asırlar boyu tek vücut
olarak yaşadığımız halde
ne oldu da bu husumet ortaya çıktı?
Niçin bu kanlar akıyor?”
Prof. Dr. Necmettin Erbakan
O nedenle, şu sorunun cevabını, daha köklü ve derinlemesine aramalıyız. Türkiye’nin ana sorunu, gerçekten de kavmi, mezhebi bir sorun mudur; yoksa kavmi ve mezhebi sorunlar, ana sorunun, sistem sorununun bir sonucu mudur?
Bu yazı serisinde rahmetli Erbakan’ın Kürt Meselesi’ne bakışı ve ele alış şekli incelenmektedir. Geçen yazıda Türkiye’nin meselelerini ele alırken meseleleri gerçek boyutları ile ortaya koyup doğru teşhis konmanın gerekliliği üzerinde durmuştuk. O nedenle, “Yanlış teşhis doğru çözüme götürmez” demiştik.
Bugüne kadar Türkiye’de parlamento içi siyasette, genelde kavmi kimlik özelde Kürt kimliği sorununa ilişkin en köklü ve kalıcı çözüm önerisini getiren, Erbakan Hocadır. Erbakan Hocanın Kürt sorununa yaklaşımını, teşhis ve tedavi şeklinde iki kademede ele almak gerekmektedir.
Burada, rahmetli Erbakan Hocanın Kürt Meselesi’ne koyduğu teşhisi, meselenin ortaya çıkış nedeniyle ilgili görüşlerine yer vereceğiz.
Milli Görüş hareketi lideri rahmetli Erbakan, 1993’te Refah Partisi 4. Büyük
Kongresi’nin açış konuşmasında, Kürt sorununa özel bir yer vermiş ve konuşmasının büyük bir kısmını, bu soruna ayırmıştır. Bunun sebebi, sorunun gittikçe tehlikeli bir hal alma eğilimine girmiş olması noktasında ki kanaatleridir. Sorunu kongrede dile getirmiş olması, tehlikenin boyutlarına, kamuoyunun dikkatini çekebilmek içindir.
Müslümanlığın, ortak tarihin, ortak coğrafyanın, ortak medeniyetin ve kader birliğinin Türklerle Kürtler arasında ortak payda olduğunu ifade eden Milli Görüş hareketi lideri sorunu, “Sorarım size, asırlar boyu tek vücut olarak yaşadığımız halde ne oldu da bu husumet ortaya çıktı? Niçin bu kanlar akıyor?” şeklinde can alıcı bir soru sorarak kamuoyunun gündemine taşımak istemiştir:
“Bakın 1071’de Alparslan Bizans’a karşı savaş açarken Kürt kardeşlerimiz ona on bin asker verdi. Çünkü onlarda Anadolu’nun Müslümanlaşmasını istiyordu. O zaman ne Türklerin Türkçülük, ne Kürtlerin Kürtçülük iddiası vardı. Tarih boyunca savaşlarda en büyük destek Kürtlerden alındı. Ve yine asırlar boyu aynı inancın kardeşleri olarak siperde vücutlarını birbirlerine kalkan ettiler. Bu asrın başlarında Musul’da toplanan Kürt aşiretleri Osmanlı halifesinin yanında savaşmaya karar verdiler. Ve Sevr Anlaşması’nı yırttılar. Öyle ki Kürtlerin Osmanlı’ya karşı savaşmak için görüşmeye gelen İngiliz valisine, Kürt lideri Şeyh Mahmut el- Berzenci elini uzatmadı. Ve 'Müslümanların halifesine savaş açan bir ülkenin valisinin eli necistir’ dedi. Adıyaman’da Bedir Ağa kendisini isyana teşvik etmek için altın yüklü katırlarla gelen İngiliz görevlisine 'Ben halifeye isyan etmem’ dedi. Kendisini altınlarıyla beraber huzurundan kovdu. Aynı İngiliz görevlisi, Van’daki Kürt aşiret reislerini ziyaret ettiği zaman onlarda aynı sözlerle kendisini kovdular.
