Dün kürtlere sövenler bugün Apo'cu oldu
‘Yoldaşını Öldürmek’ isimli kitabıyla sol içi şiddete dikkat çeken yazar Aytekin yılmaz: “Artık ne AKP ne de PKK ‘geçmişle yüzleşip hakikatler komisyonu kuralım’ diyor.”
11 Yıl Önce Güncellendi
2014-12-31 11:50:10
Yazar Aytekin Yılmaz, PKK’ya üye olduğu gerekçesiyle 90’lı yılların tamamını hapishanede geçirdi. Yılmaz, bu süre zarfında, Bayrampaşa ve Bursa hapishanelerinde şahit olduğu örgüt içi infazları, ‘Yoldaşını Öldürmek’ isimli bir kitapta derledi. Kitapta, sadece PKK’ya ait örgüt içi infazların hikâyeleri yok. Devrimci-Sol ve TKPML/TİKKO’nun da kendi yoldaşlarını nasıl öldürdüğü tüm çıplaklığıyla anlatılıyor. Sol içi şiddet ve infazlar, dünyanın neresine giderseniz gidin çok büyük bir sorun teşkil etti, tarihsel süreçte. Özellikle Stalin dönemi Sovyet Rusya’sı bu manada, kayda değer bir örnek olarak önümüzde duruyor! Türkiye’deki illegal sol örgütler ile PKK, geçmişte, Stalinvari bir örgütlenmeye giderek binlerce örgüt üyesini infaz etti. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın geçmişteki beyanatları göz önüne alınırsa bu rakam 15 bin civarında. Ancak rakamı abartılı bulan Kürt aydınları da var. 1990’ların hemen başında, Devrimci-Sol’un içerisinde meydana gelen Bedri Yağan-Dursun Karataş ayrışması sırasında, 100’e yakın örgüt militanı infaz edildi. İç infazlar, TKPML/TİKKO’da da onlarca militanın ölümüne sebep oldu. Yazar Aytekin Yılmaz hem yeni kitabını hem de güncel bir mesele olarak önümüzde duran ‘Çözüm Süreci’ni Aksiyon'a anlattı.
- Sol içi şiddet ve infazlar, genelde örgütlerin ‘mahremi’ olarak biliniyor. Bu konuda örgütlerden ayrılanlar yazıp çizmek istemiyor, can güvenliği nedeniyle. Kitap sonrasında nasıl bir tepki aldınız?
Açıktan bir tehdit almadım. Ama zaman zaman okuyucu tepkileri oluyor. “Şimdi bunları yazmanın zamanı mı, bunlar devletin işine yarar, sen devletin adamı mısın, işbirlikçi, hain…” gibi klasik yaftalamaları yapıyorlar. Daha önceki kitabım “İçimizdeki Hapishane” yayımlandığında özellikle DHKP-C’nin tehdit içerikli açıklamaları olmuştu. Son kitapta da TİKKO’nun bir açıklaması oldu. Kısaca şöyle diyorlar: “Evet, bu tür olumsuzluklar oldu ama biz bunun özeleştirisini verdik.” Aslında infazlara yönelik bir özeleştiriyi kabul etmiyorlar. İnfaz edilirken uygulanan kötü muameleye karşı bir özeleştirileri var! Türkiye’deki illegal sol hareket son on yılda bir yerlere geldi özeleştiri manasında. 2003’te yayımlanan “İçimizdeki Hapishane” isimli kitabıma yüzde 90 tepki varken bu durum şu an tam tersine döndü.
- Belki de kitabın en can alıcı cümlesi şu: “Hapishanede tanıdığım bütün romantik devrimciler, bir zalimden kurtulayım derken başka bir zalim iktidarın kurbanı oldu.” Bu cümlede örgüt içi infazlara dikkat çekiyorsunuz. Özellikle PKK göz önüne alındığında bu ‘zalim iktidar’ anlayışı devam ediyor mu?
Örgüt içi infazlar tamamen bitmiş diyemem. Eskisi gibi çok olduğunu sanmıyorum. Bunun sayısı 10 kişi midir, 50 kişi midir bilemem. Eğer silahtan vazgeçmemişsen, hâlâ onu bir araç olarak kullanıyorsan yer ve zaman oluştuğunda o infaz gerçekleşir.
- Askerî istihbaratın son bir yılda Kandil’den kaçan 150 kişinin öldürüldüğüyle ilgili raporları var...
Devletin askerî istihbaratı güvendiğim bir kaynak değil, açıkçası. Rakamlar o kadar fazla mıdır, bilemem. Ama silah varsa patlar, ve infazlar da olmuyor denemez.
- Kitapta, PKK’nın, 1990’lardan itibaren örgüt içi infazları bitirmeye yönelik kararlar aldığını yazıyorsunuz; ancak bu kararlar bir türlü uygulanmıyor. Neden?
