İstanbul Fatih değişiyor mu?
Osmanlı’dan bugüne muhafazakâr yapısını hep koruyan, İstanbul’un en eski semti. Ama son yıllarda önemli bir değişim geçiriyor. Bu aynı zamanda Türkiye’deki İslâmi kültürün değişiminin de yansıması.
11 Yıl Önce Güncellendi
2014-12-07 00:09:57
Sultan II. Mehmet 1453’te İstanbul’u aldıktan sonra onu imparatorluğun merkezi yapacak adımları hızla atmaya başladı.
Şehre dinamizm ve canlılık katmak için Ermeni ustaları, Anadolu’nun çeşitli yerlerinden Müslüman ve gayrimüslim birçok aileyi İstanbul’a getirtti.
Fatih’in İstanbul’u aldıktan on yıl sonra yaptırmaya başladığı Fatih Camii ve Külliyesi’nin etrafına Konya, Karaman ve Niğde’den gelenler yerleştirildi. Caminin kıble yönüne yerleşenlerin olduğu cadde bu nedenle Büyükkaraman, Malta Çarşısı’nın olduğu yere ise Küçükkaraman denildi. Kıztaşı’ndan Hırka-i Şerif’e, Fevzi Paşa Caddesi’nden, Vatan Caddesi Et Meydanı’na kadar olan bölgeye Sarı Güzel adı verildi.
Sosyal, Ekonomik ve Kültürel Araştırmalar Vakfı’ndan araştırmacı yazar Cevat Özkaya uzun yıllar İstanbul’un her kesimi etkileyen isimlerinin buralarda yaşadığını anlatıyor. “Mehmet Akif’in hayatını okuyanlar Sarı Güzel Caddesi’ni bilir. Şairin babası Sahir Efendi’nin evi buradaydı. Unkapanı’ndan sağa doğru giden caddenin adı Abdul Azer Paşa Caddesi’ydi. Şimdi ismini Kadir Has Caddesi yaptılar. 1827’de Yunanistan’ın bağımsızlığını kazandığı savaşı yürüten kişidir Abdul Azer Paşa… Balat’ın hemen üstünde İlber Ortaylı’nın ‘Osmanlı İmparatorluğu tarihini yazmış en değerli kişidir.’ dediği Dimitri Kantemir’in sarayı vardı. Atatürkçü yazar Toktamış Ateş Fatih’te doğdu, ölümüne kadar burada yaşadı. İbn’ül Emin Mahmut İnal’ın konağı vardı. Müthiş hafızası olan bir kişiydi. Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet döneminin bütün aydınları o konaktaki sohbetlere katılmıştır. Bu aydınların bir kısmı solcu, bir kısmı muhafazakâr ya da sağcı oldular. Ama hepsi o konaktaki sohbetlere katılmış ve bir kısmı hatıralarında ‘Üniversitede öğrendiğimizden daha fazlasını o sohbetlerde öğrendik.’ demiştir.”
Fatih Osmanlının son döneminden itibaren muhazakâr kimliği ile öne çıkmaya başladı. [Fotoğraf: Güray Ervin/Al Jazeera]
Bugün içinde kafelerin olduğu At Pazarı Osmanlı’dan Cumhuriyet'in ilk yıllarına kadar varlığını sürdüren atların satıldığı, fayton ve diğer araba tamir atölyelerinin olduğu bir yerdi. Kadınlar Pazarı civarına ise Balkan Savaşları sonucunda gelen göçmenler yerleştirildi. Fatih Külliyesi ve medreselerde kalan bu göçmenlerin mağduriyetlerini gidermek amacıyla özellikle kadınların ürettiği el işlerini satmaları için bir pazar yeri olarak belirlendi.[1]
Fatih özellikle Osmanlı’nın son döneminde muhafazakâr kimliği ile ön plana çıkmaya başladı. Cevat Özkaya “Fatih muhafazakârlığı, Pera ise Batılılaşmayı temsil ediyordu. Bu tarafta oturan bir ailenin büyüğüne ‘Senin oğlanı Pera’da görmüşler.’ denirse bu, ‘kötü yola düştü’ anlamına gelirdi.” diyor.
Fatih semti yakın dönemi birçok edebi eserde de yer alır. Mehmet Akif Ersoy’un 'Safahat'indeki Bayrampaşa manzumesi Fatih’te geçer. 'Safahat'ın dördüncü kitabı ise 'Fatih Kürsüsü' adını taşır. Hüseyin Rahmi’nin birçok romanında Fatih’te geçen olaylar anlatılır.
