TİMETURK BLOG | İslam Mazharoğlu
İslam ;dünden bugüne değişen bir din değil aksine Adem’den Hatem’e bütün nebilerin tebliğ ettiği ortak dinin adıdır.Her peygamberin tebliğ ettiği imani hakikatlerde tebdil ve tağyire rastlanmaz fakat getirdikleri şeriatta değişiklikler olabilir…Bu, hayatın doğal akışına da uygundur…
Esasında insanoğlunun avreti galizasını setredecek bir yaprak bulma öyküsünden ve ölüsünü gömmeyi bir kargadan öğrenecek kadar ‘ilkel’ bir yaşamdan bugün gökdelenlerde yaşama seviyesine ulaşmasına , uzay yolculuğu yapma ve neredeyse ölüme hayat rengi vermesine kadar geçirdiği merhalelerde şartların ve ihtiyaçların değişmesiyle ahkamın(şeriatın) değişmesi aşamaları uyumlu olmak zorundaydı ve tarihsel akış da buna uygun seyretti…
Değişmeyen hükümlerin tevhidi ve ahlaki temeller üzerine sabit olduğu, yeme içme ,cezalandırma vb hususlarda ise Şeriatler arasında farklılıklar bulunduğunu Kuran‘ dan öğreniyoruz…
Adem’in sorumlu olduğu emir ve yasaklar ile sonraki peygamberlerin ve toplumlarının sorumlu olduğu hususlar aynı mıdır?Tevhid le alakalı meselelerde hiçbir tebdil yokken muamelatla ilgili yasaklarda değişiklikler görmek mümkün.
Ruh üflenen Ademoğlunun iman hususundaki hikayesi hakikaten ilgi çekici…Ahdi Misaka vefa gösterenlerden, inkar ve ilhada;tevhidi benimseyenlerden şirk,küfür,tuğyan ve fasıklığa kadar uzanan bir yelpazede serüvenimiz… Rabbimizin bütün münzel vahiylerde övdüğü kişiler iman edip istikamet üzere bir yaşama sahip olanlardır; Müminlerdir. Kur’an diliyle iman edenlerdir. Onlar hayatlarını yaşarken dinin belirlediği hudutları aşmamaya azami özeni gösterirler.
Bu gayet uzun girizgahtan sonra hali pür ü melalimizi resmetmeye geçebiliriz:Bizlerin amelde ve itikatta taklit ettiğimiz farklı mezhep ekolleri var.
Makbul addedilen ( Ehl-i Sünnet) Hanefi,Şafii,Maliki ve Hanbeli ameli mezheplerinin yanında tarihte kalan bazı mezhepler, kitapları bulunan ve fakat müntesibi olmayan mezhepler(Zahiri ) ile Şiiler arasında yaygın olan mezhepler…Ehli Sünnet’e göre Caferiye dışındaki dört mezhep haktır ve hangisi taklit edilirse edilsin mutlaka Resulullah’tan rivayet edilen bir esasa dayalı ibadet edilmiş olur.Şia ise kendi mezhep anlayışlarını doğru kabul ederken Ehli Sünneti delalet içinde görür…Dolayısıyla ameli olarak geldiğimiz noktada ameli bir mezhep birliği kurmaya imkan ve ihtimal yoktur; haddi zatında böyle bir şeye ihtiyaç da bulunmamaktadır. Ehli Sünnetin problem olarak gördüğü husus ise mezhepleri telfik etmektir.Teoride ne denirse densin Müslümanlar hayatında her mezhebin kolay içtihatlarıyla amel etmektedir;dolayısıyla bu da adı konulmamış telfikin ta kendisidir.Bu, hayatın mecbur kıldığı bir durumdur.
Hayatın ilzam ettiği alanlarda eski içtihatlar mı esas alınacak yoksa Kuran ve Sünnet merkezli yeni içtihatlar mı hayatımıza yön verecek?Ya da mezhep mukallitliği din midir?Yani bir mezhep o kişinin İslamı olur mu?İlim sahibi bir Müslüman Heva ve hevesine göre değil fakat içtihatlardaki sıhhat derecesine göre başka mezhebin görüşüne meylettiğinde dinden çıkmış mı olur,yoksa bid’at çukuruna mı yuvarlanmıştır?
