İslamoğlu ve Şenocak tartışmasına dair…
11 Yıl Önce Güncellendi
2014-10-31 16:40:44
İslamoğlu hocayla İhsan Şenocak arasında bir tartışma görünüyor ama bu yazı yeni değil, daha önce de okudum biliyorum. Aslında temellendirici yaklaşım çizgilerini oluşturan bir ana paradigma olan Sünni bakışın bir versiyonu. Ama Şenocak’ın (https://www.facebook.com/ihsansenocakhoca?fref=ts) ilgili yazısına bakılırsa, her ne kadar -kimi örnekler bazı muhakkik/kritikçi muhaddislerce ve alimlerce tartışmaya da açılmış olan- hadislerce teyid ediliyor görünse de anlaşılan anlamdaki haliyle sonradan oluşmuş ve de asla mutlak doğru kabul edilemeyecek, isimlerle ve mezhebi gruplarla ala kulli hal sınırlandırılamayacak olan Ehl-i Sünnet tabirinin -ki bu şahıslardan ve mezhebi gruplaşmalardan çok sınırları belirlendiği kadarıyla İslamın temel ilke ve prensiplerine muvafakat iması taşır ve kimsenin salahiyetinde olmayan tayinlerle değerlendirilemez. Sünniliğin önemli isimleri arasındaki asli ve usuli ateşli ihtilaflara tarihten epeyce örnek vermek mümkünken aksinin efeliğini yapmak biraz slogan kaçıyor. Kaldı ki sünniliği gelenekselci ekolce de kabul edilen Ebu Hanife hakkındaki küfür, bidat, dini tahrip gibi galiz ve sakil ifadeleri nereye koyacağız? Dinin ne aslından, ne esasından olmayan, dinin bahis bile etmediği zamane kabul ve kanaatlerin akaid gibi bir alanın olmazsa olmaz unsurlarından kabulü vs. Bunlar ve daha neler, neler varken bu rehavet ve özgüven nereye dayanıyor? Birinin tevhid dediğine diğerinin şirk dediği aynı kelami damar müntesibini de keza?
Şu durumda:
'Modernist Müslümanlar tarafından, ötekileştirme olarak algılanıp eleştirilen bu tasnif, insanların hangi ölçüleri esas almaları durumunda müstakim olabileceklerini, nerede, niçin yer almaları gerektiğini belirlemelerine imkan sağladı.'(Mustafa İslamoğlu'nun Fikir Köleliği Projesi makalesi, İhsan Şenocak) değerlendirmesinin kıymet-i harbiyesi ne ola ki?
Hele de aynı makaledeki şu alıntılar kendi savını mı kanıtlıyor acaba? :
'Allah Resulü “Fırka-i Naciye/kurtulan fırka”dan bahsettiği bir hadisinde, kendisine yöneltilen soru üzerine kurtulanların, “cemaat” (İbn Mâce, Fiten 17), bir başkasında ise, “Kendisi ve ashabının benimsediği yolda” (Tirmzî, Îman 18) sebat gösterenler olduğunu ifade etmiştir. Buna göre “kurtulan”, zarurat-ı diniyye kapsamında değerlendirilen esasları kabul ederek sahabe ve sevâd-ı azamın yolu üzerinde olandır (Kevserî, İftiraku’l-Ümme ala’l-Fırak, 6). Sahabe de bu kavramı aynı çerçevede kullanmıştır. Nitekim İbn Abbas (radiyallahu anh); “Nice yüzlerin ağardığı, nice yüzlerin de karardığı kıyamet gününü düşün.” (Âl-i İmran (3): 106) mealindeki ayeti tefsir ederken, yüzleri ağaranların, “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” olacağını belirtmiştir (Kurtubî, IV, 107). Tabiûndan Eyyüb es-Sehtiyanî (v. 131), etbau’t-tabiînden de Süfyân es-Sevrî (v. 161) başta olmak üzere pek çok alim Ehl-i Sünnet kavramını aynı anlam çerçevesinde kullanmıştır (Suyûtî, Miftâhu’l-Cenne, 46)'
...
