Dolar

35,4856

Euro

36,4774

Altın

3.091,70

Bist

9.977,94

Türkiye'nin bir Suriye politikası var mı?

Suriye ve Irak üzerine yaptığı strateji - analiz çalışmalarıyla tanınan Analist Levent Kemal, Suriye'deki devrim süreci beşinci yılına girerken Türkiye'nin devrim süreci boyunca yürüttüğü Suriye dış politikasını değerlendirdi. İşte Levent Kemal'in oldukça dikkat çekici detaylar içeren analizi:

11 Yıl Önce Güncellendi

2015-03-19 12:07:31

Türkiye'nin bir Suriye politikası var mı?

TİMETÜRK | LEVENT KEMAL | @valkryV
  Suriye’de Dera olaylarından sonra başlayan süreç için pek çok şey söylendi. Kimisi "ABD oyunu" dedi, kimisi bunu fitne olarak ele aldı. Üçüncü yol gibi durmaya çalışan liberal ve küreselci kesim ise durumu radikal İslam ve terör üzerinden okudu.  Garip olan şu ki gerek muhalifler gerekse rejim, ABD’yi reddeden açıklamalar yaparken rejimin propagandası fitne, tekfir, radikal İslamcı söylemleri üzerine kuruldu. Bu söylem, Esed rejiminin ABD ile ‘propaganda da birlik’ yakalamasını sağladı. Tek bir cephe olarak görünür hale gelen bu propaganda birliği, muhaliflerin Suriye’ye özgü koşullarda ve iç dinamikleri değişen yapılarında ‘ortak bir öfke’ ile karşılandı. Böylece ideoloji ve propaganda alanında hem Esed rejimi hem de rejimle ‘propaganda birliği’ halindeki ABD'ye muhalifler arasındaki köprülerin pek çoğu atılmış oldu.
  Ne var ki her geçen gün giderek karmaşıklaşan olaylar, karşılıklı itham ve iddiaları da beraberinde getirdi. Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin isimleri muhaliflerle aynı satıra yazılırken İran başta olmak üzere Rusya, Çin ve örtülü olarak Almanya etkisindeki Baltık ülkeleri rejimin safına yazıldı. 
  ABD ise muhalifler için rejime, rejim için kısmen muhaliflere çalışan ülke olarak değerlendiriliyordu. ‘İkiyüzlü şeytan’ın bu şekilde iki taraf için de düşman kabul edilmesi, bölgedeki en yakın müttefiki Türkiye’yi ve dolayısıyla ilişkilerini Türkiye üzerinden kurgulayan muhalifleri etkiledi. 
  Türkiye yıllar sonra kırdığı kabuğundan çıkmıştı ve istihbarat teşkilatı açısından her türlü saha etkisine açıktı.  Bu etki, rejimin “muhaliflere ABD yardım ediyor” söylemi ile İran’ın komplo ve korku temelli teorilerine mahal oluşturacak mahiyetteydi. Kısacası Suriye’deki muhalefeti değiştirip dönüştürme işi için maşa haline getirilen Türkiye, ABD’nin ikili politikası ile stratejik konumunun bölgesel gerçekliği arasında sıkıştı kaldı. 
  Peki, Türkiye neden bu kadar ‘sıkıntılı / sıkışık’ ve hareketsiz bir pozisyonda? Sanırım bunu anlamak için stratejik üst okumalardan ziyade ‘eyleme’ bakmak gerekiyor. 
  *** 
  Suriye Devrimi başladığında, Arap Baharı’nın etkisi ile ortaya çıkan ‘ıslah’ taleplerinin şiddetle bastırılması süreci Devrim’e dönüştürürken; Türkiye çözümü Şam rejimiyle diyalogda aramaktaydı ve  Irak savaşında ciddi bir saha tecrübesi edinen Türkiyeli aktivistler, Suriye’de geri dönülmeyecek bir yola girildiğini biliyordu. 
