Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

TAHŞİYE’YE YAPILAN İFTİRALARA CEVAP

11 Yıl Önce Güncellendi

2015-01-10 15:45:14

TAHŞİYE’YE YAPILAN İFTİRALARA CEVAP
Sosyal medyada şirketimizin markası olan Tahşiye’ye atfen, “Tahşiyeciler” ifadesiyle
1. Dahilde harp caiz olduğu fikrini savunduğumuz,
2. Başkalarını tekfîr ettiğimiz öne sürülmekte,
3. Bize ait olmadığı halde, bazı mektup ve kitaplar bize isnad edilerek, hakkımızda birtakım iftiralar dolaştırılmaktadır. Bu iftiralara cevap mahiyetinde, yayınevimizin kurucuları tarafından, 23.11.2005 tarihinde “Hacı Hulûsî Yahyagil’in talebeleri namına Mustafa Kaplan ve Bünyamin Ateş” imzasıyla “El-Misak” adlı bir açıklama yayınlanmıştı. Bu şahıslar hakkında devam etmekte olan dava dosyasına da sunulmuş olan “El-Misak” adlı açıklamayı aşağıda tekrar kamuoyuna duyuruyoruz. 
Esselamu Aleykum Eyyuhe’l-Mü’minune ve’l-Muslimun! Ehemmiyetine binaen birkaç düsturu sizlere beyan etmeyi muvafık gördük. BİRİNCİ DÜSTUR: Dar-ı İslam'da ulemanın dahilî cihadı, ilmen ve kalemledir, maddeten ve seyfle değildir. Yani dar-ı İslam’da tefrikaya girmiş, maddi ve manevi kuvvetini kaybetmiş, perişaniyete düşmüş Ümmet-i Muhammed (a.s.m)’ın içinde ulemanın cihadı ilmi ve manevidir, maddi ve silahla değildir. Dahilde maddeten ve silahla cihad etmek kitab ve sünnete dayalı devletin vazifesidir. Bediüzzaman Said Nursi (r.a) Hazretleri bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Haricî tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünkü düşmanın malı, çoluk-çocuğu ganîmet hükmüne geçer. Dâhilde ise öyle değildir. Dâhildeki hareket; müsbet bir şekilde, manevî tahribata karşı manevî, ihlas sırrı ile hareket etmektir.” (Emirdağ Lahikası / Mektub No: 151) Aziz kardeşlerimiz! Dar-ı İslam’da münafıklar ve ehl-i bid'a olabildiği gibi, kafirler de olabilir. Ümmet-i Muhammed (a.s.m)’ın tefrikaya girdiği, perişaniyete düştüğü, maddi ve manevi kuvvetini kaybettiği bir zamanda, bunlara karşı ehl-i ilmin mücahedesi ve mücadelesi ilmi olmalıdır. Hususan Risale-i Nur şakirdleri, bu asırda ilmen cihad etmelidir. Dahilde maddi silahla ve tehditle mücahede ve mücadelede bulunmak, ulema, meşayih ve Risale-i Nur şakirdlerinin vazifesi değildir. Yeri geldiğinde harice karşı maddeten cihad etmek, Kur'an’a dayalı devletin görevi olduğu gibi; -icab ederse- dahilde maddi mücadele vermek de yine o devletin vazifesidir. Şayet düşman, yani ecnebi kafirler, Daru'l-İslam'a girerse o zaman cihad, herkese farz-ı ayn olur. Dahilde ulemanın, meşayihin ve Risale-i Nur şakirdlerinin vazifesi, sadece ve sadece halkı irşaddır. Yani Kur’an ve ehadis-i Nebeviyeyi cumhur-u sahabe, cumhur-u ulema, cumhur-u müctehidin, cumhur-u mütekellimin, cumhur-u mutasavvifin ve akide alimlerinin beyan ettiği şekilde ümmete açıklamak ve bu esaslar dairesinde Ümmet-i Muhammed (a.s.m)’ın birlik ve beraberliğini temin etmektir. Dahilde vazifemiz budur. Dahilde mü’mine yaraşır hal, mü’min mü’mine karşı Hazret-i Adem (a.s)’ın oğlu Habil’in, Kabil’e söylediği gibi mukabelede bulunmaktır. Yani “Sen, beni öldürmek için elini uzatsan bile, ben seni öldürmek için elimi uzatacak değilim. Çünkü ben, Alemlerin Rabbi olan Allah’dan korkarım.” ( Maide / 28) demektir. Madem dahilde vazifemiz asayişi, birlik ve beraberliği temin etmek ve ilmi cihadı yapmaktır. Öyle ise Müslümanlar, dahildeki asayişi, birlik ve beraberliği bozacak hal ve hareketlerden sakınmalı, niyetlerini