Davutoğlu, Kanal 7 ve Ülke TV kanallarının ortak canlı yayınında gündeme dair soruları yanıtladı.
Fethullah Gülen'in pasaportunun iptal edilmesi hatırlatılarak, paralel yapıyla mücadelede yeni olan bir şeyler olup olmadığı sorusu üzerine Başbakan Davutoğlu, pasaportla ilgili konunun tamamen hukuk içinde yapılan işlem olduğunu, başka bir işlemin söz konusu olmadığını, mücadelede hukuk dışına çıkılmadığını ve çıkılmayacağını söyledi.
Türkiye'nin çok sancılı bir normalleşme süreci yaşadığını, 12 yıldır ülkeyi daha demokratik, evrensel standartlarda hukuk düzeni içinde işleyen bir devet yapısı haline getirmeye çalıştıklarını, bu çerçevde çok sayıda demokratikleşme paketi açıkladıklarını, ekonomide büyük devrimler yaşandığını anlatan Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Bir şekilde devletin, hukuk düzeninin, sosyal ve siyasal hayatın bütün vesayetlerden kurtulması lazım. Sadece vesayetçilik üzerinden, askeri, bürokratik vesayet üzerinden olmuyor. Bürokrasiye sızmış unsurlar öylesine bir virüs ki bu. Güç sahibi olmak bir virüs bulaştığında eğer adaletle siz o gücü kullanıyorsanız sağlıklı bir vucüttaki gibi olumlu etki yapıyor ama adalet dışında onu kendi nefsiniz ya da ait olduğunuz topluluk adına, bu bazen cuntalar eskiden olduğu gibi şimdi de paralel yapıyla kullanmaya başlarsanız, kendinize mensup olmayan herkesi önce rakip, sonra düşman olarak görmeye başlarsınız. Burada bu yaşandı. Türkiye'de hiçbir zaman bu ya da başka grupların önüne bürokraside engel çıkartılmadı ama onlar önce eşit yarışmak istedi, buyrun denildi. 28 Şubat'ta eşit yarışılmıyordu, herkese eşit yarış hakkı tanındı. Eşit yarışta elde ettikleri gücü bu sefer rakip olanları bloke etmek için kullanmaya başladılar. Oraya kadar değişik rekabetler olabilir sistem içinde ama bir aşamadan sonra düşman olarak görmeye başlıyor, tasfiye edilmesi gereken düşman. İşte burada aynen cunta şeyi gibi, kendisiyle uyum göstermeyen kişi, Hanefi Avcı olayında, basında Ahmet Şık olayında olduğu gibi. Önce rakip, sonra tasfiye edilmesi gereken düşman gördüğünde işte o andan itibaren o yapı bir habis ur haline dönüşür. Bugün olan budur. Bizim de demokrasi adına, devlet, kamu düzeni adına engellemek durumunda olduğumuz husus bu."
-"Paralelle mücadele benim için sadece bir grupla mücadele değil..."-
Başbakan Davutoğlu, geçmişte kendisinin ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da paralel yapının okullarına destek verdiğini, bizzat Türkçe Olimpiyatları'na katıldıklarını, bu tür faaliyetlere hiçbir zaman karşı çıkmayıp, hep destek verdiklerini belirterek, şöyle konuştu:
"Ama aynı kişiler... Şimdiki Böcek Davası'nda olduğu gibi Başbakanlığa niye sızsın bir cemaat? Neden MİT tırlarını durdurmak için bazı devlet içine soktuğu unsurlarla devlete karşı operasyon yapsın, niye Dışişleri'ni dinlesin? 'Biz dinlemedik' diye argümanlar hep dillendiriliyor, peki o zaman niye sahip çıkıyorsunuz? Paralelle mücadele benim için sadece bir grupla mücadele değil, bir anlayışla, zihniyetle mücadele."
