Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Hilafet tarihi bir kurum mu?

11 Yıl Önce Güncellendi

2015-02-13 10:14:58

Hilafet tarihi bir kurum mu?

Türkiye seçim takvimine girerken başkanlık sistemi tartışmalarının yoğun gündemini yaşıyor. Kimilerine göre başkanlık, takvimini ancak konuyu gündeme getirenlerin bilebildiği bir süreçte hilâfete evirilecek.Kimilerine göre zaten TBMM’nin manevi şahsında mündemiç olan Hilafet Kurumu revize edilip seküler formda uygulamaya konulacak. Konuyla yakından ilgili bir başka taraf ise medya.Medya toplumu tenfir ettirinceye kadar hilafeti sadece ve sadece Işid’in vahşi katliam görüntüleri eşliğinde tartıştıracağa benziyor.

Her birinin toplum mühendisliği çalışması olduğundan kuşku duymadığımız bu başlıkları şimdilik konu edinmeyeceğiz. Bizim konumuz hilafet kavramının tartışıldığı tüm zamanlarda gündeme getirilen, İslam’da belli bir yönetim sisteminin olmadığı iddiası. Bu iddianın temellendirme biçimlerinden biri hilafetin tarihi bir kurum olduğu iddiasıdır.

İslam’da belirli bir yönetim sisteminin olmadığı iddiası çoğunlukla Hz. Peygamber’in vefatının ardından kimin halife olacağının belirsiz olması ve râşidhalîfelerin birbirinden farklı usullerle seçilmiş olmalarına dayandırılmaktadır. Halbuki bu iki durum da bu iddiayı desteklememekte hatta konuyla ilgisi bulunmamaktadır. Zira konu İslam’da devlet başkanlığı kurumu var mı yok mu konusudur. Bu kuruma başkanlık edecek halifenin seçiminin nasıl yapılacağı konusu değildir.

Öncelikle Hz. Peygamber (s.a.v.)’in vefat etmeden ardından bir halife bırakmaması halife seçiminin -peygamber olmasına rağmen- kendisine ait değil topluma ait bir hak olduğunun delili sayılmaktadır. Nitekim vefatına yakın bir zaman insanlar kendisine gelip “Ey Allah’ın Rasulü! Bize bir halîfe bırakmayacak mısınız?” diye sorduklarında Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle cevap vermiştir. “Şayet bir halîfe bırakırsam ona isyan ettiğinizde size –Allah’ın- azabı iner.”(Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 7; el-Bezzâr, Müsnedü’l-Bezzâr VII, 299; Heysemî, Mecmai’z-Zevâid, V, 322)

Vahiyle müeyyed Hz. Peygamber (s.a.v.)’in her hangi bir kişiyi halife bırakması durumunda bu Allah (c.c.) adına yapılmış bir seçim olacaktı ki bu teokrasidir. Bu bile İslam’ın kendine özgü bir yönetim sistemi vazettiğini göstermektedir.

Ayrıca hulefâ-i râşidîn’in birbirinden farklı şekillerde seçilmiş olmaları da İslam’da belirli bir yönetim sisteminin değil olsa olsa belirli bir seçim sisteminin olmadığını göstermektedir. Burada görüldüğü gibi yönetim sisteminin olup olmadığı tartışmaları seçim sistemi bağlamında yapıldığı için hatalı istidlaller yapılmakta ve buna bağlı olarak hatalı sonuçlara varılmaktadır.

Kurumsal ve kavramsal olarak hilafetin ilk defa Hz. Peygamber (s.a.v.)’in vefatının ardından ortaya çıktığı tezi birçok ayet, Hz. Peygamber’in fiili uygulaması ve O’ndan rivayet edilen hadislerle çelişmektedir. Halife kavramının, sözlük manasıyla Hz. Peygamberin(s.a.v.)’in vefat etmesi ile ardından gelen anlamında ilk defa Hz. Ebu Bekir (r.a.) için kullanılmış olması bile bizatihi Hz. Peygamber (s.a.v.)’in niyabet edilecek bir devlet başkanlığı kurumu örnekliği bıraktığını göstermektedir.

Hilafet Rasul (s.a.v.)’e halef olmaktır. Hâteme’n-Nebiyyîn olduğuna göre O’na halef olan risâlette (dinde) değil riâsette (devlet başkanlığında) halef olacaktır. Buna göre, Allah’ın Rasulü (s.a.v.) kendisine halef olunacak bir riâset/yönetim sistemi bırakmıştır. Diğer bir ifadeyle O bir reis bırakmamış amma riâset bırakmıştır. O’na ilk halef olan Hz. Ebu Bekir (r.a.) sahabenin seçimiyle sadece riâset görevini devralmıştır.Hz. Ebu Bekir (r.a.) Rasül (s.a.v.)’in 10 yıllık fiili uygulaması ile belirlemiş olduğu devlet başkanlığı kurumuna başkanlık etmiştir. Nihayetinde Allah Rasulü (s.a.v.) ölümlü bir beşer olduğu için bir gün bu dünyadan irtihal edecek ve hayattayken tamamlanmış bu dinle dünya işlerini yönetme erkini bir başkasına bırakacaktı. Kelimenin sözlük anlamını alarak, halife kavramının ilk defa Hz. Ebu Bekir için kullanıldığını dolayısıyla hilafetinasrısaadet toplumunun icad ettiği tarihi bir kurum olduğunu ifade etmek yüzeysel bir yaklaşımdır.