Peyami Safa’nın 'Fatih-Harbiye' adlı eseri ise Doğu-Batı çatışması üzerine kurulmuştur. Muhafazakâr Doğu’yu temsil eden Fatih, alafranga Batı’yı temsil eden Harbiye’dir. O dönemde Fatih’te konak ve evler vardır, Harbiye’de ise apartmanlar. Sokağa karşı cadde, kahvehaneye karşı pastane, kedi beslemek yerine köpek yetiştirmek, hacı kokusu yerine parfüm, esas çatışma motifi olarak da Doğu ve Batı müziği. Zıtların ilkleri için mekân Fatih’tir, ikincileri için ise Harbiye. [2]
Çarşamba’da yaşayan gazeteci yazar Müfid Yüksel, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, İstanbul’da, Pera gibi yerlerde Batı tarzı yaşamın başlamasıyla birlikte aydınların sur içini terk etmeye başladığını söylüyor; “Fransız yaşam tarzı buralarda yerleşmeye başlayınca Osmanlı bürokrasisi de onlarla özdeşleşmeye başladı. Paşalar, daha sonra onların çocukları, bu semtlerden taşındı. Erenköy’e, Bostancı’ya, Pera’ya ‘apartman-köşk’ yaşamına geçtiler. Yani Batılılaştıkça burayı boşalttılar.”
Fatih ve cemaatler
‘Muhafazakâr Doğu’nun Fatih’i, geçmişten bugüne çeşitli İslâmi tarikatların, cemaatlerin zemin bulduğu yerdi.
Kadirîler, Rıfâîler, Cerrahiler ve çeşitli Nakşibendî tarikatları hep bu bölgede, özellikle de Çarşamba civarında var oldu. Çarşamba semti ismini İstanbul’un fethinden sonra Karadeniz bölgesinden buraya yerleştirilen Çarşambalılardan aldığına ilişkin bilgiler var.[3]
İslâmi tarikatların ve cemaatlerin merkezleri çoğunlukla Fatih'te. Semtte çok sayıda sinagog ve kilise de var. [Güray Ervin/Al Jazeera]
"Çarşamba bir devlet projesiydi"
Müfid Yüksel, ‘Tekke ve Zaviyeler Kanunu’ ile tarikatların yaşam alanının daralmasından Çarşamba’nın daha az etkilendiğini savunuyor. Sebebini tüm Ortodoksların ruhani merkezi Rum Ortodoks Kilisesi’nin Çarşamba’nın yanı başında bulunmasına bağlıyor. Ona göre, devlet Rum ve Yahudi nüfusun etkin olduğu Balat, Fener gibi semtlerin etrafında ‘yeşil kuşak’ yaratmak istedi; “Derin devlet denge unsurları aradı. İsmailağa, İskender Paşa gibi dergâhlar burada korundu.”
Devletin bu bölgede İslâmi cemaatlere karşı Patrikhane nedeniyle daha hoşgörülü davrandığı teorisini, İsmailağa Cemaati’nin şeyhi Mahmut Ustaosmanoğlu’nun yeğeni Sadettin Ustaosmanoğlu da “Kısmen doğru.” diyerek destekliyor. Cemaat'in entelektüel kuşağının temsilcilerinden görülen Saadettin Ustaosmanoğlu ile Çarşamba’da, yayın yönetmeni olduğu Yeni Furkan dergisinin bürosunda görüşüyoruz. Devletin bir dönem İsmailağa Cemaati üzerine yoğunlaştığını ama Cemaat’e mensup insanların bu bölgeye taşınmasının “Evliyaullah’a yakın olmak” isteğinden kaynaklandığını söylüyor.
Çarşamba ile Balat’ın sınırında yaşayan, burada doğmuş, ilk gençlik döneminin dört yılını İsmailağa Cemaati’nin medresesinde geçirmiş gazeteci Ersin Kalkan, Fevzi Paşa Caddesi’nden Haliç’e uzanan bölgenin bir başka yüzünü aktarıyor; “Burayı Kudüs’e benzetmek daha doğru. 12 sinagog, 14 Ortodoks, bir Ermeni, bir de sahilde Bulgar kilisesi var. Kudüs Patrikhanesi’ne ait bir Arap kilisesi dahi var. Çarşamba’nın sokaklarında turistler dolaşır, kimse bir şey demez. Bu kadar sinagog Tel-Aviv’de yoktur. Burada yıllardır çok farklı kesimler iç içe yaşar.”