Paralel yapı için "cemaat" ifadesini kullanmaktan üzüntü duyduğunu dile getiren Davutoğlu, devlet düzeninin bürokrasideki hiyerarşiye bağlı olduğunu, bürokratların paralel yapı içindeki hiyerarşiye göre davranmaları halinde devlet düzeninin kalmayacağını söyledi. Kendilerinin halktan yetki aldığını, bunun sorumluluğuyla hareket edip, hesabı yine halka vereceklerini vurgulayan Başbakan Davutoğlu, "Paralel bu anlamda habis bir ur haline gelmiş. Bu unsurlar kendi doğal mecrasına girene kadar, bürokrasi açısından söylüyorum, bu unsurlarla mücadele devam edecek" diye konuştu.
-Gülen'in New York Times'taki makalesi-
Başbakan Davutoğlu, Fethullah Gülen'in New York Times'ta yayımlanan makalesine ilişkin soruya da şöyle yanıt verdi:
"Şu soruyu sormak lazım; dini bir cemaatin öncüsü olduğunu, hatta ceketi bile olmadığını söyleyen, görünüşte onlarca yıldır mahfiyet sahibi, köşede, orada inzivada olduğunu söyleyen birisi New York Times'a niye yazı yazar? Bu zat köşe yazarı mı? Değil. Bir akademisyen mi? Değil. Ülkeyi temsil eden memur ya da büyükelçi mi? Değil. Niye yazı yazar, niye kendi ülkesini şikayet eder, ne gördü Türkiye'den, bu hükümetten ne gördü? İyilik dışında, ülkeye sağlanan demokratik imkanları kullanmak dışında ne gördü? Gerçekten büyük bir şeyle, hissederek söylüyorum, bu ülkenin kamu düzeninden sorumlu olan birisi olarak değil, bu zata inandığı için onlarca yılını, emeğini, alın terini, helal rızkını vermiş insanlar adına soruyorum; hiç tahayyül edebilirler miydi? New York Times'ta okuduğumda yazıyı çok üzüntü duydum. Öfkelendim, nasıl olur da Allah adını, Resullah adını her şeyde zikrederek bu yere gelmiş birisi, bu topraklara ait olduğunu iddia eden birisi böyle bir yazı yazar.
Bu yazıda kendi rücu ettiği husus bu, bana üzüntü veren taraf bu, misyon bu... Eskiden gerçekten yanlış düşünüldüğü kanaatini taşırdık, aldatılıyor, çevre faktörü vesaire... Cumhurbaşkanımız kaç kere davet etti, biz davet ettik gelmedi. Demek ki bugünler için gelmiyormuş, New York Times'ta Türkiye aleyhine kampanya yapmak için gelmiyormuş. Bunu özellikle Anadolu'da gönül vermiş, öyle ya da böyle hala gönlünde muhabbet duyanlar için söylüyorum, yüreğimiz yanıyor. Hadi yazdı, ne diyor içeriğe baktığınızda. Diyor ki 'Türk, Kürt, Alevi, Sünni, gayrimüslim herkes Türkiye'de baskı altında' diyor. Ben 1 ay önce gayrimüslim azınlık liderleriyle yemek yedim, hepsi teşekkür ettiler, 'AK Parti iktidarı döneminde görmediğimiz şeyi gördük' dediler. Başdanışmanım, cumhuriyet döneminde bu makama gelmiş Ermeni vatandaşımız, o vesileyle getirmedik ama hepsi teşekkür ettiler. Niye gayrimüslimleri zikrediyor? Çünkü oradaki lobilere hitap ediyor. Türkiye'deyken muhafazakar kesimin hissiyatını hareket geçireceksiniz, oraya gidip lobilere, Rum lobisine, Ermeni lobisine 'Türkiye'de gayrimüslimler baskı altında' diyeceksiniz. Kürt meselesi senin için bu kadar önemliyse 3 senedir yürüttüğümüz Çözüm Süreci'ne niye engel olmaya kalktınız? En kritik yerlerde, emniyetteki unsurlarla Çözüm Süreci'ni niye baltalamaya çalıştınız. Türkiye'de 12 yıl içinde Kürt vatandaşlarımızın haklarıyla ilgili katedilen mesafeyi Türkiye'deki vatandaşlarımız görmüyor mu? Alevi-Sünni farkını kışkırtmacılık gibi yapıyor. Hani müspet hareketti bu, hani Mavi Marmara'da Gazze'deki kardeşlerimize yardım için giden ve açık denizlerde vurulan kardeşlerimiz için 'niye otoriteyi dinlemediniz' diye açıklamalarda bulundunuz da Türkiye'de halkoyu ile seçilmiş cumhurbaşkanı, yüzde 52 halkoyu ile seçildi, hükümet ise yüzde 50 ile iş başına geldi. Tablo ortaya çıkıyor, vatandaşlarımız bunu görüyor."
