Altaylı’nın radikal.com.tr’den Armağan Çağlayan’la söyleşisinde,
Gezi sürecinin en hatırlanan ve tepki çeken anlarından biri olan ‘o röportaj‘ hakkında öne çıkan bölümler şöyle:
‘Ben davet etmedim ki’
* Benim Başbakan’la röportaj yapma gibi bir talebim yoktu. Belki bunu ilk defa anlatıyorumdur. Telefon çaldı, Başbakanlık basın müşaviri Lütfullah Göktaş. Sonra dedi ki “Yarın sana geliyoruz”. Benim de kayınpederim yeni ölmüştü sandım ki ziyarete gelecekler. “Eve mi?” dedim, o da dedi ki “Hayır, Tayyip Bey seninle televizyonda bu olayı değerlendirmek istiyor” dedi. “Ben davet etmedim ki” dedim. “Seninle konuşmak istiyor bu meseleleri” dedi.
‘Yumuşatıcı mesaj verecek sandım’
* Telefonu kapattım, Turgay beyi aradım. Anlattım ne olduğunu. Ne konuşabiliriz ki diye düşündüm. İçimden de bir ses diyordu ki bana “Tayyip bey yumuşatıcı bir mesaj vermek istiyor ve o mesajı da benim aracılığımda söylemek istiyor.” Televizyona çıkmasının başka bir mantığı olamaz o günlerde.
‘Çok sinirliydi’
* Ak Parti’nin İstanbul İl Başkanlığı’na gittik. Röportaj salonu hazırlanmıştı. Tayyip Bey geldi oturdu. Çok sinirli bir şekilde oturmuştu. Ben normal bulmuştum onun sinirini. Benim de aklımda bir yumuşama vardı. İlk sorum da şuydu “Tayyip Bey siz her zaman anketlere, kamuoyuna önem veren bir lider oldunuz. Ortada da böyle bir durum var. Acaba bu kararınızı bir anketle en azından İstanbul halkına sorarak gözden geçirmeyi düşünmez misiniz?”
‘Sinirinin devam edeceği hemen belli oldu’
* Başbakan gözlerinden ateşler fışkırarak dedi ki, “Ecdadımızın eserini ihya etmek için halka mı soracağız?” Bunu deyince benim için program bitti. Ben yandım. Çünkü belli ki o şekilde devam edecekti. Benim yumuşama maksatlı sandığım bu program birden bire başka bir boyuta girdi. Şimdi o programla ilgili birçok eleştiri var.
Çanak tuttu mu?
* Neyi çanak tuttum? Dedim ki “İki ayyaştan kastınız İsmet Paşa’yla Atatürk mü?”. Hadi o gün bu soruyu biri başbakana sorsun. Bunu sormasam “Sormadı şerefsiz” olur. Sorduğun zaman çanak olur. Sordum ve adam “Değil” dedi ben ne yapayım?
‘Erdoğan’ı en iyi ‘tanıtan’ program oldu’
* O program Tayyip Erdoğan’ın kişiliği hakkında yapılmış en önemli programdır. Çünkü Tayyip Erdoğan’ın nasıl bir bakış açısına sahip olduğunu o programdan daha iyi hiçbir program göstermedi. Atatürk meselesi orada konuşuldu. Şunu sordum “Atatürk adından rahatsız olduğunuz için mi Atatürk Havalimanı’nı ve Atatürk Kültür Merkezi’ni yıkıyorsunuz?” O gün bir kişi daha sorabilir miydi bunu? O gözlerinden ateş çıkan Başbakan’a sorabilir miydi bunu? “Hayır olur mu adlarını yine Atatürk koyacağız” demişti. “Ofisimden oturup vapurdan sarmaş dolaş inenlere bakıyorum” itirafı oradan çıkmadı mı? Bundan daha önemli bir argüman var mı Tayyip Erdoğan’a karşı.
‘Ben kavga etsem, gerilim daha da tırmanacaktı’
* Elbette ki kibarca sordum. Düzgünce sordum. Elbette ki kavga etmedim. Niye kavga edeyim? O günün ortamını düşünün. Taksim’de 100 bin kişi var. Ortalık kan revan. Diyelim ki ben Başbakan’la kavga ettim. Onu delirtecek şeyler yaptım. Zaten çok sinirliydi. Alkolik diyemezsiniz dedim. Her içen alkolik değildir dedim. “Ak Parti’li olanlar alkolik sayılmaz” dedi. Bunların hepsi çok önemli laflar.
* Bu tartışmadan sonra Başbakan reklam arası istedi. Reklam arasında kalkmaya çalıştı. İkna ettik oturttuk. O gün ben diyelim ki kavga ettim Başbakan’la. İyice sinirlendi. Polislere emir verdi gidin, dağıtın orayı dedi. 15 kişi öldü. Bu sefer de diyeceklerdi ki Başbakan’ı tahrik etti 15 kişinin ölümüne sebep oldu. “Bekara karı boşamak kolay” derler ya aynen öyle. 100 bin kişi izliyorsa herkesin kafasında 100 bin soru var. Ben hangi birini sorayım.
‘İyi bir hakemlik yaptım’
* Kendimce önemli bulduklarımı sordum. Sonuçta ben bir grup soru sordum. Aldığım yanıtlardan da ortaya çok enteresan bir Tayyip Erdoğan portresi çıktı. O programdan sonra hem Tayyip Erdoğan çok kızgındı sorduğum sorudan ötürü hem de dışarıdakiler çok kızgındı. Hakem gibi. İki tarafın da öfkeli olduğu bir hakemdim ben. Demek ki doğru kararlar verdiğimi düşünüyorum. Elbette ki toplumun bir kısmının, benim de içinde bulunduğum bir kısmının ruhunu daha okşayacak bir takım şeyler yapabilirdim. Doğru mu olurdu bilemiyorum.
‘Terk etmeye kalktı’
* (Program bittiğinde) .. büyük bir gerginlik vardı. Program sırasında da büyük gerginlikler vardı. Tayyip bey terk etmeye kalkıştı programı. Ama sonuç olarak bir programdı o. Ve ben o günün şartları içinde yapılabilecek, benim sorduğum soruların sorulabileceği daha iyi bir program olabileceğinidüşünmüyorum.
‘İşim omuzlarda Gezi’ye gitmek değil ki’
* Nitekim o programdan birkaç gün sonra Gezi Parkı’ndaki eylemlerin sorumlusu olduğunu söyleyenler Başbakan’la görüşmeye gittiler. Hepsinin oradaki tavırlarını görüyoruz. Sadece bir sendikacı laf etti. Onda da olanları biliyorsunuz. Yani ne yapmam bekleniyordu. Bir arkadaşım dedi ki “Kardeşim seni omuzlarda Gezi’ye getireceklerdi”. Benim işim omuzlarda gelmek mi kardeşim? Benim işim soru sormak. Karşıdaki insanın gerçekliğini ortaya çıkarmak. Ben bunu yapabildiğimi düşünüyorum.
‘Eşime verilen tepkilere çok öfkelendim’
* O gün benim en çok sinir olduğum şey şu oldu. Hatırlarsınız eşim Twitter’a “Alkoliksem sana ne” şeklinde fotoğraf koydu. Arkasından eşime yönelik şeyler. Avukatın birisi demiş ki “Seni o pis heriften boşayayım, para bile istemem.”
* Gezi’de en aktif görünenler Başbakan’la görüştüler o günlerde. Ne dediler. Hiiiç. Kuzu kuzu oturdular. Bir
tek sendikacı bir kadın bir şeyler söyledi. Ne varsa kişilikli kadınlarda var zaten!