Türkiye kendi vatandaşlarının katillerini neden 'onurlandırıyor'?
'İsrail askeri istemiyoruz' başlıklı imza kampanyasıyla ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin cevabı dilekçe sahiplerine ulaştı ve Türkiye, çifte uyruklu İsrail askerlerinin Türkiye'de sahip olduğu imtiyazları ortadan kaldırmak için herhangi bir adım atmadı. Ensar Çalışkan, Mavi Marmara sonrası iyice belirginleşen bu çelişkiyi Timetürk için değerlendirdi:
11 Yıl Önce Güncellendi
2015-03-11 16:37:46
ENSAR ÇALIŞKAN | TİMETÜRK | @ensarcaliskan
Kamuoyunun çok gündemine kalmadı, fakat Bakanlar Kurulu'nun 5 Temmuz 1993 gün ve 93/4613 sayılı kararı hala vicdanları ciddi şekilde rahatsız eden bütün hükümleriyle birlikte uygulanıyor. "Birden fazla tabiiyetli Türk vatandaşlarının askerlik işlemleri" başlıklı karara göre, Avusturya, Danimarka, Finlandiya, İsrail, İsviçre, Suriye, Norveç, Yunanistan ve Tunus'ta askerlik hizmetini yaptığını belgeleyenler Türkiye'de askerlikten muaf kabul ediliyorlar. 1993 yılında bu karar alındığında Tansu Çiller, 50.Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin başbakanıydı. Hatta Özel Harekat kamuflajıyla poz veren Çiller, Türkiye'nin sistem krizini daha da derinleştiren hamleleri o dönem başında bulunduğu 50., 51. ve 52 hükümetleri yönetirken yapmıştı. Elbette 1990'lı yılların kaos ortamında bu kararın neden alındığını merak ediyoruz ancak daha çok merak ettiğimiz başka bir nokta var: Bu karar neden ısrarla yürürlükte tutuluyor? Türkiye - İsrail ilişkilerinin stratejik çerçevesinden bağımsız olarak, İsrail'in Türkiye'de askerlik yapan çifte uyruklu vatandaşlarını askerlikten muaf kabul edip etmediğine dahi takılmadan çok basit bir soru sorarak konuyu değerlendirmek mümkün: Bir başka ülkede askerlik yapan bir çifte uyruklu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının o ülkede askerlik yaparken işlediği suçları hangi ülkenin mahkemesi soruşturacak? Dahası çifte uyruklu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, diğer uyruğundan ötürü askerlik yaptığı ülkenin ordusunda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını öldürdüğünde bunu soruşturmak hangi ülkenin sorumluluğundadır? Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, bir başka Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını taammüden öldürdüğünde uygulanan mer'i hukuk söz konusu kişiye de uygulanacak mıdır? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını katletme bağlamından çıkarabiliriz bu meseleyi. 2013 yılı rakamlarına göre askerlik muafiyeti uyguladığımız Danimarka'nın Irak ve Afganistan'da görevlendirdiği askerlerden 8'i Irak'ta direnişçiler tarafından öldürülürken 43'ü ise Afganistan'da Taliban tarafından öldürüldü. Yani fiilen başka bir ülkenin adına savaşa katılan, bir ülkenin işgalinde rol alan bir Ordu bünyesinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının askerlik yapmasına izin veriliyor öyle mi? Peki Türkiye Cumhuriyeti devleti vatandaşlarının 'hayatlarını tehlikeye atma özgürlüğü' noktasında bu kadar gamsız mı? Bir devletin, kendi vatandaşının bireysel bir karar alarak başka bir ülke adına savaşa katılmasına izin vermesi sadece bana mı garip geliyor? Bazen adalet bizzat devlet tarafından tahrip edilir ve adalet tahrip edilirken de devletine alkış tutan bir vatandaş kitlesinin varlığı bu tahribatın olmazsa olmazlarındandır. Dolayısıyla 'yandaş'lar açısından şu an mayınlı bir arazide gezdiğimin farkındayım ve bu riski almaktan çekinmiyorum. Çünkü ortadan düşünüldüğünden çok daha büyük bir tenakuz var. Konuyla ilgili tersten bir okuma yaptığınızda şununla yüzleşiyorsunuz: Türkiye Cumhuriyeti devleti, başka bir devlet adına savaşlara katılan çifte uyruklu vatandaşlarını Türkiye'deki askerlik hizmetinden muaf sayarak onurlandırıyor. Burada 'onurlandırılan' vatandaş, Irak'ta sivilleri katletmiş olsa bile askerliği esnasında işlediği suçlarla ilgili herhangi bir soruşturma ya da kovuşturma yürütülmüyor. Daha da tuhafı ise şu: 1979 yılında başlayan