'Mustafa Bey! Zaman zaman bir meseleyi fasl ederken kullandığınız, “Ehl-i Sünnet’e göre şöyle; Ehl-i Beyt’e göre böyle” şeklindeki mülahaza, sizi taklit edenler nezdinde İslam’ın esasında iki ana damar olduğu ya da biri diğerinin alternatifi olan iki yol olduğu şeklinde anlaşılmakta; Ehl-i Sünnet ulemasını tahkir eden buna mukabil Şia liderlerini taltif eden ifade ve izahlarınız da “Ehl-i Beyt” terkibiyle meşrulaştırmaya çalıştığınız Şia’yı iktidasında beis olmayan mezhep konumuna getirmektedir. Bir “Kur’an Müslüman”ı olarak Ehl-i Beyt’in, Allah’ın kitabında Efendimiz’in ailesi anlamında kullanıldığını herhalde biliyorsunuzdur. Buna rağmen “Ehl-i Beyt”e hakaret eden Şia’yı bu şekilde tesmiye etmeniz, Müslümanlar tarafından “Temayül” yazarının “temayül marazı' şeklinde anlaşılmaktadır'
Bu son alıntıya bakarsak, İslamoğlu hocanın kullandığı Ehl-i Beyt ile tesmiye edilen Şia Ehl-i Sünnetin alternatifi olarak algılanıyor ve aslında -alıntının hemen aşağısında denildiği gibi- 'Ehl-i Sünnet İslamın kendisidir' meşhur mottosunun aykırı olup gölge düşürüyormuş; bazı -demesi gereken- sünni ulemayı tahkir (?) ve şiayı taltif ettiği, -sanki bu tabir tescil ve teşhis damgası imiş ve bu imtiyazı alan artık sünniliği garantilemiş ve aksi, yani dışarıda tutulan Şia damgalı kimseler de hep gulattanmış veya redde konu, en azından tartışılabilir görüşleri savunuyormuş, hiç ilmi ve fikri değer ortaya koymamış, koyamazmış gibi- otoriter bir anlayışa muhalefet ediyormuş izlenimi veriliyor. Tarihsel örnekler yokmuş ya da umursanmıyormuş gibi bir algı...
Alıntılarla devam edelim:
'Dış unsurların etkisiyle Hz. Osman devrinden itibaren kendini gösteren “fitne”, kısa zamanda Haricilik, Şia ve Mutezile gibi isimlerle kurumsal bir hüviyet kazanınca (el-Mubârekfurî, Tuhfetü’l-Ehvezî, VII, 54) büyük kopuştan geride ümmet yapısı içerisinde kalan bütünü, kayıtlarla ifade etme ihtiyacı hasıl oldu. “Sünnet”in, bid’atin; “cemaat”in de bölünmenin karşıtı olması, Ehl-i Sünnet’in İslam’ın rükünlerini koruyan, ana bünyesine dahil olmayan unsurları da dışarıda bırakan bir kavram olarak iştihar (şöhret bulması) etmesine zemin hazırladı. Yani “sünnet” ve “cemaat” kavramları İslam içerisinde farklı temayüllerle temayüz eden Harici, Şiî, Rafizî ve Kaderî gibi siyasi ve akidevî kopuş ve oluşların hangi hususlarda inhiraf içerisinde olduklarını tespit etti.'
...
