AK Parti'de 3. dönemini yaşayan Ergün, AA muhabirine siyasi yolculuğunu kaleme aldığı "Adım Adım Siyaset" adlı kitabını anlattı. Kitabında Başkanlık Sistemi ve cemaat tartışmalarıyla ilgili değerlendirmelerin yanı sıra ilginç anekdotlara yer veren Ergün, 1 Mart tezkeresinin perde arkası ile AK Parti hakkında açılan kapatma davası sürecinde yaşananları da ayrıntılı olarak paylaştı.
Türkiye'nin acil bir sistem tartışmasına ihtiyacının olduğunu belirten Ergün, "Türkiye'nin ayağındaki son prangaları ve gelecekte karşılaşabileceği muhtemel riskleri bertaraf eden bir sistem oluşturulması gerektiği, genel anlamda Başkanlık Sistemi'nin Türkiye'nin ihtiyaçlarıyla uyumlu olacağını ve ülkeye güç katacağını" savundu.
Türkiye'de hakim statükonun, dünyadaki örneklerinde görüldüğü gibi korkulardan beslendiğini ve korkuları yönettiğini, bunların başında da millet iradesinin geldiğine işaret eden Ergün, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Millet iradesinin demokrasiyle eş anlamlı olduğunu düşündüğümüzde, geçmişte yaşadığımız bazı acı tecrübeler daha iyi anlaşılabilir. Mesela 1982 Anayasası'nı incelediğimizde, bu arızaları net bir şekilde görebiliyoruz. Yasama, yargı ve yürütme erkleri, birbirinden bağımsız olmak şöyle dursun, birbirini denetlemek ve sınırlamak üzere oluşturulmuş. Hatta yürütmenin iki ayağı olan Cumhurbaşkanı ile Başbakan ve Bakanlar Kurulu arasında bile bu çelişkileri görmek mümkün. Ahmet Necdet Sezer ile merhum Bülent Ecevit arasındaki anayasa kitapçığı hadisesi, 2001 krizinin fitilini yakmıştı. Yargının da birçok konuda yürütmenin yerine geçtiğini görebiliyoruz. Anayasa Mahkemesi'nin Meclis rolüne soyunduğuna defalarca tanık olduk. Yerindelik denetimi diye bir şey var ki seçilmiş hükümetlerin kararlarının atanmışlar tarafından iptal edildiğini gördük. Öyle ki belediyelerin toplu taşıma için belirlediği bilet fiyatlarının dahi idari mahkemelerce iptal edildiği örnekler yaşadık. Türkiye'de Başkanlık Sistemi ile ilgili ilk ciddi tartışmaları merhum Cumhurbaşkanımız Turgut Özal başlatmıştı. Sayın Özal'ın bu konuyla ilgili düşünceleri, 'kendisini başkan yapmak istiyor' ithamına mahkum edildi. Bugün aradan geçen bunca zamana rağmen yine sistemin değil kişinin konuşulduğunu görmek ülkemiz adına bir talihsizliktir.
Geçmişte parlamenter sistemden kaynaklanan sıkıntıların ülkemizin önünü tıkadığı ortadadır. Hatta darbelerde bile bu tıkanıklık bir mazeret olarak kullanılmıştır. Zaten Cumhurbaşkanını halkın seçmesiyle birlikte, Türkiye fiili olarak yarı başkanlık diyebileceğimiz bir sisteme geçmiş olacaktır. Halkın seçtiği bir cumhurbaşkanı siyaseten daha güçlü olmak isteyecektir. Halkın seçtiği Cumhurbaşkanı, Anayasa'daki yetkileri daha farklı kullanacaktır. Çünkü oy veren halkın Cumhurbaşkanından beklentileri de bugünden farklı olacaktır. Cumhurbaşkanının ikinci defa seçilebilecek olması, bunun için tekrar halka gidilecek olması da daha müdahaleci bir Cumhurbaşkanı profilini ortaya çıkaracaktır. Aynı istek doğal olarak Başbakan'da da bulunacaktır. Aslında halkın Cumhurbaşkanını seçtiği sistem eskisine göre daha doğru bir sistem. Cumhurbaşkanını Meclis'in seçtiği bir sistemde bunu gördük. Demokrasinin ortadan kaldırılması da dahil olmak üzere birçok problem yaşandı. Ancak Cumhurbaşkanını halkın seçtiği sistemin de birçok komplikasyonu olacak. Kendi coğrafyamıza, kendi ülkemizin koşullarına uygun bir sistemi oturup tartışarak hayata geçirmeliyiz. Aksi takdirde adı tam konulmamış bir yeni sistemde hükümet ile Cumhurbaşkanı arasında bazı gerilimler yaşanması kaçınılmaz olur. Şu an güçlü bir iktidarın varlığı bizi yanıltmasın. Hep birlikte, Türkiye'nin ayağındaki son prangaları ve gelecekte karşılaşabileceği muhtemel riskleri bertaraf eden bir sistem oluşturmalıyız. Bu sistemin adının ne olduğundan daha fazla, savunduğu değerlerin ve işleyişinin nasıl olduğu önemlidir.
