Dolar

34,9524

Euro

36,5971

Altın

3.020,15

Bist

10.058,63

'Zulümden kaçış' 13 ay sürdü

Etnik ve dini baskı nedeniyle Çin'in Uygur Özerk Bölgesi'nden kaçtılar. Geride anne-babalarını, çocuklarını bırakanlar oldu. Kaçak yolları kullanarak ülkeden çıkış yaptılar, günlerce yürüyerek beş ülke aştılar. 500 Uygur Türkü'nün son durağı ise; Kayseri oldu. Kendilerine tahsis edilen bir lojmanda yeni bir hayat kurmaya hazırlanıyorlar.

11 Yıl Önce Güncellendi

2015-01-19 16:35:52

'Zulümden kaçış' 13 ay sürdü

"Neden kaçtınız" sorusuna hepsinin cevabı aynı; "Zulümden kaçtık..."

Onlar Çin’in Sincar Uygur Özerk Bölgesi’nde, kendi ifadeleriyle Doğu Türkistan'da yaşayan Uygur Türkleri. Memleketlerini terk edip 12-13 ay süren zorlu bir yolculuğun ardından Türkiye’ye geldiler. Çoğu, aylar süren yolculuk sırasında, günlerce aralıksız yürümek zorunda kaldı. Açlıktan yaprak yedikleri oldu. Deniz yolculuğu sırasında beş yaşındaki bir çocuk okyanusa düştü.
Tek hayalleri ise Türkiye'ye varıp, çocuklarına güvenli bir hayat sağlayabilmekti.

Çoğu önce İstanbul'a sığındı ancak hayat şartları o kadar kolay değildi. İstanbul’da 5-6 Uygur ailenin bir arada kaldığı dairelere yerleştirildiler. Ardından Doğu Türkistanlılar Yardımlaşma ve Yaşatma Derneği Genel Başkanı Seyit Tümtürk’ün girişimi ile Kayseri Valiliği ve Belediye Başkanlığı’nın yardımı ile Uygur Türklerine yeni bir hayat tahsis edilmek üzere harekete geçildi. Uygur Türklerine birkaç hafta önce Kayseri’de daha önce Karayolları Lojmanları olarak kullanılan 100 dairelik site, geçici olarak tahsis edildi.

Yaklaşık 500 Uygur Türkünün bir süre burada yaşayacağı belirtiliyor. Birçok yardım kuruluşu gıda, ev eşyası yardımında bulunuyor, gönüllü doktorlar sağlık taraması yapıyor. Lojmanın bahçesi çoğu gün bir anda yardımlarla dolup taşıyor, lojman bahçesinde kurulan çadırda gıda malzemeleri toplanıyor.

Çocuklar ise soğuk havaya aldırmadan bahçede oyunda. Bir yılı aşkın süren zorlu kaçış yolculuğuna rağmen yeni hayata ilk alışanlar onlar. Yerdeki çamura aldırmadan kırık bir bisikleti sürmeye çalışıyorlar.

Farklı yollardan, son altı ay içerisinde Türkiye'ye gelen Uygur Türkleri artık güvenle yaşayacakları sıcak bir yuvaları olduğu için mutlular...

Al Jazeera Türk, Kayseri'de yeni bir hayata başlayan Uygur Türkleri'nin kaldığı lojmana gitti, sığınmacılarla konuştu.

Dinlerini özgürce yaşayamamaktan şikâyetçiler


Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nde 10 milyon Uygur Türk'ü yaşıyor. Bölge nüfusunun yaklaşık yüzde 45'i Müslüman Uygurlar'dan oluşuyor.

Müslüman Uygurlar dinlerini özgürce yaşayamamaktan şikâyetçi.

İnsan Hakları İzleme Örgütü; 2013'teki raporunda, Çin'i, bölgede yaygın bir etnik ayrımcılık, dini faaliyetlere yönelik baskı ve artan bir kültürel sindirme politikası uygulamakla suçlamıştı. Çin yönetimi ise bölgedeki şiddet olaylarından "terörist" olarak tanımladığı "ayrılıkçı grupları" sorumlu tutuyor. Rapora göre, bölgede uluslararası gözlemci kuruluş ve yabancı gazetecilerin de güvenlik gerekçeleri gerekçe gösterilerek çalışma yapmasına izin verilmiyor.