Sorarım size, asırlar boyu tek vücut olarak yaşadığımız halde ne oldu da bu husumet ortaya cıktı? Niçin bu kanlar akıyor?” (1)
Erbakan Hoca, meseleyi, sadece bir terör, askeri operasyon ya da Kürt Meselesi olarak görmüyor. Erbakan’a göre mesele, tek boyutlu olmayıp 3 boyutludur. Her bir boyuttaki olumlu ya da olumsuzluklar, diğerlerini etkilemektedir. Her üç mesele birlikte, bir bütün olarak ele alınıp çözüme kavuşturulmalıdır:
“Gerçekte mesele bir değil 3’tür: 1-Terör, 2-Kürt Meselesi, 3-Güneydoğu
Meselesi. Kürt Meselesi ve Güneydoğu Meselesi’nin çözülmemiş olması, terörün gelişmesine ortam hazırladığı gibi, terörde diğer iki meselenin çözülmesine zorluk çıkartıyor. Bu böyledir diye, 3 ayrı meselenin varlığını görmemezlikten gelip veya yok farz edip, meseleyi sadece terör meselesi olarak ele alarak çözmek mümkün değildir…” (1)
Erbakan: “Kürt Sorunu’nun Kaynağı, Sömürü Düzeni, Taklitçi Zihniyet ve Asimilasyoncu Politikalardır”
Kürt konusunu üç boyutlu olarak ele alan Erbakan’a göre, Kürt konusunun bir sosyal problem haline gelmesinin ana sebebi, “taklitçi zihniyetin”, “sömürü ve tahakküm düzeninin” uyguladığı “asimilasyoncu”, “materyalist” ve “ırkçı politikalardır”:
“Terörün gittikçe artma imkanı bulması ve Güneydoğuda ki halkımızın bugünkü acıların içine düşmesinde hiç şüphesiz taklitçi zihniyetli ANAP, SHP ve DYP iktidarlarının yanlış politikalarının büyük payı vardır.
Bunlar yıllardan beri materyalist ve ırkçı bir politika uygulamışlardır… Görüldüğü gibi taklitçi zihniyetli İktidarlar terörü önleyememişler; Kürt meselesini ve Güneydoğu meselesini çözememişler, bunu gittikçe büyüyen bir mesele haline getirmişlerdir.
Yaşanan tecrübeler bu meselelerin taklitçi zihniyetlerin tatbik ettiği, şiddet ya da zora ki asimilasyon politikalarıyla çözülemeyeceğini göstermiştir. Taklitçi iktidarlar gelip gidiyor, fakat hepsinin müşterek olan bu yanlış politikaları değişmiyor.” (1) Erbakan’a göre Güneydoğu’nun geri kalmışlığı ve bölgede yapılan zulüm, sadece bölgeye has bir durum olmayıp ülkenin pek çok yöresine ilişkin bir durumdur. Bunun da sebebi, gene 'sömürü düzeni’, 'tahakküm düzeni’ ve 'taklitçi zihniyetli iktidarlardır’:
“Şikâyet olunan ve istenen nedir? Türkiye’de ki batı taklitçisi zihniyetli iktidarların yürüttükleri sömürü düzeni, tahakküm düzeni sonucunda ortaya çıkan ızdırap ve haksızlıklar. Bunlar derece derece esasen yurdumuzun her bölgesinde mevcut ve herkese aynen tatbik ediliyor.” (1)
Erbakan, 1994, Bingöl’de yaptığı o meşhur konuşmasında, ülkenin insanlarının birbirine yabancılaştırılması ve aralarına husumet sokulması, “okullardan besmelenin kaldırılması”, yerine 'Türküm doğruyum çalışkanım’ andının getirilmesi ile başladığını ifade etmektedir:
“Dedim ki, bu ülkenin evlatları asırlar boyu, mektebe başlarken besmeleyle başlar. Siz geldiniz, bu besmeleyi kaldırdınız. Ne koydunuz yerine? 'Türküm doğruyum çalışkanım’. E sen bunu söyleyince, öbür taraftan da, Kürt kökenli bir Müslüman evladı, ya öyle mi, ben de Kürdüm, daha doğruyum, daha çalışkanım deme hakkını kazandı. Ve böylece, siz bu ülkenin insanlarını birbirine yabancılaştırdınız.” (2)
Bu yaklaşım, sistemin ana tezine, temel varsayımlarına doğrudan cephe almak, onlara savaş açmak demektir. Hem ulusal sistem, hem de küresel sistem, sorunun çözümünü istemediği için Erbakan’ı ciddi bir tehlike olarak görerek bertaraf etmeye karar vermiştir.
Erbakan: “Kürt Sorunu Şiddet ve/veya Asimilasyonla Çözülemez”
Erbakan konuşmalarında, sorunu bir bütün olarak ele almayıp sadece, şiddetle ve Askeri operasyonlarla meselenin halledilemeyeceğine dikkat çekmeye çalışmıştır. Üzerinde durduğu nokta, sorunun çözümü için sorunun ana kaynağına ve sebeplerine inilmesi gerektiğidir:
“Bu sebeplerden dolayı, terörle mücadele sadece Askeri bir hareket olarak düşünülmemeli. Bu konu, kaynağını ve sebeplerini ortadan kaldıracak çok unsurlu ve kapsamlı bir bütün olarak ele alınmalıdır.”