- "Ülkemizin ihtiyaçlarıyla uyumlu..."
Genel olarak Başkanlık Sisteminin ülkemizin ihtiyaçlarıyla uyumlu olacağını ve Türkiye'ye güç katacağını düşünebiliriz. Sistem yasama, yürütme ve yargı arasındaki dengeleri yerli yerine oturtacaktır. Başkanlık sistemi, yürütmenin istikrarlı olmasını ve gereken noktalarda daha hızlı karar alıp uygulamasını sağlayacaktır. Mevcut sistemde zaman zaman yaşanan hükümet kurulamaması gibi boşluklara izin vermeyecektir. Başkanın yetkisini bizzat millet verecek ve millet alacak, demokrasinin temel bir ilkesi hayata geçmiş olacaktır. Seçilen Başkanın görev süresi belli olacak, ülkedeki tüm karar alıcılar bu istikrar unsurundan yararlanacaklardır. Yasama ve yürütme fonksiyonlarının ayrışması, milletvekillerinin de daha özgür olmalarını sağlayacaktır. Böylece parti içi demokrasi çarklarını daha iyi işletmek mümkün olacaktır.
Başkanlık sistemi yasamayı güçlendiren bir sistemdir. Sistemle ilgili bir diğer eleştiri, diktatörlüğe dönüşeceği iddiasıdır. Bu endişeyi bir saplantı haline getirmekten ziyade, demokratik idealleri koruyacak unsurların neler olduğunu konuşmak gerekir. Sistemle ilgili diğer eleştiri ise üniter yapının bozulacağı noktasındadır. Doğrusu bu eleştiri de dünya gerçeklerinden biraz kopuktur. Diktatörlük olacak denince Güney Amerika ülkelerini, federasyon iddiası söz konusu olunca ABD'yi örnek vermek tutarsız ve samimiyetsiz bir yaklaşımdır. Üniter yapıyı koruyarak bir Başkanlık sistemi inşa etmek de pekala mümkündür. Mühim olan kaynaklarımızı en verimli şekilde kullanabileceğimiz, toplumun yeni ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir yapı oluşturmaktır."
- Cemaat-tarikatlar için 'Meclis-i Meşayih' önerisi...
Devlet-toplum-cemaat-tarikat ilişkilerinin Osmanlı İmparatorluğu'nda da ciddi tartışmalara konu olduğuna işaret eden Ergün, "Daha sonra bir düzene bağlanıyor. Meclis-i Meşayih diye bir yapı oluşturuluyor. Şeyhler Meclisi, içinde alimler de var. Şeyhülislamlık altında örgütlenmiş bir yapı. Bütün tarikat ve cemaatleri, bir şeffaflık düzenine oturan bir mekanizma işletiyorlar. Cumhuriyet döneminde bu sistemi lağvettik. Kürtleri, Alevileri tanımadığımız gibi tarikatları, cemaatleri de tanımamaya karar verdik. Cemaatler ve tarikatlar, Türkiye'nin manevi birikimidir. Bu birikimin hoyratça harcanmasına da yozlaşmasına da izin veremeyiz. Yok saydık diye yok olmadı. Herkes kendi düzenini kurdu. Eski sistem lağvedildi, yeni sistem de kurulmadığı için bambaşka bir tablo ortaya çıktı" dedi.