Afganistan direnişinin başından bu yana işgale uğrayan İslam topraklarını savunmak için gönüllü olarak direnen güçlere yardıma giden Türkiyeliler kendi ülkelerine döndüklerinde sistemin düşmanı kabul ediliyorlar. El Kaide üyesi olmak veya terör saldırısı hazırlığında olmak gibi çoğunlukla 'imal edilmiş' suçlamalarla uzun süre cezaevinde tutuluyorlar ve fiilen cezaya dönüşen tutuklama, yargılama süreçleriyle boğuşmak zorunda kalıyorlar. Evet, adalet bazen doğrudan devlet eliyle tahrip ediliyor. Afganistan'da ABD öncülüğündeki ISAF güçlerine, Irak'ta işgal koalisyonuna, Çeçenistan'da Rus baskısına direnen Türkiyeliler 'terörist' kabul edilirken Türkiye ile dostluğu hem tarihsel hem de stratejik açıdan tartışmalı ülkelere askerlik yapanlar bu ülkede 'kahraman' gibi onurlandırılıyorlar. Mesele bu kadardan ibaret olsaydı, belki de 'Bunlar zaten alışılageldik meseleler' deyip geçebilirdik. Ancak Türkiye Cumhuriyeti, Mavi Marmara katliamı sonrasında bu 'geniş gönüllü' siyasetini bir adım daha yukarı taşıdı. Gemide bulunanların şahitliğine göre çok temiz İstanbul Türkçesi konuşan İsrail askerleri vardı ve dahası sorgulara giren tercümanlar arasında dahi Türkiye'de doğduğu ayan beyan ortada olduğu belli olan Yahudiler bulunmaktaydı. Zaten şahitler davada aynı beyanlarını tekrar ettiler ve çifte uyruklu katillerin de yargılanmasını talep ettiler. Tam da bu nedenle Bakanlar Kurulu'nun mezkur kararı tuhaf bir boyuta girdi ve doğal olarak birkaç soru ortaya çıkmış oldu. Türkiye, 10 vatandaşını katleden İsrail askerlerinin kim olduğunu bulmaktan aciz mi? Mavi Marmara öncesinde İsrail'e askerlik yapmak için giden Türkiyeli Yahudilerin kimliğine ulaşmak bu kadar zor olabilir mi? Daha sonra Türkiye'ye dönüp İsrail'de yapılmış askerliğini Türkiye'de yapılmış saydırmak isteyen Türkiyeli Yahudiler yargılamaya bir an önce dahil edilmeli değil mi? Dahası, kendi vatandaşlarını katleden askerleri kendi ülkesinde yargılamayıp üzerine bir de üzerine askerlikten muaf tutarak ödüllendiren bir devlet, 'Kendi vatandaşımızın canını ne pahasına olursa olsun koruruz' deme hakkına sahip midir? Bu cümle, 93 / 4613 Bakanlar Kurulu kararıyla birlikte okunduğunda karşınıza adaleti temelden sarsan eden bir aymazlık çıkmıyor mu? 'Mavi Marmara' burada asıl mesele değil. Türkiye artık Ortadoğu'da üst perdeden dillendirdiği 'ağabeylik' rolünün hakkını ya vermek zorunda ya da artık bu iddiayı dillendirmekten vazgeçmeli. İsrail sadece Mavi Marmara'da Müslümanları katletmedi. Mavi Marmara bir vicdan ayaklanmasıydı ve kendi tarihsel rolünün hakkını verdi. Kanımca Mavi Marmara'yla birlikte Filistin'de 1948'den bu yana katledilen her Filistinli Müslüman, en az Çanakkale'de katledilen Osmanlı uyruklu Müslümanlar kadar bu toprakların bir parçasıdır. I. ve II.Gazze Savaşı'nda Osmanlı Hilafeti'nin bütünlüğünü korumak için o topraklarda direnen Filistinlilerin Türkiye'ye bağlılıklarıyla çifte uyruklu askerlerin vatandaşlık bağlarını birbiriyle kıyaslamak bile büyük bir zulüm olur. Elbette arada anlam kaybına uğratıldığımız bir asra yakın yitik zaman var ve 4613 sayılı Bakanlar Kurulu kararının çıkartıldığı dönem de aynı tarihsel aralıkta kabul edilerek gösterilen gurur fukaralığı anlaşılabilir. 2001 yılında II.İntifada başladı. 2005 yılından itibaren İsrail üç yılda bir Gazze'de sistemli katliamlara imza attı. O dönemlerde bile hangi çifte uyruklu askerlerin katliamlara katıldığını bilmek hakkımız. Haydi diyelim ki geçmişi fazla eşelemek istemiyorsunuz ve diplomatik kaygılar güdüyorsunuz. Peki hiç değilse artık bu Bakanlar Kurulu kararını kaldırıp kendi vatandaşlarınızın katliamında bir imza kadar, bir telsiz operatörü kadar, katil ordunun bir parçası olmak kadar sorumluluğu olanları yargılamak zorunda da hissetmiyor musunuz kendinizi?
Unutmayın, oylarınızın düşerse bunu propaganda çalışmasıyla düzeltebilirsiniz ancak eğer vicdanlarda düşerseniz insanların gönlündeki yerinizi tekrar edinebilmeniz mümkün değil.
SON VİDEO HABER
Haber Ara