ndaki en üst anlamları yükleyerek- şöyle noktalıyorum:
Sağol Levent... Sen, nereden gelip nereye doğru gittiğini hiç unutmayan, güzel kalpli bir adamsın. Unutmayanlar da asla unutulmazlar. Allah, giriştiğin mücadelelerde her zaman yolunu açık etsin.
Yeni Şafak
Tokmağı vuruyor ve 'Sinema Meclisi'ni açıyoruz
17 Yıl Önce Güncellendi
2010-04-18 08:36:00
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
SON VİDEO HABER
Haber Ara
Yorum Yap