1993 yılında örgüt içi infazlar sadece Abdullah Öcalan’ın iznine tabi tutuluyordu. Öcalan’ın dışında ne örgütün ‘eyalet’ olarak belirlediği bölgelerde ne de cezaevlerinde kimse kafasına göre infaz kararı alamayacak şeklinde bir kural getirildi. Bu bir ihtiyaçtı; çünkü örgütün merkezine her gün iç infaz raporları gönderiliyordu. Öcalan bunun üzerine infaz yetkisini kendisine bağlıyor, örgütü disipline etmek için. Burada, şu açıkça belgeleniyor: 1993’ten sonraki iç infazların birincil sorumlusu Öcalan’dır. Tabii Öcalan’ın izni meselesi pratikte uygulanamıyor. ‘Kamptan kaçmak’ örgüt içi infazların en büyük bahanesi yapıldı o dönemde.
- Kobani protestoları sırasında, Güneydoğu’da, çok ciddi bir şiddet birikimi olduğunu gördük. Bir Kurban Bayramı günü, Yasin Börü isimli bir gencin linç edilmesi, bölgede yaşanan şiddetin sembolü oldu. PKK, bölgedeki diğer sosyolojik gruplara tahammül etmesini öğrenebilir mi?
Kobani protestoları, örgüt tarafından saniye saniye kuruldu. Bölgede bir öfke birikimi vardı ve bu açığa çıktı. Hükümet yetkililerinin bazı açıklamaları da tahrik edici oldu. 6-7 Ekim protestolarını Kobani ile sınırlarsak yanılırız. Protestolar sırasında AKP’ye verilen bir mesaj vardı. Bir buçuk yıldır çözümle ilgili bir adım atmayan AKP’ye şu mesaj verildi: ‘Çözüm sürecinde adım atmazsan, her zaman benzerini yapabiliriz’. Mesaj buydu.
- Kobani olaylarından sonra yerel halkın silahlandığı söyleniyor. Kobani eylemleri sırasında yaşananlar, PKK’lı olmayan bölge halkında ciddi bir savunma refleksi geliştirmiş anlaşılan…
Evet. PKK’lı olmayanlar bir savunmaya geçti. Çok kötü bir tablo. Bunu ben de gözlemliyorum. Mevcut PKK, devletin şu an son şansı. PKK yönetimi, Türkiye ile birlikte yaşamak istiyor. Süreç başarıya ulaşmazsa bir sonraki adım bağımsız bir Kürdistan üzerine evrilebilir. Yani devlet ya Kürtleri yönetime ortak edecek ya da PKK ayrılmayı düşünmeye başlayacak.
- Sizin bu söylediğiniz, “Mevcut PKK, devletin şu an son şansı. PKK yönetimi, Türkiye ile birlikte yaşamak istiyor.” cümlesi artık bir retorik hâline geldi. Birlikte yaşamak isteyen PKK, devleti açıktan açığa tehdit eder mi? Burada bir paradoks yok mu?
Bence yok. Bugünkü PKK yönetimi devlet yönetimine katılabilirse, en azından bölgede demokratik özerklik dediği projeyi gerçekleştirme imkânı bulabilirse ayrılmayı düşüneceklerini sanmıyorum.
- Güneydoğu’daki PKK ve HÜDAPAR gerginliği 90’lı yıllardaki gibi bir karamsar tablo ortaya çıkarır mı?
Unutmayalım, PKK kuruluşunda Stalinist bir örgüt modelini benimsedi. Bu tür örgütlenme tekçi bir modeli esas alır. Bu model örgütlenmeler başka sosyolojik gruplara iyi bakmaz. Son seçimlerde HÜDAPAR, Diyarbakır’da azımsanmayacak bir oy aldı. Siz, PKK olarak HÜDAPAR ile birlikte yaşamanın araçlarını oluşturmalısınız. 2014’ten sonra geçmişin kan davasını gütmenin bir manası var mı? PKK, birlikte yaşamanın asgari müşterekleri noktasında çok ketum davranıyor. Çok cimri. HÜDAPAR’ın zaman zaman açıklamalarına bakıyorum ve dışlandıklarını hissediyorum. PKK’nın ilgi alanına giremiyorlar. İlginçtir, son zamanlarda, artık PKK yöneticileri ‘geçmişle yüzleşelim, hakikatler komisyonu kuralım’ demiyor. Bu benim dikkatimi çekiyor. Ne AKP ne de PKK geçmişle yüzleşmeye gönüllü. Hayretler içerisinde izliyorum. Çünkü PKK iç infazlarda devlet de faili meçhullerde birbirleriyle yarışmış resmen! Kusura bakmayın, bu yüzleşmeyi yapmadan nasıl çözüm süreci ilerleyecek? Hâlâ HÜDAPAR’lıları Hizbullahçı olarak gören bir PKK zihniyeti var. Bu 20 yıl önceydi. Hizbullah’ın 2000’lerden sonra bir faili meçhule karıştığını söyleyebilir misiniz? Burada küçümsenmeyecek bir durum var. Yüzde 99’u Müslüman olan bir coğrafyada siyaset yapıyorsun. O hâlde Müslümanları nasıl dışlarsın? Ekolojik toplum demekle, özgürlük, barış, demokratik toplum demekle demokrasi gelmiyor maalesef. Sorun bu.