“Yaşadığımız tecrübe bu önemli problemin, şiddet ve terörle, ya da zora ki asimilasyon politikalarıyla çözülemeyeceğini göstermiştir…” (1)
Erbakan’a göre “yabancılaştırma” ve “asimilasyon” politikaları, Osmanlı’da farklı kavimler arasında asırlar boyu oluşturulmuş olan ortak paydaların ortadan kalkmasına, meydana gelmiş olan kardeşliğin kırılmasına sebebiyet vermiştir. Erbakan daha 1970’li yıllarda henüz Kürt Meselesi diye bir sorun görünür bir şekilde ortada yokken, bu günlere gelineceğini görerek/sezerek “kuş dili” /kodlama/şifreleme ile konuşarak bu meseleye, “kardeşlik-bölücülük”, “devlet-millet bütünleşmesi” kapsamında dikkat çekmeye çalışmıştır:
“Milli Görüş vatanımızın ve milletimizin bölünmez bütünlüğü ve 40 milyon memleket evladının kardeş bilinmesi temel prensibine dayanır. Her şeyin başı önce yurdumuzda kardeşliğin, tesanüt ve birliğin teessüsüdür. Aynı milletin, aynı tarihin çocuklarının kardeşliği esastır. Gidilecek yol iç barış yoludur, kardeşlik yoludur. İthamcılık yolu değildir. Aynı milletin çocukları arasında görüş farklılıkları, fikir farklılıkları olabilir, fakat bu hiçbir zaman ithamcılığın, bölücülüğün sebebi olmamalıdır.
…Sağlam bir milli bünyeye kavuşmak için içtimai sulhu temin etmeye birbirimizle kaynaşmaya mecburuz. Devlet millet kaynaşması kalkınmada temel şarttır…” (3)
Kürt Meselesi’nin özünde devlet ve milletin karşı karşıya geldiği bir zihniyet farklılaşmasının olduğunu, bunun milletin değişik kesimleri arasındaki birliği ve beraberliği, kardeşliği bozduğunu üstü kapalı ifade eden Erbakan, “Kendi ön fikirlerimizle değil, davanın gereklerine tabaiyet ile hizmet edebiliriz. Dava bunu gerektiriyor. Millet ile devlet iyice kaynaşacak başka çaresi yoktur” (3) diyerek meselenin dava boyutu ile ele alınması gerektiğini ifade etmektedir. Değerler, kültür ve medeniyet düzleminde devlette meydana gelen yabancılaşmanın bir dava sorunu olarak ele alınmasını isteyen Erbakan’a göre, “Devlet, millet kaynaşmasını tam manasıyla gerçekleştirecek görüş, ancak Milli Görüş’tür.” (3) Gene Erbakan’a göre Milli Görüş İslam’ın ta kendisidir. O nedenle mesele tabu olmaktan çıkarılmalı ve her çözüm şekli konuşulabilmelidir.
Sonuç: “Konu Tabu Olmaktan Çıkarılmalı ve Her Çözüm Şekli Konuşulabilmelidir”
Erbakan Hoca, 1991 yılında kendisi ile yapılmış olan bir röportajda, Türkiye’nin meselelerimin çözülebilmesi için milletin duygu ve düşüncelerinin, özgür bir ortam meydana getirilerek öğrenilmesinin ve her türlü alternatifin tartışılmasının şart olduğunu ifade etmiştir:
“Milletin ne arzu ettiğinin ortaya konması için alternatifler millete sunulmalı ve bu alternatifler millete eşit şartlar altında ve yeterince tanıtılmalıdır. Yoksa bir tek anayasa yaparak ve 'Ya bunu kabul edersiniz veya askeri rejim devam eder’ ve 'Aleyhinde konuşmak yasaktır sadece lehinde konuşulacaktır’ diyerek yapılan oylamalarla milletin arzusunu tespit etmek mümkün değildir.” (4)
Bu röportajdan 2 yıl sonra ve bundan 21 yıl önce 1993 yılında, Refah Partisi’nin 4. Büyük Kongresi’nde de Kürt Sorunu’nun çözülebilmesi için sorununun cesaretle ele alınıp tartışılmasını ve 'konunun tabu olmaktan çıkarılması’ gerektiğini çok açık bir şekilde seslendirerek ortaya koymuştur:
“Kürt meselesi için her çözüm şekli konuşulabilir. Esasında meselenin bunca içinden çıkılamaz hale gelmesinin sebeplerinden biri, bu konunun bir tabu gibi her türlü tartışmanın dışında tutulmasıdır.” (1)
Rahmetli Erbakan, meseleyi 'tabu olmaktan’ çıkarıp her yönüyle tartışmaya açılmasını istemesinin nedeni, özgür bir ortam oluşturularak, meselenin görüntüsü ya da sonuçları ile uğraşmak yerine, meselenin ana kaynağına inilmesinin zaruret olduğuna inanmasından dolayıdır. O nedenle Erbakan Hoca, mevcut olgu üzerinde durmaktan ziyade mevcut durumu meydana getiren şartları ve sistemi sorgulamıştır. Kardeşleri birbirine düşman eden, onları birbirine yabancılaştıran bir sistem sorgulaması yapmıştır. Daha açıkçası sivrisineklerden ziyade sivrisinekleri üreten bataklığa dikkat çekmeye çalışmıştır. Vermek istediği mesaj, bataklık var olduğu sürece sivrisinekler hep var olacak ve üremeye devam edeceklerdir.
