Dolar

42,8436

Euro

50,6521

Altın

6.170,19

Bist

11.375,42

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 'büyük düşünme' zamanı geldi

19 Yıl Önce Güncellendi

2008-07-05 07:31:00

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 'büyük düşünme' zamanı geldi

58'inci hükûmet döneminde son derece başarılı bir performansla Kültür ve Turizm Bakanlığı yapan, hükûmetin değişmesiyle birlikte ise başlattığı atılımların arkasını getiremeden aleacele bir kararla Millî Eğitim Bakanlığı'na kaydırılan Hüseyin Çelik, enerjisini o gün bugündür Türk eğitim sistemi için harcayan, çalışkan ve üretken bir kabine üyesi... Ancak, bana göre, gerçek bir sanat dostu olarak,. kendisine verilen o ilk makamda çok daha verimli olabilme potansiyeli taşıyordu Sayın Çelik. O yüzdendir ki, kendisinin adını her anışımıda benim aklıma öncelikli olarak Milli Eğitim Bakanlığı dönemindeki hizmetlerinden ziyade, çok daha kısa süren önceki görevi ve o dönemde ortaya attığı ilginç sinemasal projeler geliyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı döneminde Japonya'ya bir ziyaret gerçekleştiren ve 2003 yılı ilkbaharında Nigata eyaletinde kurulan Türk Köyü?nün açılışını yapan Çelik'e, çevresindeki Japonlar sürekli olarak Topkapı Sarayı'ndaki eserlerin ülkelerine geçici bir sergiyle getirilip getirilemeyeceğini sormuşlar. Bunlar arasında da özellikle ?Zümrütlü Hançer? en fazla talep gören tarihî parçaymış. Bakan Çelik, ?Yahu, sizin bu Zümrütlü Hançer merakınız nereden geliyor?? diye sorduğunda ise hep bir ağızdan, ?Topkapı filminde gördük, oradan biliyoruz? cevabını vermişler.

Çelik, sonradan bu ilginç hatırasını TBMM'nin bütçe görüşmeleri sırasında da anlatarak, sinemanın küresel etki gücüne yönelik çok önemli vurgular yapmıştı. Ki kendisinin Kültür ve Turizm Bakanı olarak en büyük hayâli de Türkiye'yi dünya çapında tanıtacak en az üç büyük filmin yapımına öncülük etmekti. Bunlardan ilki ?İstanbul'un Fethi? olacaktı, diğeri ?Cem Sultan ve hayatı?, üçüncüsü ise hem İstanbul'un hem de Topkapı Sarayı'nın eşsiz zenginliklerini gözler önüne serecek kaliteli bir serüven filmi?

Ancak, büyük devletlere özgü o ?planda, projede ve icraatta devamlılık kültürü?nden yeterince nasibini alamamış olan Ankara bürokrasisi içinde bu güzel sinemasal hayâller de onunla başladı ve onunla bitti.

Japonlar'ın 2003 yılı başlarında Bakan Çelik'e ayılıp bayılarak hatırlattıkları ?Topkapı?, izleyenlerin de hemen hatırlayacağı üzere, bir grup uluslararası hırsızın İstanbul'daki Topkapı Sarayı'nı soyma girişimlerini anlatan, 1963 yapımı eğlenceli bir serüven filmidir. Yönetmenliğini Fransız sinemacı Jules Dassin'in gerçekleştirdiği bu film, yüksek bütçesi ve göz kamaştırıcı oyuncu kadrosunun yanısıra, aynı zamanda da Türk devletinin sinema tarihinde sergilediği en büyük ileri görüşlülüğün de simgesi niteliğindedir. Çünkü, Dassin ve ekibi filmi çekmek için kente geldiklerinde, Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Valiliği, İstanbul Belediyesi, Emniyet Genel Müdürlüğü ve diğer bilumum resmî kuruluşlar kendilerine bir daha eşi ve benzeri görülemeyecek türden net bir destek vermişlerdi. Aylarca süren çekimler sırasında çekim ekibinin bir dediği iki edilmedi; onlar için Topkapı Sarayı'nın en fazla gelir getiren, en popüler noktaları bile günlerce kapalı tutuldu ve her istedikleri özenle yapıldı.

Pekiyi, 1963 yılının o ağdalı bürokrasisi içinde yabancı sinemacılara sunulan bu derin hoşgörü boşa mı gitti acaba?

Kesinlikle hayır? Dassin, Türk makamlarından gördüğü bu içten ilgi ve desteğin de etkisiyle, Türkiye hakkında Batı sinemasının tarihindeki en dostâne, en ?kartpostal güzellikteki? filmi yaptı. Ülkemizi dünyaya âdeta bir masal diyarı gibi tanıtan, özenle seçilmiş görüntülerle bezeli nefis bir serüven filmine dönüştü ?Topkapı?. Ve gösterildiği bütün ülkelerde de müthiş bir gişe başarısı elde etti.

Yapımından 45 yıl sonra günümüzde bile hemen her gün bir kaç ülkenin televizyon kanalında gösterilen bu sevimli film, kahramanlarımızın ?Zümrütlü Hançer?in bulunduğu odaya akrobasi ipleri kullanarak tepeden indikleri ünlü soygun sahnesiyle, 1996 yılı yapımı Tom Cruise'lu ?Görevimiz Tehlike? filminin CIA yönetim merkezinde geçen benzer bir sahnesine de ilham kaynağı olmuştur.

