Abdullah İmamoğlu, Karaman'ın sözleri üzerine uzun süre tartışabileceğini, Osmanlı Hilafeti üzerine kurulan bizim olmayan devletin adıdır Cumhuriyet diye belirtti. Yazısında Hayrettin Karaman'ın köşe yazısında bazı cümleleri sıralayarak itiraz ettti.
İşte İmamoğlu'nun Ümmet-i İslam.com'da yer alan o yazısı:
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı…(!)
Hakkında yazarların kaleme aldığı müspet ya da menfi yazılar… Çok şeyler yazılmayı hak eden bir konu aslında. Çünkü koskoca Osmanlı Hilafet Devleti’nin enkazı üzerine kurulan ve bizim olmayan devletin adıdır Cumhuriyet.
Dedim ya çok şeyler yazıldı çizildi. Fakat Cumhuriyet Bayramı münasebetiyle konuya ilişkin makale kaleme alan Hayrettin Karaman’ın yazısı calib-i dikkattir. Karaman, yazısında ısrarla ve öncelikli olarak Müslümanların cumhuriyete ve demokrasiye yönelik bir karşı duruşlarının olamayacağını vurgu yapmaktadır. Karaman şu ifadelere yer vermiş; “Hemen kaydedeyim ki, Müslümanların cumhuriyet ve demokrasi ile ilgili bir karşı duruşları söz konusu olamaz (vakıada bazen oluyor, ama İslâmî kurallar bakımından olmaması gerekir).” Gördüğünüz gibi parantez içerisinde İslâmî kurallara göre de bir kimse cumhuriyete ve demokrasiye karşı çıkamazmış!? Cümlelerine son verirken yazar şu cümleleri de söylemekten geri kalmıyor; “İslam’ın ne olduğunu bilmek isteyen Kur’an’ı okusun, Peygamberimiz ’in hayatını ve hadislerini okusun, ilk halifeler dönemi ve mesela –bazı kusurları dışında- Osmanlı uygulamalarını okuyup öğrensin.” (Yeni Şafak 30.10.2014)
Nasıl bir çelişki anlamadım. Hem bir Müslümanın demokrasiye ve cumhuriyete karşı bir duruş sergileyemeyeceğini ifade ediyor (bence bu aynı zamanda makalesinin ana temasını teşkil ediyor) hem de ezcümle olarak Kur’an’ı ve Rasulullah’ın hayatını referans alınması gerektiğini söylüyor. Aklımdan geçeni hemen sizlerle paylaşayım; Hayrettin Karaman Hoca ya demokrasi ve cumhuriyetin cahili ya da Kur’an’ın ve Sünnet ‘in… Ya da…
Nasıl bir çelişki anlamadım. Hem bir Müslümanın demokrasiye ve cumhuriyete karşı bir duruş sergileyemeyeceğini ifade ediyor (bence bu aynı zamanda makalesinin ana temasını teşkil ediyor) hem de ezcümle olarak Kur’an’ı ve Rasulullah’ın hayatını referans alınması gerektiğini söylüyor. Aklımdan geçeni hemen sizlerle paylaşayım; Hayrettin Karaman Hoca ya demokrasi ve cumhuriyetin cahili ya da Kur’an’ın ve Sünnet ‘in… Ya da…
Öncelikle şeri izahlara geçmeden önce Karaman, yazısında bir kavram kargaşası yaptığını görüyoruz. Israrla demokrasinin mefhum olarak seçmek ve seçilmek olduğunu ve de İslâm’da bunun yerinin olduğuna vurgu yapmaktadır. Ya da cumhuriyeti kabaca halkın başkanını seçmesi olarak nitelemektedir. Hatta bu ifadelerini de desteklerken İslâm’ın ilk yıllarından, halifelerin seçilmesi yöntemini örnek olarak zikretmeyi de ihmal etmemektedir.
Özellikle demokrasi ve cumhuriyetin vakıasının iyi etüt edilmesi konunun anlaşılması bakımından çok önem arz etmektedir. Demokrasi ve cumhuriyetin üzerine bina edildiği fiili hakikat, halkın iradesine müracaattır. Başka bir deyimle halkının görüşünün esas alınmasıdır. Yani “ Egemenliğin halka verilmesidir.” Cumhuriyet rejiminde halk başlı başına yasamanın mastarıdır/kaynağıdır. Halk belirler, halk seçer, halk yapar, halk yasalaştırır ya da halk yasamanın kaynağını oluşturur.
Tabi bu yazı akademik ve de bilimsel bir yazı olmadığı için, demokrasinin tarihçesine, batılıların demokrasiye yüklediği manalara yer vermeyeceğiz. Demokrasinin inkâr edilemez bir hakikati vardır. Pratikte (yürürlükte) olan bir gerçekliliği vardır. O da teşrî’nin (yasamanın) halka verilmesidir. Şöyle ki, demokraside teşrî’nin kaynağı insandır. Yani beşerdir. İnsanların ilişkilerini, hayata dair meselelerin hepsine çözüm getiren yasaların/hükümlerin kaynağı beşerdir demokrasi sisteminde… Beşer kaynaklı bir sistemin diğer adıdır demokrasi… Onun için demokrasinin esasını teşkil eden “egemenlik” faktörünü ignore edip, demokrasiyi sadece seçme ya da seçilme olarak lanse etmek hiçte insaflı bir yaklaşım değildir. Ve bu uygulamanın Sahabelerde de görüldüğünü söylemek tehlike sınırlarını zorlayan iddialardır.