  Kimi iş çevreleri de Suriye’de kopacak fırtınanın farkındaydı. General Electric, olayların büyümesi ve rejimin şiddete yöneleceğin öngörüsünden ötürü Suriye’de yapmayı planladığı santral yatırımlarını geri çekmiş, kendilerine aracılık eden Türkiyeli firmaları da uyarmıştı. Bu olay ise CIA’in Şam bürosu aracılığı ile çatışmaların başladığını duyurmasından yaklaşık 10 ay önce olmuştu. Diğer yandan Bosna merkezli faaliyet yürüten ve Türkiye ile oldukça sıkı bağları olan başka bir ‘finans’ odağı Halep’te kuracağı fabrika yatırımını geri çekmişti. Ruslar da Rakka’da yapacakları teknik yatırımları dondurmuştu.  
  Aynı zaman zarfında, Kuzey Suriye’deki olayların Al Jazeera ya da diğer Arap kanallarına canlı telefon bağlantısıyla anlatılabilmesi için Türkiye’nin çeşitli yerlerinden çuvallarla kullan-at cep telefonu kartı, Lazkiye, Halep, Hama ve Şam’a sokuluyordu.   
  İlk silahlar patladığında ve çatışmalar süreklilik kazandığı evrede Özgür Suriye Ordusu’nun Hatay Reyhanlı’da gayrı resmi olarak açtığı ofis, Halep ve Lazkiye çevresi ile telsiz teması kurduğunda Türkiye savaş öncesi bölgede olan bazı haber elemanları dışında henüz sahada değildi. Ama Kale'tul Saman (St.Simon Citadel) tepesinde bir aktarım istasyonu kurulmuş, son yıllarda herkesin adını sıkça duyduğu Atme ve Hatay’ın güneybatı sınır eşiğine gelen Yamadi’de kampların ve sağlık hizmetleriyle ilgili sistemlerin kurulumu, Türkiye’nin ABD için de çalışan istihbaratçılarının tuttuğu raporlarda isimleri çeşitli örgütlerle hususen anılan Türkiyeli aktivistler tarafından tamamlanmıştı. 
  Türkiye ise o zamanlar ‘diplomatik’ bir çözüm arayışında idi. Bu arayışın ise sadece bir söylem inşası için işe yaradığı gerisi için ise elle tutulur politik bir getiri sağlamadığı çok zaman geçmeden anlaşıldı. 
  Muhtemeldir ki Türkiye’nin Suriye konusundaki en büyük hatası ‘insani yardım’ faaliyeti ile ‘politik aktivasyonu’ birbirine karıştırması oldu.  Neredeyse bir asır boyunca ABD’nin ‘övmeden dövdüğü’ müttefiki, Suriye’den gelen iki milyon insanı ağırlamak ile Suriye’deki cepheye sahip olduğunu düşündü. 
  Oysa savaş / çatışma alanlarında ‘söylem’ sorunu çözmüyor. Sorun, söylemi üreten bir araç haline geliyor ve ‘sorunun devamlılığı, söylemin devamlılığı için ihtiyaç’ haline geliyor. 
  Diğer yandan insani yardım da yerinde, yani Suriye’de, bir faaliyet olarak yapılmadığı için siyasi açıdan beklenen etkiyi doğurmadı.  Herkes bilir ki insani yardım saf manevi bir hizmet dışında istihbarat örgütleri ve/ veya yan kuruluşlarının alana sızma aracıdır. İşte tam bu evrede Türkiye ‘içeri aldıkları ile dış politika yaptığını sanma’ hatasına düştü. Üstelik bir çatışma alanında, üstelik CIA’in elini kolunu sallayarak gezdiği Suriye üzerinde. 
  2011 sonuna gelindiğinde resim bugünkünden biraz daha iyi sayılabilirdi. Ancak Türkiye’nin her saha hareketi için ABD’ye danışması, Suriye’deki devrim sürecini gerekçe gösteren İran’ın bölgedeki mezhepçi etkisini arttırmasına yol açtı.
  *** 
  2012’nin başlarında her şey uzun bir döneme yayılırken ve keskin karşıtlıklar içinde şekillenirken Türkiye, Esed’in 2028’e kadar görevde kalmasını sağlayan anayasa değişikliğini unutup 2014’teki seçimleri olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyordu. 
