Değişen İslamcılık
Arap ayaklanmaları, Mısır’da Müslüman Kardeşler'i hedef alan darbe, IŞİD’in ortaya çıkışı, Tunus'ta Nahda’nın seçim yenilgisi, AK Parti'nin 12 yıldır süren seçim başarıları, siyasal İslam’a ilişkin tartışmaları da artırıyor. Al Jazeera, siyasal İslam'daki değişimi ve geleceğini uzmanlara sordu.
11 Yıl Önce Güncellendi
2014-12-03 00:10:16
Demokratik çoğulculuğa dayalı, modernizmle tanışmış toplumlarda dinin siyasallaşması gerçekten bir sekülerleşme eğilimi doğuruyor mu? Demokratik süreçlere katılım İslamcılığı nasıl etkiliyor?
Prof. Dr. Besim Dellaloğlu / Sakarya Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi
Batı’da modernliğin ortaya çıkışı ve hızla küreselleşmesi, tüm alternatif varoluşları kaçınılmaz olarak bu duruma karşı bir tutum almaya zorluyor. Bu anlamda modernlik kayıtsız kalınamayacak bir kavram. İlginç bir biçimde Kemalizm ile İslamcılık bu “kayıtsız kalamama”nın faklı seçenekleri aslında. Bir madalyonun iki yüzü gibi! İlki modernliğin taklidi, ikincisi ise topyekûn reddi sanki. Bu açıdan bakıldığında Kemalizm ile İslamcılık arasında tuhaf yakınlıklar keşfedilebilir.
Dinin siyasallaşması başlı başına bir sekülerleşmedir zaten. Dünyevi iktidar, seküler bir taleptir. Bunu isteyenler Müslüman olsalar bile! Namaz kılmanız seküler olmadığınız anlamına gelmez! Biz genelde sekülerleşmeyi hep dinden bir çıkış olarak okumaya pek hevesliyizdir. Üstelik bu konuda Kemalistler ile İslamcılar pek farklı düşünmezler. Kemalistler olumlayarak, İslamcılar reddederek. Kelimenin kökeni olan “saeculum” öncelikle manastırın dışına çıkmayı işaret eder. Ama bu çıkış dinden çıkış olabileceği gibi, dinin mesajını tebliğ etme şeklinde de olabilir. Bu anlamda sekülerleşme aynı zamanda dindarlığın dönüşmesidir. Dindarlığın kabuk değiştirmesidir. Sekülerleşme aynı zamanda bir neo-dindarlıktır.
Son dönemde Türkçede bu konularda önemli kitaplar yayınlandı. Charles Taylor’un Seküler Çağ ve Jose Casanova’nın Modern Dünya’da Kamusal Dinler kitapları örneğin. Umarım ciddi tartışmalar için temel oluşturabilirler.
Türkiye’de son dönemde yaşananları çok hızlı bir sekülerleşmenin sonuçları olarak okumak mümkündür. Siyasal İslam, siyaset merkezli bir sekülerleşme, AKP deneyimi ise buna ek olarak çok güçlü bir iktisadi sekülerleşmeye işaret edebilir.
Prof.Dr. Mahmut Erol Kılıç / İslam Konferansına Üye Ülkeler Parlamentolar Birliği (İKÖPAB) Genel Sekreteri
Ben bunu modern zamanlarda ortaya çıkan “İslamcılığın” salt bir ideoloji olarak kalmasına bağlıyorum. Üstelik sadece siyasi bir ideoloji olması şümullü olan dinin alanını fazlası ile daraltmış ve bu da beraberinde tıpkı diğer politik akımlar mesabesinde bir akım meydana getirmiştir. Hâlbuki “Tradisyonel İslam”ın bir ontolojisi, bir epistemolojisi vardı. Yani Varlık mertebelerindeki yeri ve mütekabil bilgi hiyerarşisine dair kapsayıcı bir görüşe sahipti. Hedefi ulvi idi. İlim, irfan, hikmet, ihlas, ahiret, hesap vb. gibi metafizik gayeleri vardı. Helal – Haram kavramları salt hukuki yaptırımlardan ziyade bireyin vicdani duygularıydı adeta. Yeryüzü hayatı ve bütün bunun içerdikleri sadece bu ana hedef için bir araçtı. Siyaset, halka hizmet etmek suretiyle Hakk’a vasıl olma yollarından birisi idi. Siyasi muktedirin işleri ibadet sayılırdı. Dünyadaki bütün yapıp etmelerin anlamı böylesi bir üst yapı tarafından belirlenirdi. Eğer İslamcıların kastettikleri sadece emperyalizme karşı direniş ise Afrika’sından Kafkas’ına 19. Yüzyılın sonuna kadar müstemlekeye karşı direniş hareketleri de hep bu geleneğe tabi mücahit - sufi şahsiyetler tarafından başarıyla yürütülmüştü. Fakat yeni dönemde bu damar hem içeriden ve hem dışarıdan kesildi. Belki “İslamcılık”, içerisinden doğduğu bu metafiziği dışlamasaydı o geleneğin muasır siyaset söylemi olarak hayatiyetini sürdürebilirdi. Fakat böyle olmadı. Bu ananenin yerine, evrimleşerek gelen Emevi-Zahiri-Selefi-Vahhabi çizgi 20. Yüzyılın İslamcı ideolojisi koltuğuna oturdu. Ama felsefeyi dışladığı için tefekkürü, estetik ve sanatı dışladığı için şiirselliği, tasavvufu dışladığı için ruhani olanı kaybetti. Siyaset bunlarsız da olur zannetti. Olamayacağını en son Arap Baharı gösterdi. Daha uçlara gidenleri ise oyunu büyük oynayan güçlerin elinde araçsallaşmaktan kurtulamadı. Aksi bir durum yaratmaya entelektüel güçleri yetmedi.