İtikadı mezheplerde ise kılıçlar çok keskindir;sonuçta tercih ettiğiniz itikat sizi ya dört dörtlük mümin yapar ya zındık ya bid’atçı sapık ya mezhepsiz ya modernist ya Müşrik ya da Yahudilerden bile şiddetli kafir…Bu, ciddi bir vaziyettir….Ahireti kaybetme ihtimali vardır…Ya Eşari veya Maturidi kelamını ; ya Kaderiye veya Cebriye itikadını;ya Mutezile veya Mürciye kutbunu ;ya Selefi keyfiyetsizliği/ruhsuzluğunu ya da Şii velayetizmini kabul ederek çağa taşıma riski vardır…
Allah aşkına DÜŞÜNELİM…Müslüman olarak baktığımızda bu kadar ameli ve itikadi ihtilaf ve fırkalaşma rahmet midir yoksa azap mıdır?Aklımızı birilerine kiralamadan cevap verelim lütfen.İslam’ın öngördüğü İslam toplumu bu mudur ? Tasavvufu,tarikatı ayrı bir kulvarda, Selefisi, fıkıhçısı ayrı bir kulvarda,Mezhepçisi geçmişi tekrarla meşgul….Şucusu bucusu sünneti hayattan kovmanın gayretinde…Hanifler ayrı bir telden çalıyor ilahiyatçısı ayrı…Kuran’ın yanında başka kaynakları ,evradı ezkarı olan Müslümanlar…Hadisi/Sünneti zorla Zikre dahil edip vahiy kabul edenler…Kerim kitabımızın 200 den fazla hükmünü mensuh kabul edenler, “teberrüken okuyoruz.” diyenler….Açık hükümleri tarihe mahkum edip yeni hüküm ihdas edenler…Hudutları çağdaş(!) hukuk normlarıyla değiştirmede ölçü tanımayanlar….Nedir bu kadar birbiriyle taban tabana zıt İslam anlayışı…Bu, bizi Sıratı Müstakime ulaştırır diyen var mı?Kuran-ı Kerim’in hedeflediği İslam toplumu tam da budur diyebilir miyiz?
Muhakkak ki Allah bizi kendisinde hiçbir şüphenin olmadığı Kuran –ı Kerim’den sorumlu tutacaktır… “Bu(Kuran) sen ve kavmin için bir Zikirdir.Siz, ondan sorumlu tutulacaksınız …” (Zuhruf suresi: 44.ayet)
Ne alimlerin sözleri, ne falan kitabın iddiaları,ne şunun rüyaları ,ne bunun eteği, ne filanın şefaati asla bizi tek başına kurtaramaz…Bizi kurtaracak olan şirksiz sahih imanımız , ihlasla yaptığımız ibadetler ve her şeyden önemlisi Rahmeti bol Cenabı Mevla’nın affı ve mağfiretidir….
Bir sohbette son günlerde birbirini şirkle,küfürle zındıklıkla modernistlikle , bidatçilikle ve Şiilikle suçlayan allameler mevzu bahis olunca itikadi ve ameli mezhepsel fırkalaşmalar , fıkıh mirasındaki münakaşalar ve nizalar tekrarlandı mecburen.
Ben de 90 larda kapattığım o defteri tekrar açmak zorunda kaldım…Bana da bu tartışmalarla alakalı ne düşündüğüm sıklıkla sorulur oldu.Maddeler halinde ifade edeyim bakış açımı:
1-İslam’ın ana kaynağı Kuran-ı Kerim’de hiçbir tebdil ve tağyir olmamasına karşı Sünneti de ihtiva eden Hadis kitaplarında sahih ,zayıf ve mevzu hadisler bir arada bulunmaktadır…Bu hadislerin Kur’an hakemliğinde tekrar gözden geçirilmesi mülzemdir…Peygamberimizin Kuranı teybin görevi ,hayata taşınacağına dair örnekliği es geçilemez…Akıl sahibi hiçbir Müminin Efendimizden çıkmış bir söze itiraz etme hakkı yoktur…Biz ondan kesin gelmiş her türlü dini hükme uyarız;velakin o sözün hakikaten Nebi(as) den sadır olup olmadığıyla alakalı şüphelerimiz varsa o sözüKuran’a arz etmekten de çekinmeyiz.[1]
2-Efendimizin Kuran’ın uygulamaları olan sünneti, Kuran’ın yanında ve hatta kimi zaman onunla ayaklaşan farklı ikinci bir şarii olarak görmek fahiş bir yanılgı olur…Peygamber(as) e nispet edilen Sünnet (sıhhatinde problem yoksa) “vahyi teybin” görevinin neticesidir.
Allah resulü de -tıpkı bizler gibi – inen vahye uymakla emrolunmuş ve vahyin dışında bir tavır ve davranışın şiddetle cezalandırılacağı hatırlatılmıştır.