halis kılmalı, cereyan eden bütün hadiselerde gelecek ayetin muktezasıyla amel etmeli, hususan Kur’an şakirdleri ve Risale-i Nur talebeleri gelecek emr-i İlahiye ittiba etmelidir. “Ey ehl-i iman! Eğer bir fasık size bir haber getirirse, onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa bir kötülük edersiniz ve onların haklarına tecavüz edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurat / 6) Hem Hazret-i Aişe validemizin “ifk hadisesi”nde olduğu gibi, bir hadise işitildiği zaman peşin kararlı olmadan“Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz. Haşa! Bu büyük bir iftiradır.” (Nur / 16) demeli, Kur’an’ın bu emrine imtisal ederek fitneyi uyandırmamalıdır. Hem Resul-i Ekrem (a.s.m)’ın “Fitne uykudadır. Onu uyandırana Allah lanet etsin.” (Feyzu’l-Kadir / Hadis No: 5975) hadisindeki tehdide mazhar olmaktan hazer etmelidir. Yukarıda beyan edilen esaslar çerçevesinde bütün cemaatlere, cemiyetlere, partilere ve mü’min kardeşlerimize diyoruz ki: Mü’min, mü’mini sevmeli ve ona afv nazarıyla bakmalıdır. Mü'minin inancında ve itikadında kusuru varsa ilmen izah edip, ikna etmelidir. Külli yanlışlara girip ikna olmadığı taktirde, dahil-i İslam’da onunla maddeten (silah ve tehditle) mücadele etmek, ulemanın vazifesi değil; devletin vazifesidir. Kitap ve sünnete dayalı devlet, onlarla maddi mücadele edecektir. Dahilde ulema ve meşayih, kendi fikirlerine göre çevrede fitneyi uyandıracak şekilde maddi cihad etmemelidir. Yani Ümmet-i Muhammed (a.s.m)’ın tefrikaya girdiği, perişaniyete düştüğü, maddi ve manevi kuvvetini kaybettiği bir zamanda ehl-i ilim, dar-ı İslam’da silah ve tehditle mücadele vermemelidir. Harice karşı cihad-ı diniye gelince; bu cihad maddi olup, ümmete farz-ı kifayedir. Dolayısıyla bu vazife, ferdlerin değil; Kur'an’a dayalı devletin vazifesidir. Ancak düşman, yani ecnebi kafirler Daru'l-İslam'a girerse o zaman cihad, herkese farz-ı ayn olur. İKİNCİ DÜSTUR: İrtidadla alakalı iki mühim mes’ele vardır: Birincisi: Dar-ı İslam’da, kişiyi irtidada ve küfre sevkeden söz, fiil ve inaçları tebliğ etmek ve halkı bu gibi söz, fiil ve inançlardan muhafaza etmek ulemanın vazifesidir. Bir kimse, küfrü gerektiren bir söz söylese veya küfrü mucib bir fiil işlese veyahut küfre sebeb olan bir inanca sahib olsa, ulema-i İslam, bu kimseyi ikaz sadedinde “Senin bu sözün veya bu fiilin veyahut bu inancın küfrü mucibtir.” diyebilir ve demelidir. Bu cümlede, o kimsenin küfrüne hükmetmek ve ona mürted damgasını vurmak manası yoktur. Belki bu cümle, hem o kimseyi küfürden kurtarmak için ona yapılan bir tebliğdir. Hem de Ümmet-i Muhammed (a.s.m)’ı böyle bir küfre düşmemeleri için kendilerine yapılan bir ikazdır. Bir kimse küfrü gerektiren bir söz veya fiil veyahut inancı irtikab etmekle kafir olur ve bizler “Bu kimse, bu sözünden veya fiilinden veyahut inancından dolayı şu anda kafir oldu.” diyebiliriz ve demeliyiz. Ancak onun küfrüne hükmedip bunu karara bağlayamayız, katlini ve malını ibahe edemeyiz. İkincisi: Dar-ı İslam’da, küfrü gerektiren söz, fiil ve inanca sahip olan eşhasın küfrüne hükmetmek, ona mürted damgasını vurmak ve irtidada terettüb eden cezayı tatbik etmek de Kur’an ve sünnete dayalı devletin vazifesidir. Demek hakkı tebliğ sadedinde kişiyi küfre götürecek söz, fiil ve inançları beyan etmek ve onları küfür ve küfrandan muhafaza etmek ve “Şu anda bununla kafir oldun.” demek vazifesi ayrıdır. Böyle bir kimsenin küfrüne hükmedip, o