Düşünün ki 1963 yılında çekilip gösterime giren bu yapıt, 2003 yılı ilkbaharında (yani tam 40 yıl sonra!) dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Hüseyin Çelik Japonya'ya gittiğinde karşısına çıkıyor ve Japonlar ondan, ?Bizler sizden, 'Topkapı' filminde gördüğümüz o hançeri buraya geçici sergiyle getirmenizi rica ediyoruz? diyorlar.

İşte bu da sinemanın rakipsiz gücüdür. ?Rakipsiz? diyorum; çünkü sinemadan başka hiç bir konferans, panel, broşür, katalog, kitap, reklâm filmi, sergi ya da konser böylesine etkin bir kültürel tanıtımı gerçekleştiremez. Diğer bütün tanıtıcı enstrümanlar da yerine göre önemlidir elbette; ancak onların seslendiği kitleler hep daha sınırlı kalmaya mahkûm... Oysa ki sinema filmleri binlerce salon, televizyon kanalı, DVD piyasası ve çanak antenler aracılığıyla dünyayı sürekli ve baştan aşağı süpürerek dolaşıp duran, geçtikleri her yerde de izlerini bırakan birer kültür elçisi gibiler. Bazen güzel hatıralar ve olumlu yargılara, bazen de kolay kolay silinemeyecek türden önyargılara yol açabilecek, kesintisizce sürüp giden bir gösteri bu?

Geçen hafta, ?Alias? ve ?Lost? gibi, dünya çapında çok tutulan büyük dizilerin Amerikalı yapımcısı J.J. Abrams'dan söz etmiş ve ?Halen ABD'nin en zeki 50 insanı arasında gösterilen bu adam mutlaka Türkiye'ye davet edilmelidir? demiştim.

Bir yurtsever olarak, bu projeyi ve bu ?dizi sihirbazı?nın adını Kültür ve Turizm Bakanımız Sayın Ertuğrul Günay'ın makamına doğru inadına ınadına uzatarak, şimdi aynı sözlerimi bir kez daha tekrar ediyorum.

2010 yılında ?Avrupa kültür başkenti? olacak İstanbul, J.J. Abrams gibi mahir bir yapımcının ellerinde mutlak surette uzun soluklu bir televizyon dizisinin ana çekim mekânına dönüştürülmelidir. Devlet, böylesine ciddi bir küresel tanıtım operasyonu için de gerekiyorsa 3 sezonluk bir diziye sezonu 150 milyon dolardan toplam 450 milyon dolar bayılmaya her an hazır ve hevesli olmalıdır. Telaffuz ettiğim rakamların Türkiye'nin genel tanıtım harcamaları içinde ne kadarlık bir dilime denk geldiğini bürokratlar benden daha iyi bilirler. Ben, rakamların dilinden pek fazla alamam; ancak sinemanın çağımızda artık kültürel tanıtım açısından ne anlama geldiğini ve gücünün nerelere kadar uzandığını o bürokratlardan çok daha iyi bildiğimi sanıyorum.

J.J. Abrams ve ekibinin yazıp yöneteceği ?Istanbul? adlı (?Lost? benzeri gizemler, sürprizler ve türlü türlü gerilimli olaylarla bezeli) üç sezonluk bir bilim-kurgu dizisinin, 2010'lu yılların başlarından itibaren bütün dünyada bir ?İstanbul fırtınası? estireceğini öngörmek için müneccim olmaya gerek yok. Bu hayâl gücü aşırı gelişmiş adamı İstanbul'da böyle bir dizi çekme fikrine ısındırabilmek için Türk devleti elinden gelen her türlü imkânı seferber etmeli ve Abrams'ı önce Ankara, ardından da İstanbul'da profesyonelce ağırlayarak amacını kendisine derli toplu bir biçimde aktarmalıdır.

Dünyanın en ünlü, aynı zamanda da en meşgul sinemacılarından birinin üç-beş günlük bir gezi kapsamında ülkemize gelmesi, İstanbul'un tarihî ve turistik yerlerini gezerek yetkililerden bu kentin yüksek sinemasal potansiyeline ilişkin bilgi alması ve bizlere herhangi bir kesin cevap vermeden ülkesine dönmesi bile uluslararası medya açısından renkli bir magazin haberidir. O yüzden, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın bir kaç günlük ulaşım ve ağırlama bedeli gibi teferruatlara takılmaksızın bu konuda büyük düşünüp büyük kararlar verme zamanı gelmiştir.

Bu ülkenin küresel imajını günümüzde sahip olduğundan çok daha iyi bir düzeye taşıyabilmek için sinema ve televizyonun gücüne her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Ve benim, J.J. Abrams imzasını taşıyacak bir fantastik serüven dizisinin küresel ölçekte tanıtımımız adına ne tür mevyeler vereceğini düşünürken bile, inanın ki içim içime sığmıyor.

***

Konu ile ilgili bir haber için bakınız;

http://www.aksam.com.tr/arsiv/aksam/2003/03/17/gundem/gundem6.html

YENİ ŞAFAK

 

Yorum Yap

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
SON VİDEO HABER

Bin yıllık Türk kültürünün izlerine Tomarza'da rastlandı

Haber Ara