-"Bu ülkenin en loş, kör hapishanesi benim için yurtışındaki en parlak hayattan daha iyidir"-
Başbakan Davutoğlu, 28 Şubat döneminde kendisinin de çok çile çektiğini ama hiçbir zaman Türkiye aleyhine konuşmadığını ifade ederek, "Bir tek akademik toplantıda Türkiye aleyhine konuştu diye çıkartırlarsa hesap vermeye hazırım. İsim vermeyeyim, üniversiteler davet ettikleri halde, düşüncem, siyasi görüşüm, inancım sebebiyle mesafe koydular. Yeni Şafak'ta yazarken yazılarımla ilgili birçok baskı gördüm, birçok şey yaşadık ama bir tek yerde bu ülke aleyhine konuşmadık. Bu ülkenin en loş, kör hapishanesi benim için yurtışındaki en parlak hayattan daha iyidir, bunu dışarıyı kötülemek için söylemiyorum ama aidiyet hissimizin nerede oldunu hissetmek için..." değerlendirmesinde bulundu.
Fethullah Gülen'in yazısının New York Times'te yayımlandığı gün, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun da "hep beraber hükümete karşı direnelim" mahiyetinde açıklamaları olduğunu, Bank Asya'ya mevduat yatıran CHP milletvekilleri bulunduğunu, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın bütün partileri İç Güvenlik Yasası'na direnmeye çağırdığını, MHP'nin de aynı çizgide bulunduğunu anlatan Başbakan Davutoğlu, şunları söyledi:
"Ne istiyorlar bunlar? Bunlar Türkiye'de bir kaos çıksın, yurtdışında itibar zedelenmesi yaşasın, kampanyalar yürütülsün ve bir başarı hikayesi ölsün istiyorlar. Emin olun mesele Türkiye meselesi değil sadece. Mesele terörle ve otoriter rejimlerle anılan İslam dünyasında bir başarı hikayesinin öldürülmesi meselesi. Belli çevreler bunu istiyorlar, bu kişiler de bu çevrelerle birlikte hareket ediyor. Artık bu mesele bir Türkiye'deki paralel yapının meselesinin de ötesine geçmiştir. Hem ulusal güvenlik hem de uluslararası bir çevrenin bundan daha oryantalist bir makale görmedim ben."
Gülen'in makalesinde "AK Parti'ye biz destek verdik" mahiyetinde ifadeler bulunduğunu hatırlatan Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Kusura bakmasın biz desteği ondan almadık. Konya'da ben milletvekili olarak hiç kimseden destek almadım, Konya'da nasırlı elleriyle dağda, bayırda çalışan vatandaşımızdan, fabrikalarda olan, çile çeken 150 yıllık, 200 yıllık bir rüya için insanlar bize destek verdi. Ya da cumhurbaşkanı destek aldığında bütün Türkiye'den aldı, Rize'den, yiğit Karadeniz insanlarından... Hiç kimseden, hiçbir özel destek görmedik, ihtiyacımız da yok, kimsenin desteğine ihtiyacımız yok, milletin desteği varken başka destek aramak gaflettir. O desteği aradığımız zaman, işte şimdi oldukları gibi Allah sizi zelil eder. Eğer milletten destek almayıp da yurtdışındaki birtakım çevrelerden destek alıp, bu ülkenin başına geleceğini düşünenler varsa, geçmişte vardı bugün de var, onlar zelil olurlar.
