DİĞER İÇERİKLER

© Copyright 2023 - Timeturk İnternet Haber

Bu sitede yer alan tüm içerikler Timeturk'e aittir. Kopyalanması kesinlikle yasaktır.

A PHP Error was encountered

Severity: Notice

Message: Undefined variable: currency

Filename: layout/header.php

Line Number: 566

Backtrace:

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\views\layout\header.php
Line: 566
Function: _error_handler

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\controllers\Detail.php
Line: 836
Function: view

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\indexd.php
Line: 315
Function: require_once

A PHP Error was encountered

Severity: Warning

Message: Invalid argument supplied for foreach()

Filename: layout/header.php

Line Number: 566

Backtrace:

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\views\layout\header.php
Line: 566
Function: _error_handler

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\application\controllers\Detail.php
Line: 836
Function: view

File: D:\home\timeturk.com\httpdocs\indexd.php
Line: 315
Function: require_once

O günler

2012-03-02 07:25:22

Gerçeği bilmekle, gerçeği görmek arasında ciddi farklar var.

28 Şubat, “medyanın rolünün” en fazla olduğu askerî darbeydi, hatta “generaller mi medyayı kullandı, medya mı generalleri kullandı” sorusunun kesin bir cevabının verilemeyeceği kadar iç içe geçmiş bir durum yaşanmıştı o dönemde.

Generallerle medyadaki bazı isimlerin el ele verdiklerini biliyorduk ama Can Ataklı önceki akşam çok “somut” bir olayı anlatıp da gerçeği gözümüzün içine sokunca irkildik.

Ataklı’nın anlattığı olay dehşet verici.

O günlerde Sabah’ın yöneticisi olan Zafer Mutlu, dönemin Turizm Bakanı Bahattin Yücel ve Can Ataklı çok eski arkadaşlar.

Bir gün Mutlu, Ataklı’ya diyor ki, “Git Bahattin’e söyle, Hürriyet’te onunla ilgili dosyalar var ve Hürriyet’çiler onun istifasını istiyorlar”.

Ataklı, Yücel’i bulup bu mesajı iletiyor.

Ataklı’nın anlatımına göre, Yücel bunun üzerine eşiyle çocuklarını çağırıyor ve Ataklı’nın yanında, “Benim bir kusurum yok ama size bırakacağım isim kirlenmesin diye çekileceğim” diyor.

Hikâye korkunç.

Bir gazete, 28 Şubatçı generallerin istediğini gerçekleştirip hükümeti çökertmek için bir bakana şantaj yapıyor.

Ataklı, bunu anlatınca Aydın Doğan programa bağlanıp, “Ertuğrul Özkök böyle bir şey yaptıysa şerefsizdir, onu asarım” diyor.

Özkök, hemen Doğan’a cevaben bir yazı yazarak, “Böyle bir şey yapmadım, yaptığım kanıtlanırsa hem gazeteden istifa ederim, hem de gazeteciliği bırakırım” diyor.

Zafer Mutlu da programa bağlanıp, “Can olayları karıştırıyor” mealinde bir açıklama yapıyor.

Bahattin Yücel de “Ben o tarihten daha sonra istifa ettim, baskıyla ayrılmadım görevden” diye Ataklı’nın hikâyesinin yarısını doğrulayıp, yarısını yalanlıyor.

“Özkök’le Mutlu’yu aradım, ikisi de öyle bir belge olmadığını söylediler” diye de ekliyor.

Anlaşılıyor ki Ataklı ile Yücel böyle bir görüşme yapmışlar.

Ataklı, televizyon programında anlattığı gibi Yücel’e çekilmesini söylemiş, Yücel de adları geçen diğer gazetecileri aramış, onlar da “Ööyle bir belge yok” demişler.

Şimdi herkes geriye çekilince, Ataklı kendi başına gidip Yücel’e şantaj yapan gazeteci durumuna düştü.

Birilerinin yalan söylediği görülüyor.

Doğrusu ya Ataklı’nın bu olayı anlatırken yalan söylediğini sanmıyorum, onun kendi başına gidip bakana o lafları söylemeyeceğini medyayı bilen herkes tahmin eder.

İşin gerçeği çıkar bir süre sonra ortaya.

Sadece bu olay çıkmaz, daha birçok olay çıkar.

Medya bir şekilde “darbeciliğin” hesabını verecek.

Çok insanın hayatını kararttılar, andıçlar yayınladılar, ülkeyi altüst ettiler, seçilmiş bir hükümetin devrilmesinde işbirliği yaptılar.

Hükümetlere emirlere vermeye, bakanlar atamaya kalktılar.

Bir ara “bütün devleti” ele geçireceklerine bile inandılar.

O zamanlar kendilerini nasıl güçlü ve önemli gördüklerini hatırlıyorum.

Yazdıkları yalanları biliyorum.

28 Şubat’tan üç dört yıl sonra aleyhimde büyük bir kampanya başlatmışlardı, bir tanesi hiç söylemediğim sözleri söylediğimi iddia ederek manşetten tamamen uydurma bir haber yayınlamıştı, diğeri hemen onun arkasından gelip bir kitabımı başkasından çaldığımı iddia etmişti.

Hiçbir yerde yazı yazmıyordum o sıralarda, kendimi koruyabileceğim bir sütunum yoktu, ben de televizyon televizyon dolaşıp, delice bir öfkeyle gerçekleri anlatmaya koyulmuştum.

O sırada bana karşı kampanya başlatan grubun en tepesindeki gazeteciyle karşılaşmıştım, ellerindeki televizyonları gazeteleri sayıp, “Ne yapabilirsin ki” demişti, “O kadar öfkeliyim ki bin gazeteniz olsa da fark etmez” demiştim, sonunda yalan söylediklerini kabul etmek zorunda kalmışlardı.

Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar, Akın Birdal benden daha beter iftiralara maruz kalmışlar, sahte belgelerle PKK işbirlikçisi ilan edilmişlerdi, Birdal bu yalanlar yüzünden suikasta uğramıştı.

Şimdi hallerini görüyorum.

Telaşlılar.

Yenildiler.

Hesap vermekten korkuyorlar.

Çok garip ama onların bu halini görmek bende bir memnuniyet yaratmıyor, yenildikleri için olsa gerek onlara duyduğum öfkeyi de kaybetmişim, tiksintiyle karışık bir acıma duygusu uyanıyor sadece içimde.

Baudelaire’in o ünlü “Leş” şiirinde anlattığı hayvan ölüsü gibi bir şeyle karşılaşmışım duygusuna kapılıyorum.

Şantaj, tehdit, yalan, iftira...

Medya bunları çok yaptı.

Birçok alçaklığın içinde yer aldı.

Medya bu alçaklıktan kurtulsun istiyorum doğrusu, medyanın kurtuluşu Türkiye’nin kurtuluşunda önemli bir rol oynayacak.

28 Şubat’ın “leşi” böyle önümüzde yatıp bizi iğrendirirken, ondan dersler çıkarmalı herkes, alçaklık gizli kalmıyor, bundan sonra da kalmayacak.
Görüş Bildir Bizimle Paylaş