Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Suriye: Esed ve IŞİD arasında bir 'onur devrimi'nin hikayesi

Bugün 15 Mart 2015. Tam dört yıl önce bugün, Suriye'de milyonlarca insan hakkı olan dışında hiçbir şey istemeden sokaklara çıktı. Dört yıldır kan denizinde boğulmaya çalışan insani talepler, hala o 'kan denizi'nin üzerinden yüzmeye çalışıyor.

11 Yıl Önce Güncellendi

2015-03-15 11:06:44

Suriye: Esed ve IŞİD arasında bir 'onur devrimi'nin hikayesi

TİMETÜRK | HABER MERKEZİ | @ensarcaliskan

Dört yıl önce, 18 Mart 2011 günü Şam'ın merkezinde ve Hamidiye Çarşısı'nın hemen yanındaki Emevi Camii'nde birkaç genç Ramazan el Buti konuşurken ayağa kalktılar. Suriye'de istibdat düzenini yıkan, 1960'lı yıllardan beri ülkede hüküm süren Muhaberat rejiminin oluşturduğu korku dağlarını devirenler işte o gençler ve o gençler gibi ülkenin dört bir yanında ayağa kalkanlar oldu.  Ayağa kalktılar ve onlarca Muhaberat üyesinin belki de yüzlerce polisin ortasında 'Hurriya' diye haykırdılar. Selahaddin Eyyubi'nin ordugahını kurduğu Şam'da sağına ve soluna kim var diye bakmadan ayağa kalkan gençleri Muhaberat tarafından gözaltına alındılar ve büyük bir ihtimalle gözaltında kayboldular. Ramazan el Buti, camiden ancak polis korumasında çıkabildi. Fiilen Esed ailesinin diktatörlüğü altında geçirilen 31 yılın sonunda Suriye halkı özgürlüğü için sokaklara döküldü.

Olayların tarihsel gelişimi üzerine düşünmeyi ideolojik gerekçelerle reddeden 'mezhepçi' kesimler dışında belki de herkesin altına imza atabileceği Suriye Devrimi, yüzde 12'lik bir kesimin ülkenin bütün kaynaklarını sömürdüğü, askeri, siyasi ve ekonomik bütün alanları kendi kontrolünde tuttuğu adaletsiz bir rejime karşı ortaya çıktı. Dera'da sokaklara çıkan ve duvarlara devrim sloganları yazan çocuklar Muhaberat tarafından gözaltına alınana kadar talepler büyük oranda 'ıslah' temelliydi. Öyle ki duvarlara 'Eş Şab yurid ıslah'un Nizam' (Halk rejimin ıslahını istiyor) yazılıyordu. Henüz doğrudan bir devrimden bahseden yoktu ve halk 'Babası gibi olmadığına' inandığı Beşar Esed'in sistemi ıslah edebileceğine dair umutlar besliyordu. Fakat 25 Mayıs 2011 günü Dera'dan gelen bir haber Suriye halkının Sünni çoğunluğunu çileden çıkardı. 29 Nisan 2011 günü, yoğun gösterilerden ötürü kuşatılan Dera'da Hamza Ali el Hatib isminde bir çocuk gözaltına alınmıştı ve ailesinin verdiği bilgilere göre 24 Ekim 1997 tarihinde doğan Hamza Ali el Hatib, gözaltına alındığında henüz 13 yaşını tamamlamıştı. 25 Mayıs 2011 günü cesedi ailesine teslim edildiğinde ise, Cize köyünden el Hatib'in vücudunda üç kurşun yarası vardı. Cinsel organı kesilmişti. Vücudunun dört bir yanında söndürülmüş sigaralardan kalan izler vardı. Kalın sopalar ve hortumlarla dövülen vücudunda pek çok kemik kırıktı. Hamza'nın çocuk bedeni çürüklerle ve eziklerle doluydu. 