Doç.Dr.Alev Erkilet / Sakarya Üniversitesi İletişim Fakültesi
Sorulara cevap vermeden, kavramlara ilişkin bir netleştirmeyle işe başlamak yerinde olacaktır çünkü İslamcılığın ya da siyasal İslam’ın nasıl tanımlandığı, verilecek cevapları da radikal biçimde farklılaştıracaktır. Benim tanımlamama göre İslamcılık, İslâm’ın “ideolojik” değer ve hükümlerinin yani siyasetle, iktisatla, hukukla, etikle, bilgi/bilimle, kentle, kısacası insanlar arası ilişkilerin tüm alanlarıyla ilgili “me’li- ma’lı” kabilinden önermelerinin toplumsal hayattan uzaklaştırılmasının yarattığı bir meşruiyet krizine cevap olarak ortaya çıkmıştır. Bu açıdan bakıldığında İslâmcılık, İslâm’ı dışsallaştırma, yaşanabilir kılma çabasının adıdır. İslâm’ın toplumsallaşma eğiliminin önüne bir engel ya da İslâm’a, Müslümanlara ya da genel olarak insanlığa yönelik bir tehdit ortaya çıktığında devreye giren bir düşünceler/eylemlilikler bütünü olarak tanımlanabilir. Tarık Zafer Tunaya İslamcılığı, “müesseseler ihdas edecek bir fikir ve inanç sistemi” olarak tanımlar ve onun realize olabilmek için toplumsal hareketleri davet ettiğini belirtir. Bu açıdan bakıldığında, İslâmcı reflekslerin modernleşmeyle beraber ya da ondan sonra ortaya çıkmış olduğu tezi bence makbul değildir, Peygamberin ilk tebliğ ve kurumsallaşma çabalarından bu yana İslamcılık var olmuştur. Bu açıdan bakıldığında hem yeni hem de eskidir, her dönemin kendi koşuları içinde yeniden üretilir. Siyasal İslam terimi ise, “kültür olarak ya da soyut bir semboller sistemi olarak İslam” ile “toplum ve siyaset biçimi olarak İslam” arasına yapay bir ayrım koyma çabası içinde bulunan oryantalist yaklaşımın ortaya attığı bir kavramdır. Bu ayrımda kültürel olan tercih edilirken, siyasal olan dine sonradan eklenmiş modern bir icat olarak tanımlanır. Oysa sosyal bilimcilerin çok açık biçimde gösterdiği üzere her kültür, ideolojik (değersel, anlamsal), davranışsal ve maddi olmak üzere üç bileşenden meydan gelir ve hiçbir dinin (özellikle de İslam’ın) soyut bir semboller dizisine indirgenmesi mümkün değildir. İslam da diğer düşünce sistemleri gibi dışlaşacak, toplumsal gerçeklikte farklı biçimlere bürünecek, çeşitlenecek, bu somut çıktılar izlenecek, ilkeler ışığında sorgulanacak, eleştirilecek ve yeni kuşaklar tarafından dönüştürülecektir. Sosyalizmin macerası da böyledir. İslam dünyasında da, hilafet zamanla saltanata dönüşmüş ve katılımcı olmaktan giderek uzaklaşan, totaliterleşen ve dini kendi dünyevi siyasetlerinin payandası olarak kullanmaya çalışan yöneticilere karşı yine İslamcılar tarafından mücadele verilmiştir. Müslüman yöneticiler katılımcı, özgürlükçü, çok-kültürlü pek çok örnek ortaya koyabildiği gibi, sekülerleşmek için de sadece demokratik süreçlerle karşılaşmış olmak gerekmez.
Doç.Dr. Yüksel Taşkın / Marmara Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü
İslamcılar, Batı sömürgeciliği, kapitalizm ve bunlarla ilişkili modernleşme süreçlerini iktidar odaklarından uzakta kalarak tecrübe etmeye alışmıştılar. Batı sömürgeciliği sona erdiğinde de genel olarak Batı değerlerini paylaşan merkez sağ veya merkez sol partilerin yönetimleri altında kaldılar. Otoriter veya demokratik olsalar da bu yönetimler genel hatlarıyla Batıcı ve seküler tarafı ağır basan yönetimlerdi.
Yine İslamcılar, kıtlık toplumlarına özgü bir kanaatkârlık, paylaşım, çilecilik ve vazgeçiş söylemine daha yatkın bir dile sahiplerdi. İslamcılar, kıtlık, yokluk toplumundan; bolluk ve güç toplumuna geçişin söylem ve pratiklerini oluşturma göreviyle karşı karşıyalar. Mesela kendi iktidarlarında azınlıkların seküler devlet talep etmeleri durumunda, nasıl bir İslami çözümleri olması gerektiği konusunu etraflıca düşünmediler.
İslamcıların veya siyasal İslam geleneğinden gelen hareketlerin iktidara gelmeleri veya toplumsal alandaki iktidarlarının artmasıyla büyük bir belirsizlik yaşanmaya başlandı. Daha önceki söylemler, siyasi, iktisadi ve kültürel merkezlerden uzak olmanın damgasını taşıyordu. Muhalefet ve mağduriyet odaklıydı ve sorunların sorumluluğu, seküler-modernist seçkinlere atfediliyordu.
Endonezya’da, Türkiye’de ve kısa bir süre için Mısır ve Tunus’ta iktidara gelenler, eski İslamcı söylemlerle yeni gerçekliklerini yakalamak zorunluluğuyla karşı karşıya kaldılar. Dünyanın en kalabalık Müslüman nüfusuna sahip Endonezya ve Tunus’taki İslamcılar, bu süreçlere daha hazırlıklı görünürken, Mısır’da İhvan ve bölgedeki kardeş örgütlerinin ve Türkiye’de de AK Parti’nin ciddi biçimde bocaladıklarını görüyoruz.
Türkiye’de sadece AK Parti mi bocalıyor? Son 30 yılda ulus-aşırı bir dini harekete dönüşerek muazzam bir güç biriktiren Gülen Cemaati başta olmak üzere, merkeze doğru hareketlenen İslami cemaat ve tarikat yapıları da aynı süreçleri tecrübe ediyorlar.
Siyasal hayatın kendi mantığı reel politiği ve dünyevi, seküler tavır alışları kaçınılmaz hale getirir. Aslında Tunus’taki Nahda ve AK Parti bu durumun bilincinde görünüyorlardı. AK Parti’nin kendisini İslamcı olarak tanımlamaması, siyaset alanının mantığı içerisinde İslam’ı siyaset üstü tutma, partizan algıların odağı haline getirmeme kararıyla da ilgiliydi. Eğer eleştirilecekse AK Parti, dünyevi bir muhafazakâr demokrat parti olarak eleştirilmeliydi. Bence bu strateji çok doğruydu ve terk edilmesi büyük sıkıntılar doğurdu.
AK Partililer kısa sürede muhafazakâr demokrasiyi derinleştirmekten, karşılaştıkları meselelere buradan çözüm üretmekten vazgeçtiler. Siyasetin ve iktidar mücadelelerinin doğası onları sekülerleştirirken, nereye kadar seküler olacaklarının gerçekçi sınırlarını kuramadılar. Ben bu tavra, “sekülarist olmadan sekülerleşme” veya “modernist olmadan modernleşme” yanlısı olmak diyorum.
Son dönemde AK Parti, muhafazakâr demokrat kimliğini daha da öteleyerek, İslamcı geçmişini ve çizgisini anımsamaya başladı. Aslında bu durum, yeni gerçekliklerle yüzleşme cesareti gösteremeyerek, eskiye, yani en bildik olana geri çekilme tepkisi olarak okunabilir. Tam da böyle olduğu için hayat şansı yoktur.
Al Jazeera
Haber Ara