  Aradaki iki yıl içinde ‘operasyonel olarak’ Suriye’de varlık gösterilememişti ve bunun yanında Türkiye’nin büyük bir ‘okuma’ eksiği de vardı. Suriye konusunda Türkiye'nin yürüttüğü diplomasi ise tam olarak bu ve benzeri eksikler nedeniyle tepe taklak oluyordu.
  2004’teki ABD komite raporuna da yansıdığı gibi Rusya’nın ‘miğfer’ açılımı için vazgeçilmez gördüğü Suriye nedeniyle Türk diplomasisi ilerleyemiyordu. İç politikada bu ‘tıkanışı’, enerji bağımlılığı okumaları üzerinden ‘anlaşılabilir’ kılma çabaları vardı. Oysa daha 2001 yılında National İnterest’de yayınlanan bir Avrupa raporunda, ABD’nin Rus etkinliğini güney çemberinde kırmak için kuzeydeki Ukrayna’ya tam destek vereceği ve Almanya’nın böylece ABD ile AB arasında ‘uzlaşmacı’ bir köprü olarak Rusya’yı Asya içine gömeceği yazılıyordu. Öyle de olacağını gösteren bir dizi gelişme de gerçekleşmişti.  
  Ardından 2012 yılında Jamestown Vakfı, Ukrayna’da bir dizi “enerji ve geçiş yolları ile Karadeniz güvenliği” konulu toplantı düzenliyordu. Tam da bu sırada Ukrayna kaynıyor ve ABD’nin 2002 sonundan bu yana işlettiği çarkların hızı ülke içinde görünür hale geliyordu. Tüm bunlar Türkiye için Suriye konusunda bir şanstı. Ancak Türkiye, nasıl oldu ise, bu süzülüp gelen ve kolayca fırsata dönüştürülebilecek süreci görmedi. Rus etkinliği karşısında İstanbul Boğazı’ndan geçerek Tartus ve Lazkiye’ye silah / mühimmat taşıyan gemilere karşı tek bir hamlede bulunamadı. 
  İran konusunda da aynı ‘enerji’ söylemi Türkiye’nin Suriye politikasında karşımıza çıktı. Ne var ki Türk siyasi tarihinin en büyük darbe girişimlerinden biri olan 17 ve 25 Aralık’ın faillerinin ortaya attığı iddiaların çürütülme evresinde Türkiye’nin İran’a bağımlı olmadığı da anlaşıldı. 
  Havzası itibariyle geniş ölçekli bir ticaret ayağına sahip olsa da ‘görece ambargo’ nedeniyle sıkıntıda olan İran’ın art pazarında, Pakistan ile Türkiye arasındaki iyi ilişkiler kullanılarak Hint Bankaları ile – Ağa Han aracılığı ile -  oluşturulan ilişkisi, uluslararası arenada deşifre edilebilir ve İran’ın Batı yönündeki tek alternatifi – Rusya’nın Ukrayna’da yaşadığı sorun itibariyle – olarak Türkiye, Suriye kartını rahatlıkla oynayabilirdi. Ancak Türkiye bunu da kullanmadı. 
  Diplomatik olarak bir oyuna gireceğiniz zaman, kartlarınızın ‘romantik’ ve ‘hümanist’ söylemden daha güçlü olması gerekir. Türkiye’nin konum ve ekonomi olarak bu imkânı varken bunu kullanamaması ise ‘oyun kurucu’ olmaktan çok uzakta olduğuna işaret ediyor. 
  Tüm bu eksiklikler / hatalar nedeniyle Suriye’de ilk saha tecrübesini CIA hamiliğinde gerçekleştiren Türkiye’nin, 2012 Ağustos’u itibariyle Suriye sahasındaki gelişmelerden haberdar olmaması ya da kendi elemanlarının Ankara’yı haberdar etmemesi ‘sorunu’ karşımıza çıkıyor.
  ***
  Suriye’de rejim ile Özgür Suriye Ordusu arasındaki çatışmalar devam ederken 2011 sonunda Suriye’nin kendi koşullarındaki çeşitli İslami görüşlere sahip direniş odakları oluşmaya başladı. Çoğunlukla Irak’a Esed tarafından gönderilen ya da gönüllü giden ve Irak El Kaide’si bünyesinde ABD'ye karşı savaşmaları istenilen kadroların Suriye’ye döndüklerinde tutuklanan önemli isimleri, bu yeni odakları kurdu. Doğal olarak bu yapılar ABD tarafından 'El Kaide’ci olarak etiketlendi.  Bu daha başlangıçtı. Yine de bu odakların Suriye’de bugün itibariyle üstlendikleri rol, devrimin motoru olmaları ki bu ilk günlerden kendisini belli etmişti. 
  İlk zamanlarda küçük ve pervasızca hareket eden birçok grubu daha disipline hale getirerek kimi ‘çete’ örgütlenmelerini de bünyesinde eriten İslami odaklar ile 2012 yaz aylarına kadar mesafesini koruyan Özgür Suriye Ordusu, rejimin giderek daha şiddetli saldırması sonucu bir açıklama yaptı. Açıklamada özetle “Silah desteği alamazsak El Kaide ile çalışırız” deniliyordu. Tam da ABD’nin istediği olmuştu. 
  Türkiye bunu da göremedi. Çünkü – görünen o ki – bugün olduğu gibi o zaman da Ankara saha raporlarını ‘her şey yolunda’ şeklinde ele alıyordu.  
  Türkiye’nin bu ‘sıcak cephe’ açıklamasını okuyamaması o sıralarda – bugünlerde hiçbir işe yaramayan - Suriye’nin Dostları Grubu toplantılarının iç politikadaki reklamını yapmasından kaynaklanıyor olabilir, kim bilir belki de aynı düzlemde daha başka bir şey.  Suriyeli muhalifler yerleşik bir militarist rejime karşılık savaşırken kısıtlı imkânlarla hareket ediyordu ve ABD’nin BM üzerinden ‘diplomatik çözüm’ oyalaması içerisinde silah kaçakçıları ya da CIA dışında bir şansı olmayan Özgür Suriye Ordusu üzerinden Suriye'deki silahlı muhalefet ‘dizayn edilmeye’ çalışılıyordu. 
  Fakat ortalama bir Suriyelinin iki hassasiyeti vardı: ABD ve İsrail. Esed’e karşı bile uzlaşılmaz olarak görülen bu iki unsurdan biri olarak hali hazırda bölgede olan ABD’nin ‘silah ve mühimmat üzerinden dizayn’ girişimi kendi halkını tanıyan Özgür Suriye Ordusu’na ABD’ye nazire edercesine “El Kaide ile çalışırız” açıklamasını yaptırdığında Türkiye’nin de aslında ‘mühimmat desteğini şartlı’ verdiği sahaya bomba gibi düşmüştü. ABD’nin şartları ne idiyse Türkiye’nin de şartları oydu. İslamcı olmayacaktınız. 
  Oysa standart bir Suriyelinin, Türkiye’nin iliklerine kadar işlemiş Batıcı laisizmine göre İslamcı ya da El Kaideci olarak yaftalanması oldukça kolaydı. Bu ‘bilgisizlik’ ile Türkiye, Suriye’nin geçmişinden gelen çeşitli dini yönelimleri o kadar iyi tanımadığını ya da ‘teorik olarak tanısa bile kabul etmek istemediğini’ açığa vurmuş oldu. 
  Tanımadığını düşman ya da ona tanıltıdığı gibi kabul eden klasik hatanın sonuçları ise Türkiye’nin 2012 sonundan itibaren Suriye içi hareketlerini MOM ile yürütmesine neden oldu. MOM, müşterek operasyon odası, ABD ve Türkiye’nin Suriye içindeki kimi grupları desteklediği oluşum. Gelgelelim bu oluşumun ‘kriterleri’ de yukarıda bahsettiğim gibi İslamcı olmamak ile başlıyor ve daha ileriye gidiyordu. MOM’un kriterleri 2014 sonunda IŞİD’in Nusra’yı bile tekfir ederek çıkış yapmasının neredeyse birinci yılında ‘güncellendi’. 
  IŞİD üzerinden başlayan bir propaganda dalgası, Türkiye’nin içerdeki ABD linki haline gelmiş cemaat ve Kemalistlerin de kullanılmasıyla Türkiye’yi de iyice köşeye sıkıştırır hale gelmişti. Birden ortaya atılan ve tutarsızlıklar içinde sunulan ‘kronolojisi’ ile Horasan adında bir örgüt uydurulduğunda MOM da kriterlerine ‘İslamcı yapıların lokasyonlarını belirleme’yi ekledi. Böylece Türkiye de ister istemez ABD ile yan yana göründü. 