Korkacağı ve sokaklardan çekileceği düşünen halk, 26 Mayıs günü bir önceki günden çok daha kalabalık bir insan seli olarak aktı Dera sokaklarında. Öfkeliydiler çünkü Hamza'nın cesedi omuzlarındaydı. Bu öfkeyi fark eden rejim bir adım daha ileri attı. Nisan ayının sonunda muhaliflerin tek bir silahı bile yokken Suriye Ordusu Dera'ya geniş çaplı bir askeri harekat başlattı. Tanklar ve ağır silahlarla desteklenen Ordu birlikleri sivil gösterileri bastırmak için Dera'ya girdiğinde Esed rejimine yakın pek çok kaynak ülkenin diğer bölgelerinde büyüyen gösterilerin Dera'dan yayılan dehşetle yatışacağını düşünüyordu. Ancak Dera'daki operasyonla birlikte herkesin reform ilan edeceğini sandığı Esed'in halka seslenişinde 'Gerekirse savaşırız' demesiyle Suriye'de herşey değişti. Önce Humus'ta yüz binlerce sokaklara döküldü. Gösterilere 'öfke günü' deniliyordu ve özellikle camiilerde örgütlenen halk Cuma namazlarının hemen peşinden sokaklara akıyordu. Rejim tarafından katledilen Hamza Ali el Hatib'in fotoğraflarını taşıyan Humuslular artık reformdan değil 'devrim'den bahsediyordu. 'Eğer savaşsa' diyordu Suriye halkı, 'Savaşa da hazırız'. Nitekim Suriye halkının ayağa kalkan ilk onurlu evladı Albay Hüseyin Harmuş oldu. Daha sonra Nusayri asıllı olduğu belirtilen MİT mensubu Önder Sığırcıkoğlu tarafından Suriye rejimine teslim edilen Hüseyin Harmuş, Cisreşşuğur kasabasında gösterilere müdahale etmesi istenen bir Suriye Ordusu birliğinin komutanıydı. 4 Haziran 2011 günü gece geç saatlerde halkı katletmek istemeyen askerlerle birlikte Cisreşşuğur'un merkezindeki askeri birlikleri ve polis karakolların basan Hüseyin Harmuş, rejime bağlı 120 asker ve polisi öldürdü. Daha sonra Türkiye sınırına çekilen Hüseyin Harmuş Özgür Suriye Ordusu ismini verdiği askeri direniş örgütünü kurdu ve ilanın ardından rejimin katliamlarına ortak olmak istemeyen bütün askerleri kendi saflarına katılmaya çağıran videolar yayınladı. Bu çağrı sonrası on binlerce asker Ordu'dan firar etti ve silahlı muhalefetin oluşturduğu geniş tabanlı itifaka katıldı. 

Belli bir ideolojik formdan daha çok devrim odaklı bir yapı olarak ortaya çıkan Özgür Suriye Ordusu aslında keskin nişancıların hedefindeki göstericileri koruma hedefiyle yola çıkan 'Sivilleri Koruma Kurulu'nun devamı niteliğindeydi. Hüseyin Harmuş'un eylemi de Dera, Humus ve Hama'yı kuşatma altında tutarak 15 Mart 2011'den aynı yılın Haziran ayına kadar binlerce sivili keskin nişancı ateşiyle öldüren rejime tepkiydi. Ancak Suriye rejimi bu tepkiyi geri adım atması gereken bir nokta olarak görmedi. Aksine şiddeti daha da yükselterek 2011 yılı Temmuz ayının başından itibaren fiilen bir darbeye girişti. Humus, Tartus, Şam kırsalı, Hama, Dera ve Halep kırsalı gibi pek çok bölgede çok yönlü bir saldırı başlatan Suriye Ordusu, 2012 yılının başına kadar kanlı operasyonlarını sürdürdü. 2012 yılının Şubat ayında Humus'un Baba Amr mahallesine ağır silahlarla giren Esed güçleri iki gecede yüzlerce sivili katlettiler.

'Barışçıl gösterilerle' herhangi bir sonuç alamayacağını bu saldırılar sonrası artık net bir şekilde idrak eden Suriye halkı aynı dönemde muhtelif askeri örgütler oluşturmaya başladı. Özgür Suriye Ordusu bünyesindeki yapıların dışında İslami gruplar da örgütlenmeye başladılar ve Ahrar'uş Şam, Sükur'uş Şam, Liva el Hak, Liva et Tevhid gibi gruplar ülkenin kuzeyinde güçlenirken ülkenin güneyinden Humus'a kadar uzanan hatta da Liva el İslam ( Ceyş'ül İslam ) başta olmak üzere onlarca bağımsız direniş hücresi oluşturuldu. Pek çok bölgede gerilla yöntemiyle saldırılara başlayan Suriyeli devrimci güçler, Türkiye sınırından Halep ve İdlib merkezine kadar olan kırsal bölgeyi birkaç ay içerisinde ele geçirdiler. 2012 yılının Temmuz ayında ise Abdulkadir Salih liderliğindeki devrimci güçler, Halep merkezine ani bir baskın düzenlediler. Halep merkezinin yarısını bir hafta gibi kısa bir sürede ele geçiren Suriyeli devrimciler ülkenin ekonomik başkentine darbe vurarak Şam rejimini çıkmaza sürükleyen adımı attılar. Sonrasında Halep'in kuzeyinde temizlik operasyonu başlatarak ilk darbeyi takip eden bir sene içerisinde Halep'in kuzeyini, doğusunu ve batısını büyük ölçüde rejim güçlerinden arındırdılar. 