küfre terettüb eden cezayı vermek vazifesi de bütün bütün ayrıdır. Birincisi, ulema-i İslam’ın vazifesidir. İkincisi ise, Devlet-i İslamiye’nin vazifesidir. Buna binaen; ulema, meşayih, Risale-i Nur talebeleri, bahusus Hacı Hulusi Bey Merhum’un mollaları ve cemaati, Dar-ı İslam’da kimsenin küfrüne hükmetmezler, eşhasın küfrünü teşhir etmezler ve küfre terettüb eden cezayı tatbik etmezler ve etmemişlerdir. Zira ehl-i sünnet inancına göre dahil-i İslam’da eşhasın küfrüne ancak mahkeme-i şer’iyyece hükmedilir; mahkeme-i şer’iyyenin dışında halkın birbirini tekfir edip bunu karara bağlamaları ve halkın, bir kimsenin irtidadına hükmedip, o kimsenin katlini ve malını ibahe etmeleri caiz değildir. Bu vazifeyi yapacak ancak mahkeme-i şer’iyyedir. Günümüzde ise mahkeme-i şer’iyye ve şer’i hakim olmadığı için bizler keyfe mayeşa isim belirtip, şahıs tayin ederek birilerini tekfir edip küfrüne karar veremeyiz. Bir kimse, küfrü mucib bir söz veya fiil veyahut inanca sahip olmakla kafir olur ve bizler “Bu kimse, şu anda kafir oldu.” diyebiliriz ve demeliyiz. Ancak onun küfrüne hükmedip bunu karara bağlayamayız, katlini ve malını ibahe edemeyiz. Elhasıl: Dar-ı İslam’da ulema-i İslam’ın vazifesi tebliğ vasıtasıyla halkı küfür ve küfrandan kurtarmaktır. Yoksa ulemanın vazifesi; bir kimsenin küfrüne hükmetmek veya o kimsenin küfrünü teşhir etmek veyahut o kimsenin küfrüne terettüb eden cezayı tatbik etmek değildir. Zira bu vazife, Devlet-i İslamiye’ye aittir. Bu konu hakkında fıkıh kitaplarında şu ifadeler yer almaktadır: “Müçtehid imamlar demişlerdir ki: Riddetin (dinden dönmenin) isbatı, iki adil şahidin şehadetiyle ve şer’i hakimin vereceği hükümle gerçekleşir. Gerek Şafii ve gerek Hanefi fıkıh kitaplarında tekfir mes’elesi hakkında geçen bazı örneklere dayanarak halkın tekfirine kolayca gidilmemelidir. Çünkü bu tekfir mes’elesi, gayet tehlikelidir ve kişi, bazen yanlış bir hükümden dolayı Müslüman birini tekfir etmekle kendisi kafir olur.” (Kitabu’l-Fıkh Ale’l-Mezahibi’l-Erbaa / 5 / 343; Tuhfetu’l-Muhtac / 9 / 88) Ulema, meşayih, Risale-i Nur talebeleri, bahusus Hacı Hulusi Bey Merhum’un mollaları ve cemaati, mezkur ahkam-ı fıkhiyeye muvafık hareket ederler, Dar-ı İslam’da kimsenin tekfirine gitmezler. Bununla beraber küfrü mucib halleri, ilmen izah edip isbat ederler. Eşhasın küfrüne hükmetmek ayrıdır, küfre mucib halleri ilmen izah edip Müslümanları bu tehlikeden muhafaza etmek ise bütün bütün ayrıdır. ÜÇÜNCÜ DÜSTUR: Bugünkü siyasetin ipi Avrupa’nın elinde olduğundan, Ulema, meşayih, Risale-i Nur talebeleri, bahusus Hacı Hulusi Bey Merhumun mollaları ve cemaati yeryüzündeki bütün siyasi cereyanlardan beri olmaları, Kur’an’ın emriyle gayet şiddetle ve nefretle siyasetten kaçınmaları lazımdır. Onlar, bu konuda Üstad Bediüzzaman Said Nursi (r.a) Hazretlerine tabi olmalıdırlar. Üstad Bediüzzaman Said Nursi (r.a) Hazretleri “Euzu billahi mineşşeytani vessiyaseti” düsturunu kendisine rehber edinip siyaseti, sohbet-i dünyeviye-i siyasiyeyi ve gazeteyi terk ettiği gibi, onlar da siyaseti, sohbet-i dünyeviye-i siyasiyeyi ve gazeteyi terk etmelidirler. Zira iman ve Kur’an hizmeti, onları bunlarla meşgul olmaktan menediyor. DÖRDÜNCÜ DÜSTUR: Ulema, meşayih, Risale-i Nur talebeleri, bahusus Hacı Hulusi Bey Merhumun mollaları ve cemaat  sırrına binaen nasdan gelen maddi ve manevi ücretten istiğna etmelidirler, yani hizmet-i Kur’aniye mukabilinde halktan bir şey isteyip