----- “ Rabbinden sana ne vahyediliyorsa onun ardınca git. Muhakkak ki Allah ne yaparsanız haberdardır.”-Ahzap:2
--- “Onlara (arzularına göre) bir âyet getirmediğin zaman, derleyip toplasaydın ya derler, sen de de ki; ben ancak Rabbimden bana ne vahyolunuyorsa ona uyarım, işte bütünüyle bu Kur'ân, Rabbinizden gelen basiretlerdir (kalp gözünü açacak beyanlardır), iman eden bir kavim için hidayettir, rahmettir.”A’raf:203
----“Böyle iken, âyetlerimiz, kesin birer belge olarak kendilerine okunduğu zaman, o bizimle karşılaşmayı ummayanlar, "Bundan başka bir Kur'ân getir veya bunu değiştir." dediler. De ki, "Onu kendiliğimden değiştiremem, benim açımdan bu olacak bir şey değildir. Ben ancak bana vahyolunana uyarım. Rabbime isyan edersem, şüphesiz büyük bir günün azabından korkarım."10:15
……. “Ey Resulüm!) Şimdi belki sen, "Ona bir hazine indirilse, ya da beraberinde bir melek gezip dolaşsa ya!" diyorlar diye sana vahyolunan vahyin bir kısmını terkedecek olursun ve bundan dolayı da göğsün daralır. Sen yalnızca bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekildir.”11:12
…….“ Rabbinin kitabından sana vahyolunanı oku! Onun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. Ve O'ndan başka bir sığınılacak da bulamazsın.”18:27
.-------“De ki: "Eğer ben yanılırsam, yalnız kendi adıma yanılırım. Ve eğer hidayeti bulmuşsam, bilinmeli ki Rabbimin bana vahiy vermesiyledir. Çünkü O, yakındır, işitir, işittirir."34:50
“ İşte biz böylece sana da emrimizden Kur'ân'ı vahyettik. Yoksa sen kitap nedir? İman nedir? bilmiyordun. Fakat biz onu bir nur kıldık. Onunla kullarımızdan dilediğimizi doğru yola iletiyoruz. Şüphesiz ki sen de insanları doğru bir yola götürüyorsun.”42:52
“Öyleyse sen, sana vahyedilen Kur'an'a sarıl. Şüphesiz ki sen doğru bir yol üzerindesin.”43:43
“Ey Muhammed! De ki: "Ben Peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben ancak bana vahyedilene tabi oluyorum. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.”46:9
……” De ki: “Allah'ın dilemesi hariç, ben kendime fayda veya zarar verecek güce malik değilim. Eğer ben gaybı bilseydim, hayrı mutlaka çoğaltırdım, bana bir kötülük dokunmazdı. Ben ancak mümin olan kavim için bir nezir (uyaran) ve müjdeleyiciyim.” Araf:188
3- Hadis alimlerinin Peygamberimizin vefatından kaç yıl sonra bu işe el attıklarını ve kitaplarındaki hadisleri binlerce hadis arasından seçerek topladıklarını,birbirlerinden çok farklı hadis kabul şartları belirledikleri gerçeğini akıldan çıkarmayalım…Meğazi, siyer kitapları ile vaaz kitapları ve tasavvuf kitaplarındaki kaynağı ve metni sorunlu mevzu hadislerin ise tam bir facia olduğunu bilelim…Hadisin sıhhat derecesini rüya,keşf veya ilham yoluyla belirleyenler;kendisine asır itibariyle ulaşması mümkün olmayan şahısların uveysi yol diye uydurdukları hadis alma usulü ile teessüs etmiş nice dini yapıların olduğunu aklımızdan çıkarmayalım…
4-İçtihadın herhangi bir çağla sınırlandırılması caiz değildir. Fıkıh; bütün meselelere zamanında toplu cevaplar vermiş, bütün herkesin uymak zorunda olduğu ve bazı insanların (fakih/müçtehit) yetkili olduğu tarihe mal olmuş ölü bir ilim değildir.
5-Fıkıh Müslüman’ın karşılaştığı her türlü problemini çözmek durumundadır.. Acıdır ama gerçektir:İçtihat sadece belli çağda yaşamış kişilerin imtiyazlı ve sorumlu olduğu bir alan değildir;aksine her devirde yaşayan toplumların omzunda ağır bir mesuliyettir. Müctehid tanımlamaları ve vasıflandırmalarının hepsi insan ürünüdür.Dini bir bağlayıcılığı yoktur.Aklı olan Kuran ve sünnetten yeteri kadar malumatı olan Arapçayı bilen dini salabiyesi kuvvetli her Müslüman alim hüküm çıkarabilir…..