Fatih Camii’nin etrafındaki sokaklarda birçok İslâmi yardım kuruluşu ve dernek var. Bunların en önemlisi İnsani Yardım Vakfı’nın (İHH) genel merkezi, Fatih Camii’nin yanındaki Büyük Karaman Caddesi’nde. Genel merkez dışında yine burada üç binaları daha var. Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Oruç, vakfın kuruluşunda yer alan Genel Başkan Bülent Yıldırım dâhil birçok kişinin Fatih kökenli olduğunu belirtiyor. 1980 öncesi Milli Gençlik Vakfı’nın (MGV) yurdu Fatih Camii’ne ait medresede bulunuyordu. Vakıf fikrinin MGV kökenli bu gençlerden çıktığını söyleyen Hüseyin Oruç “O düşünce yapısının bir Sultanbeyli’den, bir Ümraniye’den çıkacağını düşünmüyorum. Şehirlerin ruhu olduğunu düşünenlerdenim. Buranın manevi bir atmosferi vardır. Fatih Camii’nin bir kapısından girip öbür tarafından çıkmanın başka bir anlamı vardır.” diyor.
“Fatih’i bilinçli seçmedik”
“Başlangıçta burayı seçmemiz çok bilinçli değildi. Buranın İslâmi yapısının elbette çok etkisi var. Ama Fatih’ten çıkmamak bilinçliydi. Fatih’te kalmanın, Fatih’in ruhunun çok önemli olduğunu düşünüyoruz.” diyen Oruç, artık buradan gitmelerinin mümkün olmadığını belirtiyor. “Bizim gerek Batı, gerek İslâm coğrafyasından işbirliği yaptığımız onlarca kuruluş var. Onlar sizi Bağcılar’da bir plazada ziyaret etmiş olsalar, başka bir dünyaya gelmiş olacaklar. Surlardan girip tarihi dokunun içinde hemen Fatih Camii’nin yanındaki binada sizi görmeleri başka bir şey. Bunu muhafaza etmek istiyoruz. Fatih’te olmak bizim için önemli. Buradan hem Fatih Camii’ni hem de türbeyi görüyoruz.”
Çarşamba sakinlerinden yazar Cevat Özkaya caminin bir başka kritik önemini anlatıyor: “Diğer camiler bir yerleşim yerinin merkezi olma özelliğini kaybetti. 1980’lerin sonuna kadar Sultanahmet, Akbıyık tarafı evlerle doluydu. Şimdi hepsi eğlence mekânı. Sultanahmet, Köln’deki Dom Kilisesi gibi ziyaret camisi haline geldi. Eskiden cumaları cemaati avlulara taşan, sabahları 5-10 bin kişinin namaz kıldığı bir yerdi. Süleymaniye de aynı durumda. Orayı butik oteller merkezi yapma planı olduğu söyleniyor. Padişah camileri arasında yerli cemaati olan tek Fatih kaldı. Yavuz Selim Camii de nispeten cemaatini koruyor. Ama İstanbul’a geldiğinizde siluetini gördüğünüz selâtin camileri Süleymaniye, Sultanahmet’tir. Bu tarafta Fatih’tir.”
Fatih'teki kafelerin bazılarında müzik ve Arapça dersleri veriliyor, kitap okuma günleri düzenleniyor.
İslâmi entelektüeller için çekim merkezi
Çarşamba’da ağırlıklı olarak cemaat üyeleri yaşamaya devam etse de semt, İslâmi entelektüeller için bir yaşam alanı olarak çekim merkezi haline gelmeye başlamış. Fatih Camii’nin hemen sol tarafında bulunan caddeye bakan At Pazarı, bunun en büyük göstergesi. Meydan, son yıllarda içinde oto tamircilerinin olduğu, bazı binaların metruk hale geldiği bir bölgeydi. Fatih Belediyesi dört yıl önce bu binaları ve çevreyi restore ederek, kafelerin olduğu bir yer haline getirdi. Çevredeki kafeler ‘Beyrut, Hagenah, Lena, Dersaadet, Bab-ı Yaren’ gibi isimler taşıyor. Hagenah’ın işletmecisi Mehmet Rüştü Akyıldız, mekânı ‘kafe’ olarak tanımlamak istemiyor. “Kitap okuma günlerimiz olur. Bazı akşamlar meşk olur. İçeride kuzinemiz var, kışın kestane pişirilir. Ney, klasik kemençe dersleri vermeye başladık. Arapça dersleri verdik. Öğrenci de var, üniversite hocaları da. Üst katlar oda şeklinde. Ailelere tahsis ettiğimiz odalar var. Ama kız erkek çift almıyoruz.”