Hilafet kavramı ve kurumunun ilk defa Hz. Peygamber’in vefatının ardından kimin halife olacağı konusundaki tartışmayla birlikte ortaya çıktığı ifadesi en fazla bir yönetim organizması olarak hilafet kurumunun başına kimin geçeceği sorununa işaret etmektedir. İlk İslam devletinin tesisi ile birlikte bir yönetim organizasyonu vardı ve bu organizasyona Hz. Peygamber (s.a.v.) başkanlık ediyordu. O vefat ettiğinde zuhur eden tartışma bu organizasyona kimin başkanlık edeceği meselesi idi. O halde belirsizlik çoğu zaman birbirine karıştırıldığı veçhile yönetim sisteminden kaynaklanan bir belirsizlik değil yönetim erkinin başına kimin geçeceğinin bilinmemesinden kaynaklanan bir belirsizliktir. Bu belirsizlik asla yöneticiyi seçme hakkının kime ait olduğunun bilinmemesinden kaynaklanan bir belirsizlik de değildi. Nitekim ikinci akabede İslam devletinin ilk başkanı olarak Hz. Peygamber (s.a.v.)’i seçen Medine toplumunun “nukabâ/vekilleri” idi. Evet Allah (c.c.) onu daha önceden Rasûl olarak seçmişti. Ancak Allah (c.c.) tarafından seçilerek kendisine inen ilahi düstur (din) ile Medine toplumunu (dünyayı) yönetmek üzere devlet başkanı olarak onu seçenler/biat edenler Ensar’ın ileri gelenleri idi. O halde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bizatihi kendisi de toplumun “nukabâ” denilen ileri gelenleri tarafından seçilmesiyle Medine’de devlet başkanı sıfatı kazandığı söylenebilir. Nitekim Hz. Peygamber’in Evs ve Hazreç kabilelerinden on iki nâkibin(delegenin) seçilmesini istemesi ve onlara “Siz, kavminizin kefillerisiniz. Havarilerin İsa b. Meryem için kefillikleri gibi. Ben de, kavmimin üzerine kefilim.” (İbnHişâm, es-Siretü’n-Nebeviyye I-II, 443; Ebû Zehra, Hâtemü’n-NebiyyinI,641) demesi bunu göstermektedir. O halde bağlamından koparılarak İslam’da belirli bir yönetim sisteminin olmadığı tezinin dayandırıldığı seçim sisteminin temel ilkeleri bile belirsiz bırakılmış değildir.

Özellikle biatla ilgili ayet, hadisler ve Hz. Peygamber’in uygulamaları istikrâi bir yöntemle okunduğunda bunun ümmete ait bir hak olduğu anlaşılacaktır. Sahabe toplumu da bunu böyle biliyordu. Halife seçimi konusunun aralarında ihtilafa dönüşmesi de bunu teyid etmektedir.

Yöneticinin nasıl seçileceği hususunda bir sistem belirlenmemiş olsaydı ve sahabe toplumu bundan habersiz olsaydı Hz. Muaviye’nin ümmet iradesini baypas ederek, de-fakto bir durum oluşturarak oğlu Yezid’i ataması karşısında “Siz devlet idaresini Bizans’ta olduğu gibi babadan oğula geçen bir hükümdarlık haline getirmek istiyorsunuz!” (Algül, İslam Tarihi, III, 20) şeklinde tepki vermezlerdi.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in vefatının ardından kimin halife olacağının bilinmemesi O’nun bu yetkiyi ümmete bıraktığını göstermektedir. Bu Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bir yönetim sistemi örnekliği sunmadığını göstermemektedir. Zira hangi yönetim sistemi olursa olsun krallığın dışında bütün yönetim sistemlerinde kimin devlet başkanı olacağı zaten önceden bilinemez. Örneğin demokratik sistemlerde kimin başkan olacağı ancak seçim sonrasında belli olmaktadır. Ancak başkanın önceden bilinmemesini göz önünde bulundurarak demokratik yönetim sistemi diye bir yönetim sistemi yoktur denilemez.

Demokrasi egemenlik hakkını millete veren kendine özgü bir yönetim sistemidir. İslam ise egemenlik hakkını Allah (c.c.)’a veren; bu yönüyle bütün yönetim sistemleri ile esastan ayrışan, yöneticiyi seçme hakkını ümmete veren; bu yönüyle teokratik, krallık ve monarşiden ayrışan, tek bir halife/siyasi otoritenin varlığını zorunlu kılması ile federal yönetim sistemlerinden ayrışan kendine özgü bir yönetim sistemidir ve bu yönetim sistemi Kur’an ve sünnet literatüründe zikredildiği şekliyle hilâfettir.

Ne var ki konuyla ilgili kimi çevreler “İslam’da belli bir yönetim sistemi yok, zira Kur’an ve Sünnette buna işaret eden bir nass yok” nakaratını sürekli dillendirirken batının kerih gördüğü teokrasi, monarşizm, krallık vb. sistemlerin İslam’da olmadığını ispat için Kur’an ve Sünnet’ten delil bulmada zorlanmazken onu henüz modası geçmemiş olan demokrasi başta olmak üzere tüm yönetim sistemlerinden farklı kılan özgün özellikleri ile bir sistem olarak temellendirebilecekleri delilleri bulmakta zorlanmaktadırlar. Şimdilik seçimden ibaret olduğunu vehmettikleri demokrasinin İslam’la esastan çeliştiğine dair nassları bulup izhar etmeleri için batının bunu kerih görmesi ve teokratik, monarşik ve krallık sistemlerinden vazgeçtiği gibi bundan da vazgeçmiş olması mı gerekmektedir?

@abdurrahimsen

ABDURRAHİM ŞEN

Haber Ara