6-Tasavvuf ve tarikat yapılanmalarının ve oluşmuş teamüllerinin yeniden Kur’an merkezli tenkide tabii tutulması elzemdir.İkincil kaynak da sahih sünnet olacaktır…Zamanla oluşmuş alim görüşleri ve menkibelerden örülü temel kabuller terk edilmeden bir yere ulaşmak mümkün olmaz…
7-Ehl,i Sünnet ve Şii anlayışların ve kabullerinin yeniden sadece Kuran referansıyla tashihi yapılmadan havanda su dövülmüş olur…Zira herkes ‘Sünnet’ten bir asla dayandığını savunurken delil getirmekten aciz kalmayacaktır.Neticede kimsenin kimseyi ikna etmesi ihtimali yoktur…Binaenaleyh; temel referansımız Kuran olmadan Kuran’ı Kerim hakem yapılmadan sonuç sıfıra sıfır elde var sıfır olmaya mahkumdur…
8-Kuran’ı ve Sünnet’i önceleyip yeni bir İslami anlayışı yerleştirmeye çalışan Müslümanların da şunu görmesi gerekir:Müslümanlar asırlardır oluşmuş bir dini hayatı yaşıyor ve içinde bulunduğu kültür ve medeniyetin temel “dogma”larından hemencecik ,kolaylıkla kurtulamaz…Vebittali yanlışlıklar kırmadan ,dökmeden,şirk ve küfür ile itham etmeden önce kardeşlik hukuku çerçevesinde izah edilmeli; Hz. Musa ‘ya emredilen Firavun’a bile kavli leyyinle muamele etmesi gerçeği unutulmamalıdır…
9-Islah için yapılan samimi ,ilmi tenkitler fayda vermese dahi aynı kıbleye yöneldiğimizi asla hatırdan çıkarmamalıyız…Yahudi,Hıristiyan ve Müminler arasında dahi kıyamet günü Allah’ın hüküm vereceği ayetle sabittir.Öyleyse biz de birbirimizi yıkıcı sıfatlarla vurmadan akıbetimizi Allah’a havale etme olgunluğunu göstermeliyiz…
10-Her cemaatin önceliği kendi menfaatleri değil Müslümanların menfaati olmalıdır…
Bütün imkanların kendilerine verildiği bir siyasi ekonomik ve kültürel yapı hayırdan çok şer getirir…Diğer cemaatlerin haset duygularını harekete geçirecek bir temellükten uzak durmaları birçok belayı def edecektir.
11-İslam’ın hayatın her alanıyla alakalı emir ve yasakları mevcuttur. Müslümanlar,devlet içinde veya bir şirkette -hangi statüde olursa olsun- vazife aldıklarında Allah’ın kesin yasakladığı hususların dışında , ‘Allah’a masiyette itaat yoktur !’fehvasınca, vazifenin icaplarına uygun hal ve hareket içinde bulunmakla mükelleftirler.
12-Müslüman toplumun ilk dönem neslini örnek alarak temel İslami menbaya dayalı âlim yetiştirme farz-ı aynını derhal başlatması gerekiyor…Her hangi bir mezhebin şablonuna girmeden Kuran ve sahih sünnetle beslenen bir ilim adamı sınıfının tekvini hayati bir öneme haizdir.Bu alimlerin öncülüğünde yeniden bir İslami ihya süreci başlayabilir…
13-Her cemaatten temsilcilerin bulunacağı bir heyetin kurulması lazımdır.Bu heyet cemaatlerin fevkinde bir “üst akıl” olarak hem hedef belirleyecek hem de stratejik davranarak istikbali planlayabilecektir…
14-İslam kimsenin tekelinde değildir ve asla olamaz…Bizler,İslam’ın hamisi veya sahibi değiliz;sadece müntesipleriyiz…Kimseye bir gömlek biçemeyiz,sadece toplumun islahı için çabalarız… İslam, kıyamete kadar baki kalacak olan Cenabı Hakkın razı olduğu dinin adıdır…Koruyucusu da Allah’tır..Bir kavim emaneti taşıyamaz hale gelince Allah emaneti başka bir kavme verir;İnsanlığın tamamı onun dininden yüz çevirirse Allah yepyeni bir mahlukatı halef yapabilir…
5-Allah hayır/iyilik ve takva hususunda yardımlaşmayı emretmiş;düşmanlık ve kötülük üzere yardımlaşmayı yasaklamıştır…
Müslümanların vahdetine mani olan cemaatleşme,mezhepçilik,meşrepçilik ve bilumum dini anlayışlar rahmet değil azaptır.Vahdet değil tefrikadır…. Dini ihtilaflara ,tefrikaya rahmet demek kendimize kandırmaktan öte bir şey ifade etmez…Yüce Kitabımız tefrikayı birçok ayetinde yasaklamıştır…Bizim yasaklandığımız şey Yahudiler ve Hristiyanlar gibi tefrikaya düşmektir…Allah aşkına söyleyin bugün itibariyle bizim tefrika yönünden onlardan ne farkımız var?
“Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir." (En'âm 6/159).
Fikirlerim özetle bunlardan ibarettir.
Davamızın sonu Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir…