Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Kadınların Dünyası

11 Yıl Önce Güncellendi

2015-03-08 10:39:41

Kadınların Dünyası

AYŞE MÜZEYYEN TAŞCI



Kadın; Tarih boyunca her toplum için çeşitli anlamlarda tartışma konusu olsa da Allahın yarattığı en güzel, en zarif, en naif varlıktır.

Farklı inanışların, farklı kültür ve beklentilerin gölgesinde, kimliğini bulma arayışlarını sürdürürken o,dünya ne çok şey kaybetmiştir aslında.

Orta çağdaki kadın algısının şiddetle yerildiği modernist toplımlarda dahi kadının hala şiddete maruz kaldığı, cinsel bir meta olarak sömürüldüğü gerçeği yadsınamaz kuşkusuz.

Üstelik kadın sadece kimi doğu geleneklerinin katı törelerinde eriyip gitmekle kalmamış, Avrupa’nın sözüm ona modern ve özgürlük algısında da şiddet ve sömürüden nasibini almıştır.

Modern ve Seküler dünyanın, iş gücünü sömürdüğü, tüketim aracı olması bakımından cinsel bir metaya dönüştürdüğü kadın, para babalarının Pazar gücü, tüketim toplumunun da baş aktörü olmuştur.

Oysa İslam’ın kadına bakış açısı geleneksel kadın anlayışının da, modernist kadın algısının da çok ötesindedir.

Her şeyden önce kadın ve erkek yeryüzünde birer halifedirler. İyiliği emreder kötülükten nehyederler. Keza sağlıklı bir toplumun meydana gelmesinde kadına önemli bir sorumluluk ihdas edilmiştir.Zira kutsal sayılan aile birliğinin iki aktörün birisidir.
İslam’ın kadın ve erkeğe bakışı “bir elmanın iki yarısı” şeklindedir. Bunun anlamı ise fıtratları farklı olan ama birbirini tamamlayan iki cinsin bütünlüğüdür.

Bu bütünlüğü reddeden anlayışlar fıtratla oynayarak kadın ve erkeğin rollerini değiştirmeye çabaladıkça, içinden çıkılmayan çekişmelerin merkezinde sağlıklı olmayan bir topluma dönüşmek kaçınılmaz olacaktır.

Nitekim dün geleneksel anlayışın pek çok haksızlığa mahkûm ettiği kadınlarımız, bugün seküler dünyanın maddeci ve bencil çarkına kapılıp gitmektedir.

En fenası ise İslamcı çevrelerde bulunan kadınlarımızın farklı bir kimlik arayışı ile, fıtratını reddeden,erkeklerle sürekli egemenlik yarışında, hemcinsleri ile çatışma halinde, huzurusuz bir profil sergilemeleridir.

Kaldı ki, Müslüman bir kadının İslam’ın kavram ve kurallarına haiz, kul olma bilincine ulaşmış, yeryüzündeki var olma amacını kavramış, kendisine bahşedilen kutsal vazifeleri büyük bir kıvançla kabul ederek erdemli, ahlaklı, saygın, zarif, ülfet sahibi, takva sahibi, abid, zahid, mücahid, cennetin ayakları dibine serildiği bir anne kutsiyeti ile etrafını aydınlatması gerekli değil midir?
Peki, ama nedir bu batının hastalıklı kalıplarıyla hareket ederek “ayaklarımız üzerinde durma” gerekçemizi meşrulaştırdığımız kimliksizliğimiz?

Neye hizmettir bu büyüğü saymayan, küçüğe merhamet etmeyen, kocayı takmayan, akrabayı gözetmeyen, fıkıh kurallarını hafife alan, İslami söylemelere dudak büken, kendince belli kalıplardan sıyrılmış “entelektüel” takılan, bencil, sürekli tüketen ve hep huzursuz hali ile etrafını bezdiren bu içler acısı halimiz.

Modern (!) Müslüman kadının içerisinde bulunduğu bu çıkmazların, aileden başlamak üzere toplum ve ümmetin yapısını olumsuz anlamda nasıl etkilediğinin, geleceğe dönük sağlıklı bir neslin var olmasını tehlikeye attığının farkında değil miyiz acaba?

Ki kadının güçlü olması, gerektiğinde başkasına muhtaç olmadan çoluk çocuğunun iaşesini karşılayabilmesi, toplumda önemli roller üstlenmesi için kendisini reddetmesi ve fıtratını bozmasına gerek var mıdır?

Bir dönemin “ezilmiş” annelerinin “ayaklarının üzerinde durmak için her şeyin üzerine bas geç” anlamına gelen nasihatlerinin bizi getirdiği nokta “hayır dua” almak yerine, kendilerine “rahmet” okunmasına sebep olmakta değil midir?
Müslüman bir kadının başka “üst” kimliklere ihtiyacı yoktur.

Eğitimli, üreten, toplumsal katılımda söz sahibi bir kadın olmak, onurlu ve faziletli bir kadın olmayı engellemez. Bilakis onu daha saygın ve daha kaliteli kılar.

Toplumsal ve sosyal alanda kendisine yer bulmak adına tüm değerlerinden uzaklaşan kadınlardan tutun da, sabah kalkınca “ne giysem nereye gitsem” kaygısı taşıyan, zamanın büyük çoğunluğunu alış veriş merkezlerinde geçirip sahip oldukları ile kimlik ibrazına kalkışan kadınlara değin hangisi üzerimize oturuyor?

Üzülerek ifade etmeliyim ki, İslam’ın kimlik referansından kompleks duyup “ben farklıyım” diyebilmek için türlü maskaralıklara bürünen kadınlarımız,evrensel kaygılardan uzaklaşmaya ve oradan oraya savrulmaya mahkumdurlar.
Dünya kadınlar gününde “haklarımızı” dillendirirken öte yandan kendimize yaptığımız haksızlıkları da gündemimize almalıyız. Yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan, sorumluluklarımızı yerine getirmemekten bahis de zannımca isabetli olacaktır.
Müslüman bir kadının hayat tarzıyla uyuşmayan, İslam’ın evrensel kaygılarına sahip olmayan yeryüzünde emri bil maruf ve nehyi ani-l münkerden sorumlu olduğunu unutan biz kadınlar!.

Her sabah güne “bu gün çocuklarıma ne yedireceğim” diye uyanan anneleri “oğlumu sağ salim bir daha görebilir miyim” kaygısından eriyip tükenen, Müslümanların izzet ve şerefi için canlarından ve yavrularından geçen, yaşamlarını Rableri uğrunda hiçe sayan kadınları hatırlayalım!..

Eminim ki yokluğun, savaşın, ölümün, esaretin kollarında çırpınıp duran hemcinslerimize bakıp aramaızdaki farkı görünce, doyumsuz nefislerimizi tatmin etme çabalarımızdan utanıp yerin dibine geçeceğiz.

Dünyanın kadınlarını bilmem ama biz Müslüman kadınların komplekslerimizden arınarak kendimizi merkeze aldığımız bu karanlık kuyulardan “Yusuf” misali çıkma zamanımız gelmiş de geçmektedir.

Şimdi yeryüzünde zulmü sonlandıracak yeni bir dünyanın inşası için kollarımızı sıvama zamanımızdır.

Şimdi Suriye’de,Filistin’de,Patani’de,Afrika’da,Mısır’da, dünyanın pek çok bölgesinde savaş, işgal ve yoksulluğun pençesinde çaresizliğini haykıran kadınların sessiz çığlıklarına ses verme zamanıdır.
Kendimiz için değilse bile sonraki nesillerimiz için buna mecburuz.


Haber Ara