Geride bıraktıkları yakınları için endişeliler


'Vatanlarını nasıl terk ettiklerini, nasıl bir yolculuk geçirdiklerini' sormak istiyoruz ancak gazeteci olduğumuzu öğrenince konuşmak istemiyorlar. Geride bıraktıkları çocuklarına, yakınlarına zarar gelir diye korkuyorlar. Bu yüzden, ancak isimlerini ve yüzlerini gizleme koşuluyla konuşmayı kabul ediyorlar.

40 yaşındaki A.B.'nin hikâyesi film gibi. Doğu Türkistan’dayken esnaflık yaptığını söylüyor. Yedi çocuğu var. Aslında Çin'de çocuk kotası uygulaması var. "Çin’de yedi çocuk için nasıl izin aldığını' sorduğumuzda diğer dört çocuğunu Çin saklamayı başardığını, ancak kimlikleri olmadığını belirtiyor. Kalan bir çocuk ise Doğu Türkistan’dan kaçış sürecinde yolda doğmuş.
Neden kaçtığını ise şöyle anlatıyor:

"Orada yaşamamıza hiçbir imkân kalmadı. En basit örneği, eşim bir Müslüman olarak başını örtemiyordu, çünkü yasaktı. Çocukların Kur'an okuması, namaz kılmamız yasaktı"

"Sonunu bilmediğimiz bir yola çıkıyorduk"

Kendilerine yakın bölgelerde evlere baskınlar düzenlenerek arkadaşlarının öldürüldüğünü, sıra kendilerine gelecek korkusuyla kaçtıklarını anlatıyor. Pasaport alamadığı için o daha zorlu bir kaçış yolculuğunu seçmek zorunda kalmış. Ancak yanına sadece iki büyük çocuğunu alabildiği için üzgün. Diğer çocuklarını güvendiği arkadaşlarına emanet ettiğini gözyaşları içinde anlatıyor:
“Diğer çocuklarımızı yanımıza alamadık. Çünkü sonunu bilmediğimiz bir yolculuğa çıkıyorduk. Nasıl bir şeyin bizi beklediğini bilmiyorduk. Riskli bir yolculuktu. Bütün çocuklarımı riske atamazdım... Düşünsenize ben babayım, üç çocuğum var geride. Sabah 7’de çıkıyorum evden akşama kadar çocuklarım hep aklımda. Çocuğunu terk etmek kolay değildir. Nasıl bir zulüm gördük ki çocuklarımızı geride bırakmayı göze aldık... 2013’ün Ramazan ayıydı. Arife gecesi bir camiyi bastılar. Aralarında 30 kadının olduğu 350 kişiyi öldürdüler. 700 kişi de kayıp. O saldırıda biri 78 yaşındaki amcam olmak üzere altı akrabam öldü.”
Doğu Türkistan’dan film gibi kaçış hikâyesini ise şöyle anlatıyor:

“28 gün saklana saklana kara yoluyla yürüdük. Çünkü bir Uygur Türkünün Doğu Türkistan’dan Çin bölgesine çıkması yasak. 28 günün sonunda Vietnam’a ulaştık. Burada insan kaçakçılarıyla anlaştık. Onların vasıtasıyla ormanlık arazide altı gün kimi zaman yürüyerek kimi zaman araçlarla Kamboçya’ya geçtik. Sonra Laos’a geçtik. Orada iki gün kaldık. Oradan da Talyand’a geldik. Burada sekiz gün kaldık. Güney Tayland’dan yine insan kaçakçıları vasıtasıyla bir gece yarısı küçük kayıklarla Malezya’ya geçtik.”

“Annenin feryadı hala kulaklarımda”

Malezya’ya geçerken bindikleri kayıkta kendileri ile birlikte kaçan bir ailenin beş yaşındaki kızları annesinin kucağından okyanusa düşmüş. “O annenin feryadı hala kulaklarımda” diyor, hiç kimse yüzme bilmediği için kızı kurtaramadıklarını anlatıyor.
Yolculuk boyunca yük olmasın diye yanlarına fazla yiyecek alamadıklarını, sadece yumurta, çerez, badem yediklerini, ormanlık alanda ise zaman zaman yaprak yiyip yağmur suyu içtiklerini söylüyor.

