Karaman'ın Yeni Şafak'ta "Ölen kim öldüren kim?" başlığıyla yayımlanan (9 Nisan 2015) yazısı şöyle:
“İki Müslüman kılıçlarıyla birbirine girdiğinde ölen de öldüren de ateştedir.
-Ya Rasulallah, şu katil, peki öldürülenin suçu ne, niçin o da cehennemlik oluyor?
- O da diğerini öldürmek istiyordu.”
Cumhurbaşkanımız İran'da şöyle diyor:
“Ölen kim? Müslüman ve insan. Kim kimi öldürüyor diye baktığımız zaman ben burada mezhebe bakmıyorum. Beni ne Şia ne Sünni ilgilendirir. Beni burada Müslüman ilgilendiriyor. Ben insan odaklı olarak bakmak durumundayım. İnsan yaradılmışların en şereflisi. Ama yine insan çok acımasız ve bu kadar insan öldürülüyor. Bunu kabullenmek mümkün değil. Öyleyse bizim biraraya gelerek, oturarak, konuşarak bu işin müzakeresini, müşaveresini yaparak artık bu kana, ölüme hep birlikte bir son vermemiz lazım.”
İslam dünyasında gerçek liderin yerini işgal edenlere bakıyoruz, işleri güçleri şundan ibaret:
Alabildiğine servet edinmek, bir kısmını –ne olur ne olmaz diye– yurt dışına kaçırmak, israf, lüks ve refah içinde hayat sürmek.
Göreceli olarak daha layık olanların işbaşına gelmelerini engellemek için gerekirse düşmanla bile işbirliği yapmak.
Halkın sesini boğazına tıkamak, mazlumların ve mağdurların hak ve hürriyet istemelerini ağır suç sayarak canlarını ve mallarını ellerinden almak.
Kendileri geberdiklerinde yakınlarının aynı zulme ve harama devam etmeleri için tedbirler almak.
Müslümanların malları ve canlarına göz dikmiş olan sömürgecilerle işbirliği yapmak…
Bir de mezhepçiler var.
Kendilerini Ehl-i sünnet avukatı veya bekçisi ilan edenler muhtemelen seslerini yükselterek:
“Ne demek beni Sünni ve Sünnilik ilgilendirmez, İslam Sünniliktir, elbette onu koruyacak, diğerleri ile savaşacaksın” diyecekler.
Beyler, Cumhurbaşkanı “Sünniliği terk edelim” demiyor, “mezhep kavgasını bırakalım, İslam'ı ve insanı korumayı başa alalım” diyor.
İnsanı ve İslam'ı koruyamazsanız mezhebi de koruyamazsınız.
Yıllarca önce İranlı din ve ilim adamlarıyla Türkiye'de yaptığımız bir ilmi toplantının sonuç bildirisinde şu cümleler yer almıştı:
“Dinin usulünde (olmazsa olmaz inanç esaslarında) birleşelim, mezhebin usulünde (mezhepleri farklı kılan inanç ve uygulamalarda) ise tarafları kendi hallerine bırakalım, herkes kendi mezhebini uygulasın, ama mezhep yaymaya çalışmasın.”
Bu hikmetli karar bugün de yarın da geçerlidir.
Bir de para meslesi var. Yine Cumhurbaşkanımız şöyle diyor:
“Döviz kuru noktasında biz başka paraların baskısı altında kalmayalım. Ekonomide İran'ın yerli parasıyla Türkiye'nin yerli parası bizim alışveriş noktasındaki aracımız olsun… Bu konuda daha önce merkez bankalarımızı da milli bankalarımızı da görüştürdük ama hala adımı atamadık.”
ABD'nin parası ne ekonomik durumuna ne de altın gibi görece bir sabit bir değere bağlı. Kararını veriyor, kâğıdı boyayıp dünyaya sürüyor. Çeşitli sebeplerle ülkeler karar almışlar, doları rezerv para yapmışlar, kendilerini kendileri esir etmişler. Söylentilere göre “dolardan çıkmak isteyenleri de ABD cezalandırıyormuş”.
Türkiye, İran, Suûdîler karar alıp birlikte hareket etseler ve bir başka para veya para politikasında karar kılsalar ABD ne yapacak?
İslam dünyası liderini ve şuurlu halkını bekliyor, inşallah er veya geç ışık Doğu'dan gelecektir.