Biz, çileyse bu ülkede çileye hazırız, mahfiyetse her şeyi terk etmeye hazırız, nefsten uzaklaşmaksa hiçbir şey talep etmemeye hazırız ama Allah bizi hiçbir zaman bu toprakların çocuğu olarak böyle bir tutumla karşı karşıya bırakma zilletine düşürmesin. Bütün bu paralelliği Türkiye'deki gündemle bu makalenin yayımlanması arasındaki paralelliği de herkesin görmesi lazım. Kılıçdaroğlu'na önce ulusalcı olduğunu iddia eden milletvekillerinin daha çok soru sorması lazım. Niye aynı gün, niye sen 'ben gençlerle önüne çıkarım' dediğin gün New York'ta böyle bir çağrı yapılıyor. Niçin gençlerin önüne geçiyorsun? Bırak gençler yürüsün, yürüyecek misin? Sen de yürü. Molotofkokteyli alman şart mı, yüzüne maske takman şart mı, sapan alman şart mı eline? Yürü, 1 milyon kişiyi toplayabilirsen, toplayamazsın, ama yürü. Kimse seni durdurmayacak, yeter ki gösteri yaptığın yer nizami yer olsun, yeter ki kurallara uy. Diyor ki gençler gaz maskesi karşılığı için yüzlerini örtüyormuş, peki resimlerini görmedin mi Okmeydanı'nda eli sopalı, silahlı, yüzleri maskelileri, görmedin mi 6-7 Ekim olaylarında Kobani'yi bahane ederek, ellerinde silahlarla yüzlerini kapatanları. Özgürlükse bunun mücadelesini biz verdik, vermeye hazırız, bedelini de ödemeye hazırız ama böyle ucuz kahramanlıklara kalkışılacaksa anamuhalefet lideri olma vasfı kaybedilir."
İç Güvenlik Kanunu'nun siyasi partiler için tam bir sınav hali olduğunu, kanundaki maddelerinin hiçbirinin AB standartlarının gerisinde bulunmadığını dile getiren Davutoğlu, kanunla ilgili objektif ve tahrik etmeyen sorular gelirse cevaplamaya hazır olduklarını, yanlışları düzeltebilceklerini kaydetti.
Kobani bahanesiyle yaşanan 6-7 Ekim olaylarını hatırlatarak, "Biz o manzaralardan sonra Türkiye'yi Suriye'ye döndürmek isteyenlere fırsat mı veririz zannediliyor?" diyen Davutoğlu, Demirtaş'ın o günlerde "çıkın sokağa" diyerek tahriklerde bulunduğunu, bugün de Kılıçdaroğlu'nun "çıkın sokağa" dediğini, Bahçeli'nin de buna destek verdiğini söyledi.
Davutoğlu, "Bunlar şunu gösteriyor, üçünün de anlaştığı, arkalarında da Pensilivanya'daki, New York Times'a yazı yazan yeni köşe yazarının anlaştığı husus şu; hepsi bir kaos istiyor, seçimden önce bir kaos. Biz, bunu hissettiğimiz için şu ana kadar 55'e yakın vilayetimizi dolaştım. Neden, çünkü çizmeyi giymeden, halkın içine girmeden Ankara'dan siyaset yapmak mümkün değil. Halk bunları görüyor, bu kaos beklentilerine karşı da biz Çözüm Süreci'ni yürüteceğiz, kimsenin ne dediğine bakmadan ki göz yaşartıcı tablolarla karşılaşıyoruz" dedi.
Manisa ziyareti sırasında, bir annenin, oğlunun Şırnak'ta bulunduğunu ve kendilerine emanet olduğunu söylediğini, bir başka kişinin de "Askere gidiyorum Sayın Başbakanım. Dua edin" dediğini aktaran Davutoğlu, "Diyarbakır'da, Diyarbakır anneleri geldiler. 'Dağa kaçırılan çocuklarımızı kurtar Sayın Başbakanım. Size emanet' dediler. Biz o emanetlerin hakkını verelim diye gözümüze uyku girmedi, girmeyecek. Biz bu emanetlerin davası peşindeyken, birileri siyaset dizaynı yapıyorsa, birileri küçük hesapların içine girmişlerse biz o hesaplarla ne geri adım atarız, ne inandığımız değerlerden döneriz, ne yılarız, ne bıkarız, ne de yoruluruz" diye konuştu.
(Sürecek)