dilencilik vaziyetine girmemelidirler. Bu konuda Bediüzzaman (r.a) Hazretleri şöyle buyurmaktadır: “Sahabelerin senâ-i Kur'aniyeye mazhar olan "îsar" hasletini kendine rehber etmek. Yâni: Hediye ve sadakanın kabulünde başkasını kendine tercih etmek ve hizmet-i diniyenin mukabilinde gelen menfaat-ı maddiyeyi istemeden ve kalben talep etmeden, sırf bir ihsân-ı İlâhî bilerek, nâsdan minnet almıyarak ve hizmet-i diniyenin mukabilinde de almamaktır. Çünki: Hizmet-i diniyenin mukabilinde dünyada bir şey istenilmemeli ki, ihlâs kaçmasın. Çendan hakları var ki, ümmet onların maişetlerini temin etsin. Hem zekâta da müstehaktırlar. Fakat bu istenilmez, belki verilir. Verildiği vakitte, hizmetimin ücretidir denilmez. Mümkün olduğu kadar kanaatkârâne başka ehil ve daha müstehak olanların nefsini kendi nefsine tercih etmeksırrına mazhariyetle, bu müdhiş tehlikeden kurtulup ihlâsı kazanabilir...” (Lem’alar / 139) BEŞİNCİ DÜSTUR: Ulema, meşayih, Risale-i Nur talebeleri, bahusus Hacı Hulusi Bey Merhumun mollaları ve cemaati, kendilerine “Mehdiyet”, “Kutbiyet” gibi makamlar da verilse onlar, Kur’an şakirdliğini bu makamata tercih etmelidirler. ALTINCI DÜSTUR: Ulema, meşayih, Risale-i Nur talebeleri, bahusus Hacı Hulusi Bey Merhumun mollaları ve cemaati, ecnebi ifsad komitelerinin aleti olmaktan kendilerini şiddetle muhafaza etmelidirler. Mezkur düsturlar muvacehesinde bütün cemaatlere, hususan Risale-i Nur dairesinde tefrikaya girmiş, perişaniyete düşmüş olanlara diyoruz ki: Fitnelere, iftiralara ve dedikodulara kapılmayın. İhlas esasından ayrılmayın. Risale-i Nur dairesi içinde bahusus Hacı Hulusi Bey Merhumun mollaları ve cemaati içinde herhangi birisinin ya mehdilik dava etmesi veya halkı asayişi bozmaya davet etmesi vuku bulmamıştır. Böyle bir şey olmamış ve olamaz. Bu konuda herhangi bir şey vuku bulmadığı halde, bazılarının kendi heva-i nefislerine göre birilerine iftira ederek onu mehdiliği dava etmiş gibi göstermeye veya halkı asayişi bozmaya davet etmiş gibi telkinatta bulunmaya, dolayısıyla ümmet içinde böyle bir fitneyi uyandırmaya hakları yoktur. Böyle bir iftira hem vebal-i azimdir, hem de fitneye sebeb olduğu için her mü’min bundan şiddetle sakınmalıdır. İhlas-ı etem odur ki; mü’min, mü’minin kardeşi olmalı, ihlası muhafaza etmeli ve istikametten ayrılmamalıdır. Maddeten ve seyfle cihad etmek, o sancarların işidir. Ulemanın, meşayihin ve Risale-i Nur şakirdlerinin işi değildir. Ulema, meşayih ve Risale-i Nur şakirdleri bu konuda dikkatli olmalı, iftiralara ve dedikodulara kapılmamalı, istikameti kaybetmemeli, dahilde seyfle ve tehditle mücadeleye teşebbüs etmemeli ve ecnebi ifsad komitelerinin aleti olmaktan kendilerini şiddetle muhafaza etmelidirler. Ta ki ihlas-ı etem bozulmasın. Elhasıl: Hacı Hulusi Bey (r.a)’ın Kur’an namına bize verdiği ders şudur ki: “Bir mü’min kardeşiniz, sizi tehdit etse veya size silah çekse bile siz ona silahla değil, ikna ile mukabelede bulununuz.” Bizler, Kur’an şakirdi ve Hacı Hulusi Bey (r.a)’ın talebeleri olarak Maide suresinin mezkur 28. ayet-i kerimesi ve Hacı Hulusi Bey’in bu ayete dayanarak vermiş olduğu ders ile bir mü’min kardeşimiz bizi tehdit etse veya bize silah çekse bile, biz onu Kur’an, hadis ve Risale-i Nur ile ikna etmeye çalışacağız. Bizim inancımız budur ve bütün mü’min kardeşlerimize tavsiyemiz de budur.

nurmend.com
SON VİDEO HABER

Uçakta olay çıkarıp, 'Türkiye'yi satın alırım' diye tehdit etti

Haber Ara