Çözüm, sivrisinekleri öldürmekte değil bataklığı kurutmakta aranmalıdır. Erbakan’ın çağrısı, gelin, bataklığı yani gayri milli, gayri İslami ve gayri insanı olan, Batı kültür ve medeniyet değerlerine göre Lozan’da Hayım Nahum doktrinine göre kurulmuş olan bu sistemi değiştirelim şeklinde anlaşılmalıdır.
Lozan’da kurulmuş bir sistemin “kanunen ve cebren” “yeni bir ulus yaratma”(!), var olanı asimile etme macerası, Türkiye’nin sorunlarının ana kaynağıdır. Çünkü kimlik, rıza tabanlı birlikteliktir. Tevdi edilen görevleri severek, isteyerek, gönülden coşarak yapma vardır. Zorla, tehditle kimlik oluşturulamaz. Kimlik, kişinin kendisini nasıl gördüğü, neye ait hissettiği bir iç olgudur. Onun için farklı unsurlar arasında güçlü ortak paydalar bulunmazsa birliktelik, uzun sürmez, ortak bir kimlik oluşmaz.
Kimlik oluşumunda temel sorun, aynılaşmanın, aidiyetin hangi değerler etrafında olacağıdır. Irk, soy, renk ve dil eksenli bir bütünleşmenin olamadığı tarihsel süreç içerisine ortaya çıkan bir gerçektir. Bu, farklılıkların birlikteliğini kapsayacak evrensel bir üst kimliğin oluşumunun bu kavramlar etrafında şekillenemeyeceği anlamındadır. Yoksa bu, onların ayrı varlıklar olduğunun bir alt kimlik oluşturduğunun göz ardı edilmesi anlamına gelmemektedir. Tam tersine farklı boy, kabile, ırk ve milletlerin varlığı bir güvenlik alanı, barış ve tanışma alanı olarak görülmelidir ve bunların kimlikleri korunmalıdır. Kavimlerin birbirlerine göre konumları, ne dilleri, ne renkleri ve ne de soyları ile belirlenmektedir. Hiçbir kavim dili, rengi, soyundan dolayı bir diğerine göre üstün değildir. Aynı şekilde hiçbir kavmin, soyu, dili ve kültürü yok varsayılarak asimilasyon yapılamaz.
Bugün yaşanan kimlik krizinin zorla, baskı ile şiddetle ya da korku ile tedavi edilmesi mümkün değildir. Bunun yolu, ortak değerlere olan güvenin neden dolayı yıkıldığının teşhis edilmesi, nedenlerin ortadan kaldırılarak bireylerin ikna edilmesi, kalp ve gönüllerinin fethedilmesidir. Dağa taşa, 'Ne mutlu Türk’üm diyene’ yazmakla, 'Türk’üm, doğruyum, çalışkanım’ andını yaptırmakla bir Kürt, Türk olmamaktadır, olmamıştır da. Bu nedenle ne Türk kavmiyetçiliği ne de Kürt kavmiyetçiliği haklıdır. Bir mümin her ikisine eşit mesafede durmayı bilmelidir. Tavrımız berrak olmalı, ifratla tefrit arasında bocalamamalıyız.
Hz. Muhammed (S.A.V.), “Asabiyyet (kavmiyetçilik) davasına kalkan, onu yaymaya çalışan, bu dava yolunda mücadeleye girişen bizden değildir.” (5) buyuruyor.
Kaynaklar
1- Erbakan, N., Refah Partisi 4. Büyük Kongresi Açış Konuşması, 1993.
2- Akın, K., Olay Adam Erbakan, Birey Yayıncılık, İstanbul, 2000, S:105-122
3- Erbakan, N., Milli Görüş, Dergah yayınları, İstanbul, 1975, s: 30-31.
4- Erbakan, N., Türkiye’nin Meseleleri ve Çözümleri, Ankara, 1991, s: 46
5- Ebu Davud, Edeb, 121, 5121. H. Münavi, 5, 386).