  Bu olaylar olurken MOM yardımlarını alan Cemal Maruf ve Hazm gibi grupların yanı sıra Suvvar Rakka ve Mehmet Şandır’ın kurdurup idare ettiği Türkmen Meclisi taraftarları, çoktan ‘tüccar’ ya da ‘hırsız’ olarak tanımlanmıştı. 
  Cemal Maruf’un, İdlib’teki merkez karargahına gelen silah ve mühimmatı aldığı gibi ‘satış ilanı’ çıkardığını Suriye’de bilmeyen yokken Türkiye bu ismi medyasında ‘büyük komutan’ olarak gösteriyordu. Silahları sattığı ve bazı suikastlar için lokasyon ve teknik bilgi paylaştığı söylendiğinde Maruf’u savunanlar, hiçbir zaman MOM yardımlarını almasına rağmen Nusra’ya nasıl 24 saatte yenildiğini açıklayamadı. Diğer yandan Maruf’a göre daha aktif olan ve Halep'le Cisri Sugur’da savaşan birimleri bulunan Hazm ise ABD yardımı ile ayakta duruyor, yer yer İslami yapılara karşı tavır alıyor ve İdlib – Halep hattında tuttuğu stratejik yola rağmen rejimin Halep lojistiğine müdahale etmiyordu. Onun da sonu Maruf gibi oldu ve 3 gün içinde onca silah ve mühimmat yardımı almasına rağmen Nusra’ya karşı koyamayıp sahadan silindi.
  Türkiye’nin her Suriye söyleminin içinde kendilerine yer bulan Türkmenler içinse sorun daha büyük ve can alıcı idi. Hala da öyle. MHP’li vekil Mehmet Şandır’ın muhaliflerce Rakka ve Halep’teki gruplardan kovulan birkaç ‘tüccar’ Türkmen aracılığı ile kurdurduğu Meclis, tüm Suriye Türkmenleri’ni temsil iddiasında bulunmasına rağmen durum tam tersi idi. Ne var ki Ankara buna hiçbir zaman kula asmadı. Şandır’ın ekibi dışındaki Türkmenler ‘servis üzere’ IŞİD’ci olmakla itham edilirken IŞİD’i Lazkiye’nin kuzeyinden çıkaranlar zan altına alınan Türkmenlerdi ve Şandır ekibinden hiç kimse orada değildi.
  17 ve 25 Aralık darbe girişimlerinin ardından Adana’da durdurulan tırlar Türkmenlere gidiyordu denmesine rağmen Bayırbucak’ta gerçekten savaşan Türkmenlere MOM odası tarafından ambargo uygulanıyordu. Liva Aidiyat denilen, Türkmen Dağı denilen ve Türkmen Tugayları’nın konuşlandığı bölgeyle alakası olmayan bir grup ise Türkmenler adına tüm MOM yardımlarını alıyor ve Ankara bu gruba giden malzemeler üzerinden ‘Türkmenlere yardım gitti’ raporlarıyla ‘oyalanıyor’du. 
  ABD’nin 2011 ve 2012 yılları boyunca süren ‘diplomatik’ oyalama taktiği Özgür Suriye Ordusu’nu Suriye’nin doğasından ötürü savaş için ihtiyaç duyulan ‘kaynak’ nedeniyle İslami yapılara yakınlaştırırken, ABD tümden Suriye’yi dizayn etme şansını el ediyordu. Aksi bir durumda, yani ÖSO’nun İslami yapılara yakınlaşmaması durumunda ise zaten (ÖSO’nun) yaşama şansı olmadığı da Maruf ve Hazm örnekleri ile somutlaşıyordu. 
  Bu ‘çember’ bir yandan dönerken Türkiye, Suriye sahasına geç girdiği ve ‘Suriyelileri tanımadan’ girdiği için ABD’nin saha çalışmaları içinde savruluyor, Suriye içindeki en yakın müttefiki Türkmenler konusunda bile İHH ve diğer yardım kuruluşlarına ‘terörist’ diyen yerel yetkililerin ABD kalemi ile yazdıkları raporlar nedeniyle ‘her şey yolunda’ sanıyordu. 