- Şu an barış sürecinde gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Barış sürecini tırnak içerisinde kullanıyorum. Barış süreci demek için çok erken henüz. Geçen dönemde ateşkes ilan edildi. Bu kıymetli bir şey. İnsanlar ölmüyor. Bunun adı ateşkes. Henüz barış süreci diyemeyiz. Çünkü devlet gerekli adımları atmış değil, öte yandan PKK yol kesebiliyor, insanları dağa kaçırıyor, bazılarını tutuklayacağını söylüyor. Burada devletin meşru şiddet tekelinde bir sarsılma söz konusu. Ateşkesten dolayı başlarda iyimserdim, örgüt ilk kez muhatap alınıyor. Örgüt lideri ile görüşülüyor, bu defa bir şeyler olacak, diye düşündüğüm oldu. Ama sonrası gelmedi yani barış için müzakere aşamasına geçilemedi.
- Ergenekoncular da Öcalan ile görüşüyordu…
Evet. Onlar gizliden gizliye görüşüyordu. Onların amacı şuydu: Öcalan üzerinden örgütü parçalarız, etki altına alırız, ‘düşük yoğunluklu savaş konseptinde tutabiliriz’ diyorlardı. Bunu yapanlar kaybetti, PKK gücünü büyüterek çıktı o süreçten. Askerî vesayetin gerilemesini hep destekledim. Ancak onlarla mücadele ediyormuş gibi gösterilerek bugün askerî vesayetin yerine ‘paralel’ ve ‘Gezici’ diye iki başdüşman yaratıldı ve yeni bir vesayet getirildi. Eski düşmanlar gitti, iki tane nur topu gibi düşman ilan edildi. 12 Eylül’ün ortaya çıkardığı hangi vesayet kurumu ile mücadele edildi? YÖK kaldırıldı mı? Şu an gelinen noktada aynı. İmralı’da Öcalan üzerinden örgütü etkilemeye çalışıyorlar. Gerekirse zamana yayarak örgütü parçalamaya çalışıyorlar. Düşük yoğunluklu müzakere ile devam ediliyor yola. Öcalan üzerinden örgütü etkisizleştirme çabası bana göre nafile bir çaba. Paşalar bu yöntemi denemiş, başaramamışlardı. Bugün de çözüme dair çok laf ediliyor ama aslında bir şey yapılmıyor. Hep seçim endeksli. Bir seçim daha, bir seçim daha… Yine sahte uzmanlar çıkmış, insanlara bir şeyleri anlatmaya çalışıyor. HDP heyetinin açıkladığı maddelerden ben şunu anladım. Birileri sanki Öcalan’a, ‘Bize öyle taslak maddeler hazırla ki hazirana yetişmesin’ deseymiş ancak bu kadar olurdu. Son görüşme notlarına baktım, hepsi teorik, tartışmaya açık siyasi- felsefi şeyler… Yapılması gereken çok basit; üç dört şey var. Etkisiz yetkisiz bir izleme kurulu yerine, Meclis’te yetkilendirilmiş ‘Gerçekleri Araştırma Komisyonu’ ilk yapılması gereken şey. Hükümetin buna yanaşmadığı anlaşılıyor.
- ‘Sahte uzmanlar’ derken tam olarak ne kastediyorsunuz?
Çok önemli bir nokta. Daha düne kadar Kürtlere ve Öcalan’a sövenler bugün Öcalan’ı göklere çıkarıyor. Bunlar o sözleri inanarak söylüyorlarsa o hâlde geçmişin özeleştirisini, muhasebesini de yapmalılar. Bu olmadan yapılıyorsa bu çok büyük bir ikiyüzlülük. Haksızlık ister örgütten gelsin isterse devletten, her durumda eleştirilebilmeli. Cumhuriyet dönemine bakarsanız hiç bu kadar basına hâkim olan bir iktidar daha gelmedi. Tayyip Erdoğan’ın bir dediğini iki etmeyen, ona güzellemeler düzen, onun sözlerini teorize eden bir aydınlar, uzmanlar tayfası türedi. Böyle yapmayanların hepsi medyadan kovuldu. Bunu hayretler içerisinde izliyorum. Siyasette de üçüncü dönemi biten gazeteciler oldu. Hükümetin memurlarıydı ve onlar bile kapı önüne kondu. Burada yeri gelmişken söyleyeyim. Hizmet Hareketi’ni savunan bazı köşe yazarlarının da yanlış bir dil kullandığını görüyorum. AKP’yi, Kürtlere niçin haklarını vermiyor noktasından eleştirmek yerine olayı AKP, PKK’ye taviz veriyor noktasından okuyor. Bu, Hizmet Hareketi’nin anlaşılmasına zarar veriyor. Bizim cephemizdeki algı maalesef bu.
AKSİYON
Haber Ara