“Bizi yeterince mutaassıp bulmuyorlar”
Başka kafelerde çoğunluğu tesettürlü kadınları erkeklerle sohbet edip nargile içerken görüyoruz. Hemen arkamdaki masada türbanlı bir kız öğrenci, kendisine ‘arkadaşlık’ teklif eden bir genç üzerine düşüncelerini arkadaşına anlatıyor. Mehmet Rüştü Akyıldız, her kafenin yapısının farklı olduğunu belirtiyor; “Bütün kafelerin kendine ait bir yolu var. Biri tasavvufi, biri antikapitalist Müslüman, biri liberal. Hepsinin kendine ait bir anlayışı var. At heykelinden bu taraf daha muhafazakâr. Ondan yukarısı nargileciler. Orası daha çok, erkeklerin birlikte takıldığı, maç izlenen bir yer. İlk zamanki havası yok oldu. Futbol olduğu zaman yoğun bir kalabalık oluyor. Aile oturamıyor. Onu sevmiyoruz.”
Avrupa İslâm Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okuyan Şüheda Haşlaman, Meryem Hafızoğlu ve Pınar Akçay, kafenin kapıları kapalı bir odasında ders çalışıyor. Şüheda Haşlaman ve Meryem Hafızoğlu’nun kaldıkları yurt da Fatih’te. “Daha çok türbanlı öğrencilerin geldiği bir yer. Arkadaşlarımızla sohbet, ders çalışmak için, daha güvende hissettiğimiz için geliyoruz.” diyorlar. Çevreden kendilerine bazı eleştiriler geldiğini anlatıyorlar: “Özellikle bazı erkekler tepki gösteriyor. Kızlı erkekli sohbetlerin olduğunu söylüyorlar. Burada, bir arada bulunmamızdan rahatsızlar.”
Sadettin Ustaosmanoğlu da Çarşamba ve civarındaki bu gelişmeleri İslâm'a uygun bulmuyor. “Bir kızcağız başı kapalı, altında kot pantolon. Etek de yok… Ama bu, kızcağızın hatası değil. Siz, mensubu olduğunuz dinin içyüzüne yönelememişseniz, kalbi hayatınızda onu idrak edememişseniz, abuk sabuk şeyler sizin için İslâm olur. Oralarda da, o insanlar çaresizlik sebebiyle bir şeyler yapmak istiyor. Kendilerini ifade edecekleri bir şey yapmak istiyorlar. Ama kalbi hayatımızda olanlar sağlıklı değilse o zaman, esen rüzgâra eğilmek zorundasın. Modernist akım gelir seni ezer geçer. Palyaçoya dönersin, bunun da İslam olduğunu sanırsın. Bugünün gençleri bir yanıyla çok zeki, bilgiyle daha yakın ilişki içinde. Ama bilgiyi tahlil ederken zorlanıyorlar. Zorlandıkları için de muazzam savrulmalar içindeler.”
Şüheda, Meryem ve Pınar üniversite arkadaşı. Fatih'te yurtta kalıyorlar. Kafelerde de bir araya gelip ders çalışıyorlar.
Yeni gençlik cemaatleri zorluyor
Genç kuşaklardaki değişimin cemaatleri zorladığını söyleyen Müfid Yüksel “İsmailağa’nın etkinliği bu gençlik nedeniyle zayıfladı. Milenyum gençliği dediğimiz genç kuşakları, kapalı getto havasında yaşayan bir cemaat tatmin edemez.” diyerek yaşı ilerlemiş Mahmut Ustaosmanoğlu sonrası Cemaat'in dağılabileceği tespitini yapıyor. “Cübbeli Ahmet Hoca halifesi değil. Cemaat'in hocalarından biri. Tarikat hilafeti yok, ondan sonrası tufan gözüküyor.”
Çarşamba’da İsmailağa Cemaati’ne ait vakıf, yayınevi ve dergiler var. Ancak Cemaat dışarıdan, özellikle basından gelen görüşme istekleri konusunda hâlâ çok kapalı.
Ama Fatih’te yetişen yeni nesil farklı düşünüyor. Onlar daha görünür olmaktan rahatsız değil. İstanbul’un tarihi muhafazakâr semtinde yeni bir nesil, semtin dinamiklerini yeniden şekillendiriyor.
[1] Doç. Dr. Süleyman Faruk Göncüoğlu’nun ‘İstanbul’un Kitabı Fatih’ adlı kitabından.
[2] Doç. Dr. Süleyman Faruk Göncüoğlu’nun ‘İstanbul’un Kitabı Fatih’ adlı kitabından.
[3] Doç. Dr. Süleyman Faruk Göncüoğlu’nun ‘İstanbul’un Kitabı Fatih’ adlı kitabından.
SADIK GÜLEÇ / Al Jazeera
SON VİDEO HABER
Haber Ara