Anlattığına göre yaklaşık 3 ay sonra ulaştıkları Malezya’da dokuz ay geçirdiler. Ancak burada kendilerini başka bir macera bekliyordu. Sahte pasaport temin ederek Türkiye’ye gitmek için havaalanına giden aile, pasaportun sahte olduğu anlaşılınca eşi ve çocuklarıyla birlikte üç ay hapis yattı. Bu arada hamile kalan eşi de yedinci çocuklarını hapishanede dünyaya getirdi.
Uygur Türkü oldukları için Türkiye Büyükelçiliği’nden yardım istediler. Dört ay kadar İstanbul’da kalan Ahmet Batur ailesi bundan sonra Kayseri’de Uygur Türklerine tahsis edilen lojmanda kalacak.

“Yolculuğumuz 11 ay sürdü”


M.K. ise, 25 yaşında. Üç çocuğu var. Türkiye’ye üç ay önce geldi. O da pasaportu olmayıp kaçak yollarla Doğu Türkistan’dan çıkanlardan. Onun da gerekçesi aynı. “Doğu Türkistan’da inanılmaz bir zulüm var, hiçbir dini özgürlüğümüz yok. Mescide gitmek yasak. Babam 10 sene hapis yattı. Ben de 2-3 kere kısa süre yattım. Sebebini bilmiyorum evden alıp götürdüler.” diyor.

Türkiye’ye ulaşması 11 ay sürmüş. Kaçakçılarla anlaşarak Doğu Türkistan’dan Çin'e geçtiğini; Vietnam, Kamboçya ve Laos’a gittiğini anlatıyor:

“Çoğu zaman bir şey yemedik. Doğu Türkistan’dan Malezya’ya geçişimiz 2-3 ay kadar sürdü. Çocuklar yedi. 4-5 gün, günde bir öğün bir şeyler yedik. Bazen ormandaki yaprakları yedik. Ancak Vietnam’da 11 arkadaşım kaçak geçtikleri için öldürüldüler. Eşim ve iki çocuğumla biz kurtulduk. Günlerce yol yürüdük. Eşim Malezya’da hamile kaldı. Türkiye’de iki ay önce doğum yaptı. “

“3 çocuğumu anneme emanet edip kaçtık”

Y.G. ise 45 yaşında bir diş hekimi. Beş çocuğu var. Aynı zamanda hafız olduğu için Doğu Türkistan’da çocuklara gizlice hafızlık eğitimi verdiğini söylüyor. Ülkede çocuklara Kur’an eğitimi vermek yasak olduğu için birkaç kez yakalanıyor ve ceza alıyor. Birkaç şehir değiştiriyor ancak en sonunda diş hekimliği diploması elinden alınıyor. Şehir değiştiriyor. Kendine yeni bir iş kuruyor. Bu sefer açtığı dükkân kapatılıyor. 2006 yılında Pakistan’a gidiyorum diyerek aldığı pasaportla hacca gittiği için pasaportunun elinden alındığını söylüyor. Üzerine para cezası ödüyor.

Kendi deyimi ile yaşadığı zulümden bıkıyor ve ülkeden kaçıyor. Ancak bu o kadar kolay olmuyor:

“İki çocuğumu yanıma alabildim. Çünkü onlara pasaport çıkarttırabildik. Kişi başı 6 bin 500 dolar rüşvetle pasaport çıkarttım. Diğer çocuklarımı anneme emanet ettik.”

Geçen Ramazan ayında çocuklarını bıraktığı şehirde bir camiye saldırı olduğunu 3-4 bin kişinin öldürüldüğünü anlatıyor. Ancak çocuklarına ulaşamıyorlar. İki ay önce memleketlerinden gelen bir tanıdık vasıtasıyla büyük oğullarının hayatta olduğunu öğreniyorlar.

Ancak hala geride kalanlardan haber alabilmiş değiller..,

Sümeyye Ertekin / AL JAZEERA
SON VİDEO HABER

Polis memuru, ölümüne neden olduğu gencin ailesinden af diledi

Haber Ara