İslami muhalefetin güçlenmesinin ardından Lazkiye, İdlib, Halep üçgeninde etkinliğini arttıran devrimciler aynı dönemde Şam kırsalında da Guta, Duma, Cobar, Zabedani ve Kalemun gibi pek çok bölgeyi ele geçirerek Şam'ın merkezindeki rejim güçlerini bir anlamda hapsettiler. Lübnan sınırındaki Humus'a bağlı Kuseyr'in ele geçirilmesiyse rejim açısından dönüm noktası oldu. Kuseyr'in düşüşüne kadar Suriye Ordusu'na belli bölgelerde sınırlı destek sunan Lübnanlı Hizbullah örgütü militanları, İran'ın örgütleyerek Suriye'ye gönderdiği binlerce Şii milis ve artık askeri bütünlüğü kalmayan Suriye Ordusu güçleri yüzlerce sivili katletme pahasına Kuseyr kentini üç gün boyunca Katyuşa tipi roketlerle dövdüler. Havadan da ağır şekilde bombalanan Kuseyr şehri, 2013 yılının Mayıs ayında Şii milislerin eline geçti. Kuseyr'de Sünnilere ait bir caminin minaresine çıkan Şii milisler, minarenin üzerine 'Ya Huseyn' yazılı bir pankart gerdiler. Rastan'a çekilen Suriyeli devrimcilerse Kuseyr operasyonunun ardından Humus'un merkezinden de çekilmek zorunda kaldılar. 

2013 yılının Bahar aylarından bu yana pek çok bölgede savunma savaşı vermeye başlayan Suriyeli muhalifleri 'savunma yapmaya' zorlayansa sadece Suriye rejimi ya da Şii milisler değildi. 2013 yılının Mart ayında, El Kaide'nin Suriye kolu olduğu Batı basınınca iddia edilen ancak o döneme kadar iddiaları doğrulamayan Nusret Cephesi, dönemin Irak El Kaidesi'yle yani Irak İslam Devleti örgütüyle büyük bir kriz yaşadı. Nusret Cephesi'nin kendi kolu olduğunu duyuran Irak İslam Devleti örgütü, Nusret Cephesi'ni de kendisinin 'Şam Ordusu' olarak tanımlayarak 'Irak - Şam İslam Devleti'ni ilan etti. Suriyeli diğer grupların tepkisini çeken yeni oluşum aynı zamanda Nusret Cephesi'nin yöneticileri tarafından da onaylanmadı. Ancak pek çoğu Irak Baas Partisi kökenli olan IŞİD, başarılı bir propagandayla Nusret Cephesi'nin askeri gücünün dörtte üçünü kendi tarafına çekmeyi başardı. Aynı dönemde Nusret Cephesi'nin silahlarının büyük kısmına el koyan IŞİD, herhangi bir direnişle karşılaşmadı. 2013 yılının Bahar aylarında askeri bütünlüğünü kaybeden Nusret Cephesi'nin yeniden organize olması bir yılı buldu ve IŞİD'in 'El Kaide' olduğunu ilan etmesiyle Nusret Cephesi, Batılı güçlerin hedefi haline geldi. Humus, Halep, Hama ve İdlib'teki güçlerini neredeyse tamamen geri çeken Nusret Cephesi, Afganistan'daki El Kaide merkezi tarafından karar verilene kadar Suriye'deki faaliyetlerini bir anlamda askıya aldı. Aynı dönemde IŞİD ise pek çok bölgede Suriyeli diğer muhaliflerin kontrolündeki bölgede etkinliğini arttırmaya başladı. Halep'in doğusunda kalan Bab, kuzeydeki sınır ilçesi Azez ve Rakka'da büyük oranda hakimiyet kuran IŞİD, 2013 yılının sonlarından itibaren Suriye'de kendi dışındaki bütün örgütlerin 'Sahve' olduğunu öne sürerek tamamına saldıracağını duyurdu.

Herhangi bir sınır gözetmeyen IŞİD savaşçıları 2013 yılı boyunca Ahrar'uş Şam başta olmak üzere pek çok muhalif gruba bağlı komutanları profesyonelce suikastlerle katletti. 2014 yılının başlarında ise Suriyeli muhaliflerin büyük kısmı IŞİD'e karşı geniş çaplı bir saldırı başlattı. IŞİD'i 'devrimi çalmakla' itham eden gruplar, Esed rejimi ile çatışmayan IŞİD güçlerini İdlib ve Halep kırsalından büyük oranda çıkardılar. Bab, Membiç ve Rakka bölgelerine çekilen IŞİD ise saldırılar sonra Suriye'den aldığı ağır silahlarla Irak'a yöneldi ancak geride IŞİD tarafından emniyette olmadığı için ileri harekat yapamayan askeri örgütler bıraktı. IŞİD'e karşı kırk kilometrelik bir hattı korumak zorunda olan Suriyeli devrimciler halihazırda IŞİD sonrası yaşanan krizi tamamen atlatabilmiş değiller. Nusret Cephesi, IŞİD sonrası neredeyse iki yıl geçmesine rağmen hala eski gücüne kavuşmuş değil. Öte yandan Suriye'deki İslami muhalefet de 'IŞİD bahanesi'yle Batı koalisyonunun hedefinde. 