Tabi bu yazı akademik ve de bilimsel bir yazı olmadığı için, demokrasinin tarihçesine, batılıların demokrasiye yüklediği manalara yer vermeyeceğiz. Demokrasinin inkâr edilemez bir hakikati vardır. Pratikte (yürürlükte) olan bir gerçekliliği vardır. O da teşrî’nin (yasamanın) halka verilmesidir. Şöyle ki, demokraside teşrî’nin kaynağı insandır. Yani beşerdir. İnsanların ilişkilerini, hayata dair meselelerin hepsine çözüm getiren yasaların/hükümlerin kaynağı beşerdir demokrasi sisteminde… Beşer kaynaklı bir sistemin diğer adıdır demokrasi… Onun için demokrasinin esasını teşkil eden “egemenlik” faktörünü ignore edip, demokrasiyi sadece seçme ya da seçilme olarak lanse etmek hiçte insaflı bir yaklaşım değildir. Ve bu uygulamanın Sahabelerde de görüldüğünü söylemek tehlike sınırlarını zorlayan iddialardır.
Egemenlik/Yasama yetkisi kayıtsız, şartsız Şeriat’a aittir
Yasamaya dair yukarıda yapılan kısa izahtan sonra, egemenliğin/yasama yetkisinin sadece Şeriat’ta olduğuna dair bazı delilleri zikretmek istiyorum. Öncelikle bilinmesi elzem olan bir konu vardır ki oda şudur;
Müminlerin hayatlarının düzenlenmesinde tek otorite, tek kaynak hiç kuşkusuz İslâm Şeriatıdır. Bu aşağıdaki ayette gayet sarihtir. Allah Subhânehû ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Hayır, hayır! Rabbine andolsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda senin hakemliğine başvurmadıkça sonra da vereceğin karara, gönüllerinde hiçbir burukluk duymaksızın, kesin bir teslimiyetle uymadıkça mümin olamazlar.” (Nisâ,65)
Müminlerin hayatlarının düzenlenmesinde tek otorite, tek kaynak hiç kuşkusuz İslâm Şeriatıdır. Bu aşağıdaki ayette gayet sarihtir. Allah Subhânehû ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Hayır, hayır! Rabbine andolsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda senin hakemliğine başvurmadıkça sonra da vereceğin karara, gönüllerinde hiçbir burukluk duymaksızın, kesin bir teslimiyetle uymadıkça mümin olamazlar.” (Nisâ,65)
Demokrasiye müracaat, belki bilinçli ya da bilinçsiz bu sistemi desteklemek, Allah’tan başkasının hükmüne başvurmak demektir. Hâlbuki Allah’tan başka daha güzel hüküm veren var mıdır?
Allah Subhânehû ve Teâlâ Maide süresi 50. ayetinde şöyle buyuruyor:
“Onlar hâlâ cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü Allah’tan daha güzel olan kimdir?” (Maide 50)
Allah Subhânehû ve Teâlâ Maide süresi 50. ayetinde şöyle buyuruyor:
“Onlar hâlâ cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü Allah’tan daha güzel olan kimdir?” (Maide 50)
Evet, Karaman’ın mezkûr yazısında ifade ettiği gibi baktık Kur’an’a ve Sünnete… Ama insaflı bakma kabiliyetini yitirmemiş herkes Rasulullah’ın hayatında böyle bir uygulamayı göremez. Hangi uygulamayı? Egemenliğin beşeriyete verildiği bir tür uygulamayı. Rasulullah İslâm’ın hayata hâkim olması için böyle bir yönteme ve uygulamaya asla tevessül dahi etmemiştir. Rasulullah’ın tek amacı Allah’ın mülkünde egemenliğin Allah’a ait olmasıdır. Bu nedenle Rasulullah’ın uygulamaları bir vadide, demokrasi ve cumhuriyet bir vadide…
Ama az öncede ifade etmeye çalıştığım gibi, kavram kargaşası Müslümanlara ciddi manada tahribat yapmaktadır. Hele bu tahribatı yapanlar Müslümanların itibar(!) ettikleri kimseler tarafından yapılıyorsa varın gelin facianın büyüklüğünü siz tasavvur edin.
İşte demokrasinin ve cumhuriyetin özünü, yasama yetkisinin beşere verilmesi gerçeğinden hareketle tâğutluk teşkil etmektedir. Allah’ın yetkisinin Allah’tan alınıp beşere verilmesidir tâğutluk… Asıl itibariyle Allah Celle Celâluhû bırakın bu küfür sistemini sahiplenmeyi, inkâr etmeyi vacip kılmaktadır. Ayette şöyle geçmektedir:
“…Tâğut`u inkâr etmeleri kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut`un önünde muhakemeleşmek mi istiyorlar. Hâlbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.” (Nisa-60)
“…Tâğut`u inkâr etmeleri kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut`un önünde muhakemeleşmek mi istiyorlar. Hâlbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.” (Nisa-60)
Onun için sizi bilmem ama Allah’ın emri gereği ben demokrasiye ve cumhuriyete karşıyım.