Tarikat ve cemaatlerin amaçları, idari yapıları ve finansal açıdan şeffaf olması gerektiğini savunan Ergün, şunları kaydetti:
"Bakıyorsunuz cemaatlerde her şeyi şeyhe veya cemaat liderine soruyorlar, fakat o hiçbir şeyden sorumlu değil. Böyle bir düzen olmaz. Her şeyin sorulduğu insan, bazı şeylerden sorumlu olur. Hem her şey ona sorulacak hem de o hiçbir şeyden sorumlu olmayacak. İlahi sistem, kayıt dışılığa karşıdır. Cenab-ı Allah'ın düzeninde kayıt dışılık yok. Maddi alanda olmadığı gibi manevi alanda da kayıt dışı bir yönetim olamaz. Türkiye'nin, bu süreçlerin sunmuş olduğu fırsatlardan yararlanarak yeni bir tarikat ve cemaat düzenini kurması lazım. Bu tarikat ve cemaat düzenini kurmayacak olursak, bugün bir cemaatle, yarın bir başkasıyla benzer mücadeleleri yapmak mecburiyetinde kalırız. Zaten birbirinin rol modeli oluyorlar. Cemaatler, tarikatlar elbette olacaklar. Onlar ahlak ekolü olarak toplumda önemli işlevler görecekler, ama devletle ilişkilerinde, devletin kuralları geçerli olacak. Kişiler bir tarikatın, bir cemaatin mensubu olarak da kamu hizmetinde görev alabilir ancak kamu hizmeti yapacağı yere girdiği an, tarikat-cemaat ceketini vestiyerde bırakmasını da öğrenmesi gerekir. Bunu öğrenemezse işler yürümez. Biz bunların örneklerini yaşadık."
- "Şeyhime sormam lazım" cevabını aldım
Ergün, Bakan olduğum dönemde yaşadığı bir olayı da kitabında şöyle anlattı:
"Bize bağlı bir kurumun yöneticisini başarılı bulunmadığı, oradaki işler iyi gitmediği için değiştirmek icap etti. Kendisini çağırarak, bu değişimin bir ihtiyaç olduğunu açıklayarak işimizi kolaylaştırmasını istedim. Birbirimizi üzmeden bu değişimi yapmamızın uygun olacağını söyledim. Hiç beklemediğim bir cevap aldım: 'Benim bunu şeyhime sormam lazım' dedi. Onun bir tarikata, cemaate bağlı olduğunu bilmiyordum. İyi bir insandı ama başarılı değildi. Ben de hayret ettim bu cevabı alınca. Bugün tartışılan cemaatin değil, başka bir cemaatin mensubu birisi. 'Niçin soracaksınız ki' dedim. 'Ben bu göreve gelirken de ona sormuştum. Onun hayır duasını aldım' deyince, 'Çok doğru yapmışsın. İnsan yeni bir göreve atanırken, gelirken, teklif alırken, yeni bir iş yaparken maddi-manevi büyüklerine sorabilir, fikirlerini alabilir. Onların hayır duasını almak isteyebilir. Fakat yanlış olan şu ki bu gelirken yapılır, giderken yapılmaz. Giderken tasarruf buradadır. Burada bir devlet mekanizması işliyor. Sizin bulunduğunuz yerde değişiklik lazım ve bu değişikliğe karar veren bir mekanizma var. Şimdi senin şeyhin hayır derse ben ne yapacağım? Senin şeyhini görevden alacak halim yok. Onunla kavga da edemem' dedim. Sistem böyle çalışamaz. Şeffaflık düzeninde bütün cemaatler olması gerektiği kadar büyürler, olması gereken yere gelirler; her istediklerini alamazlar ve sadece kendi fonksiyonlarını yürütürler."
2006 yılında Gülen Cemaati'nin ABD'deki bir programlarına katıldığını ifade eden Ergün, toplantı sonrası genç bir grupla evlerinde sohbet ettiğinde kendilerine, "Öncelikle aşırı politik bir cemaatsiniz. Bundan vazgeçmeniz lazım. Bir süre sonra cemaat olmaz, siyasetçilerin rakibi olursunuz. Bu da sizi çatışma noktalarına götürür. Siyasi konulardaki aşırı inisiyatif almaya çalışan yaklaşımlardan vazgeçin. Fikri, hedef ve amaç yönünden şeffaflık konuları var. Bunları Fethullah Gülen'in sağlığında çözebilirseniz çözün. Yoksa ondan sonra daha da karmaşık hale gelir. Bunları yapmazsanız bir gün yapmak zorunda kalırsınız. Çünkü bir gün patlar bu, başka bir yerden, başka bir şekilde. Problem olur" dediğini aktardı.
Nihat Ergün, "Bugün patlamış oldu aslında. Yaşadıklarımız o gün söylediği hadiselerin 17 Aralık vesilesiyle patlamış şeklidir. 17 Aralık'ta bir takım yolsuzluk dosyaları ortaya çıkmış olabilir. 'Bazı kişilerin yanlışlarını, ahlaksızlıklarını yakaladık' iddiası ortaya konmuş olabilir ama bir şey daha ortaya çıktı ki yanlışlar yanlış usullerle, ahlaksızlıklar ahlaksız yöntemlerle tespit edilip ekonomik ve siyasi şantaja ve projeye dönüştürülüyor" dedi.