2013 yılının Kasım ayında Abdulkadir Salih'i bir hava saldırısında kaybeden Suriye devrimi, 2014 yılının hemen başında IŞİD tarafından yapıldığı düşünülen saldırı sonucu Ebu Halid es Suri'yi de 'devrim'e kurban verdi. Aynı yılın Eylül ayında ise bu kez Ebu Abdullah el Hamavi, Ebu Yezen eş Şami, Ebu Talha ve Ebu Eymen gibi önemli komutanların da arasında bulunduğu 45 üst düzey Ahrar'uş Şam yöneticisi profesyonel bir suikast sonrası şehid düştü. 

2014 yılının sonlarına doğru ise Humus'u zaten bir yıl önce kaybeden Suriye devriminin Halep'i de tamamen yitirebileceği düşünülüyordu. Ancak 2014 yılının sonlarında Halep'teki kuşatmayı büyük oranda kıran Suriyeli devrimci güçler, İdlib'in en kritik kavşaklarından Vadi Dayf bölgesini ani bir saldırıyla ele geçirdiler. Yüzlerce askeri öldüren ve esir alan Ahrar'uş Şam - Nusret Cephesi ittifakı aynı hat üzerinde bulunan Hama yolunu açmış oldular. Öte yandan IŞİD'i de Savran bölgesinde tamamen durduran Suriyeli devrimciler halihazırda Şam kırsalında Suriye Ordusu'nu tamamen kilitleyip rejim kuşatması altındaki Guta'da da kuşatmayı zayıflatmayı başardılar. Dera'da da son dönemde oldukça stratejik bölgeleri ele geçiren devrimci güçler hala bölgeye gönderilen on bini aşkın Şii milise karşı Dera kırsalını savunuyorlar.

Bazen tarihi anlatırsınız fakat aslında söylenilmesi gerekenler sıradan bir tarih anlatımından çok daha fazlasıdır. Çok detaya girmeden özetlemeye çalıştığım bu tablo dahi Suriye devriminin kaç düşmanla savaştığını ve kaç düşmanı alt ettiğini göstermeye yeter de artar. Hem Doğulu hem de Batılı güçlerin asıl suretine ayna tutan Suriye Devrimi aynı zamanda IŞİD'in kalbindeki hastalığı da Müslümanlara göstermiş oldu. Suriye Devrimi'ne kadar 'İslami vahdet' gibi bir kavram üzerinden dünya Müslümanlarına sahte bir 'kardeşlik havası' pompalayan İran'ın Suriye'ye gönderdiği binlerce mezhepçi karşı direnen Suriyeli devrimciler, aynı düşüncenin farklı görünümdeki suretleri olan IŞİD ve BAAS güçlerine karşı verdikleri savaşla artık kazansalar da kaybetseler de tarihe geçtiler. Çünkü hem 'İslami vahdet' diyenlerin aslında ne düşündüğünü Müslümanlara gösterdiler hem de 'tekfirci' düşüncenin Müslümanlar için ne kadar büyük bir kemirgen olduğunu ortaya çıkardılar. Özellikle Müslümanların tarihine şerefli bir direniş sayfası açan Suriye'nin İslami muhalefeti, kendilerine 'ABD'den destek alıyor' diyenlere de üzerine düşen ABD bombalarıyla acı bir ders vermiş oldular. Dört yıldır devrim gemisini yüzdürmek için 'kan denizi'ne şehid kanlarını pompalayan Suriye halkının direnişi, bütün stratejik argümanlardan ve vekalet savaşı merkezli soğuk yorumlardan uzakta bir turnusol kağıdı olarak günden güne büyüyerek devam ediyor. Hamza Ali el Hatib'in cesedini ailesine teslim eden ve halka korku vermek isteyen Şam diktatöryası ise kendi sarayında korku içinde akıbetini bekliyor. Hamza Ali el Hatib, sadece bir devrimin yolunu açmadı çünkü aynı zamanda Esed'in diktatörlüğü de Hamza el Hatib'in toprağa verildiği gün darmadığın oldu. 

Haber Ara