  Oysa hiçbir şey yolunda değildi ve Türkiye en baştan beri yaptığı hataları ısrarla devam ettiriyordu. Tüm olan bitenin farkındaki Esed ise Suriye ve Türkiye içinde “Türkiye, ABD ile beraber ülkenizi sizden almak istiyor” propagandası yapıyor bu propaganda en zayıf etki olarak muhaliflerin Türkiye’den uzaklaşmasına neden oluyordu. 
  Bir buçuk yıl önce ‘gelsin Türkiye bizi kurtarsın’ diyen muhalifler şimdi Türkiye’ye ‘oradaki ailelerimize iyi bakıyor Allah razı olsun ama devrime karışmasın’ diyor. 
  Türkiye’nin dünyada en çok Suriyeli mülteciye kapı açan ülke olması her yerde her zaman takdir edilirken Suriye muhaberatı gibi bir unsurun bu kamplar üzerinden ülkeye sızma girişimleri gözden kaçmışa benziyor. Kimi kamplarda ikamet eden ve muhalif Suriyelilerce bilinen muhaberat üyelerinin Türkiye’de ‘Suriyeli imajı’ üzerine çalıştıkları çok defa dillendirilse bile bu ‘sümen altı’ ediliyor. Çünkü artık buradan geri dönüş yok. Burada en başlarda dediğim şeyi hatırlatmak istiyorum: İnsani yardım yerinde yapılırsa hem insani olarak siyasal olarak getirisi olan bir faaliyettir. İçeri aldığınız mülteciler üzerinden dış politika yapamazsınız. 
  *** 
  Sonuç olarak Türkiye’nin Suriye konusundaki okuma eksiklikleri, geç kalmışlığı, Suriye’yi tanımaması ve her adımında ABD’den onay beklemesinin sonuçları yavaş ama ağır şekilde faturaya dönüşüyor. Atme, Salkin ve Deyr Zor saldırılarında tüm gözler Türkiye’ye döndü. ABD’nin sınırımıza neredeyse sıfır noktasında gerçekleştirdiği saldırıda Suriyeliler, ABD’den daha çok Türkiye’ye kızdı. Salkin’de de aynı şey oldu. Ancak Türkiye’nin hükümet politikalarına yakın medyası saldırıları Esed yaptı dedi ya da faili belli değil diyerek ‘kaçtı’. Angajman soruları cevapsız bırakıldı. Cebel-i Ekrad (Kürt Dağı) ve Cebel-i Türkmen’deki (Türkmen Dağı) çoğu Iraklı Şii milislerin yığınağı ve Esed ordusunun sınıra yüz metre mesafeye kazdığı mevzilerin adı bile geçmedi. İdlib’te geçtiğimiz gün gerçekleşen kimyasal saldırıdan önce Kefr Zita’ya yaklaşık 50 kimyasal saldırı yapıldı. Waer bölgesine de hemen hemen her hafta aynı şekilde saldırdı Suriye rejimi. Ama Türkiye bunları görmedi, ya da görmek istemedi. ABD de görmemişti. 
  ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin Esed ile müzakere sözleri Beyaz Saray tarafından ‘rejim ile müzakere’ olarak düzeltildiğinde Türkiye’de Irak’ın devrik lideri Saddam Hüseyin’e ve Baas’ına lanet okuyan herkes Suriye’de 'Baas kalsa da olur' dedi. Bu inanılmaz kavramsallaştırma çalışması nihayetinde Marx’ın deyimi ile ‘yanlış bilinç’ kurma operasyonunun sonucuydu. Esed ile rejim birbirinden ayrıştırılırken militarist sistemlerin karizmatik lider özelliği terminoloji dışına itiliyordu adeta. Yani ABD Türkiye’deki ‘siyasal aklın kitabını’ çarpıtmalar ile yeniden kurguluyordu. Hala da öyle. 
  Türkiye’nin bir Suriye politikasının olmadığının kısa özeti bu tablonun acısının bugün Suriyelilerden yarın ise bizlerden çıkacağı aşikâr. Türkiye bölgenin ilerleyen yıllarda en acılı ülkesi olma yolunda, ABD’nin arkasından gidiyor. Zira dış politikanız yoksa ‘düşmanın sızması’ kolay oluyor. 
 

Haber Ara