'Kayıtlarla ifade etme ihtiyacı' sosyo-dini bir bütünlük için anlaşılabilir bir şey ama bu bütünlüğü kuran ve dışarıda tutanlar, 'ana bünyesine dahil olmayan unsurları dışarıda bırakanlar beşer değil mi? Yani bu dini bir nass mıdır ki kabulü zorunlu hale gelebiliyor veya reddi sünniliğin dışına çıkmayı ilzam ediyor? Mesela neden, neye, kime, hangi ölçü ve takdirlere göre ve de nereye kadar Mutezile vd. dışarıda? İçeride veya dışarıda olmak için hangi dini nasslar gelmiştir? Dinin aslından, usulünden ve hatta mevzuundan olmadığı halde dinin zaruriyat ve esasat listesine sokuşturulanlar ‘İslam’ın ta kendisi!’ kabul edilen sünnilik oluyor da zamanın ve şeraitin mucibince farklı anlam ve değerlendirme imkanları ortaya koyanlar kime veya neye göre, nasıl hariçten oluyor? Zaten kendisi de Ehl-i Sünnet’i, Kur’an-ı Kerim ve Sünnet bütünlüğü içerisinde şekillenen, sahabe tarafından da yaşanan müesses (... öfk) İslam olarak tarif etmek mümkündür. Nitekim mezheplerin kuruluş dönemindeki müçtehitlerin kelam ve fıkıh meclislerindeki inşaî beyanlarından Ehl-i Sünnet’in İslam içinde bir bölünme olmadığı, bilakis hayatı Kur’an’a ve Sünnet’e göre tayin etmek olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum, Ehl-i Sünnet’in vaz-ı cedide karşı devam-ı hal için yapılan keşf-i kadim olduğu yönündeki tezi desteklemektedir.' diyor.
Devam edelim:
'Ehl-i sünnet, fırkalar mahşerine dönen İslam coğrafyasında hangi esaslar dahilinde Müslümanca var olunabileceğinin adresi olmuştur. Bu yüzden o, İslam içerisinde yeni bir oluşumun adı değil, İslam’a nisbet edilen inanış sistemleri içerisinde ya da “alternatif İslamlar” arasında Allah’ın indirdiği dinin kendisidir. Bu durumda Ehl-i Sünnet’i sosyo-politik şartların ürünü olarak göstermek, mevcudu gerçeğe aykırı bir şekilde tanımlamak olur.'
1. İlk cümle: Bu tespit güzel de adresi biraz izah etmek lazım. Yani içeridekiler ve dışarıdakileri belirlerken -ki bu belirleme beşeri olduğuna göre sübjektiftir ve asla bağlayıcı değildir- her grup kendilerini ve çizgilerini aynı Kitabın ayetleriyle izhar ve ispata girişmemişler mi? Dilsel ve tarihsel alternatifler olarak anlam ve yorum açısından çok zengin bir literatür oluşturan tefsirlerle belirlemek mümkün olmadığına göre bu esasların ilahi teyitli çerçevesini çizmek için ayetlerin yanında sünnet devreye gerekecektir ki -zaten aksini iddia etmek halt etmektir, boş konuşmaktır vs.- sayısız ihtilafı bu temel iki referansa istinad eden mezheplerde görmemek imkansızdır. Bu durumda çerçeve neye ve kime göre, nasıl çizilecektir, yani makbuliyet ve meşruiyet zemin açısından bu tabirin bilindik anlamdaki savunusunun otoriterliğini ne kadar ciddiye alabiliriz? Elbette sevad-ı azam denilen büyük ve köklü bir İslam geleneği var ve marijinalliklere karşı ihtiyatlı olmakta fayda vardır ama farklı, eleştirel değerlendirmeler, geleneksel kalıba göre garip görüşler diye tu kaka etmeden dinlemek, kontrollü ama esnek bir tavır takınmakta da fayda vardır. İlim, irfan denilen olay süre-giden bir seyr-ü sefer ise...
2. 'Alternatif İslamlar arasındaki Allah'ın indirdiği dinin kendisi' demek, savunuyu haklı çıkarıcı bir argüman değil. Alternatif kelimesinden sonra İslamlar değil anlayış, yorum ve değerlendirişler vb. denseydi ve hariçtekileri dışarıda bırakıcı anlayışlar ve yorumlara karşı daha müsamahalı bir ifade kullanılsaydı, böyle yapmayıp üstelik tek bir İslamı sosyal-siyasi imajı belirgin olan ehl-i sünnetin şampiyonluğunu ilan etmeseydi daha uygun olurdu... Sonuç cümlesine gelince anlaşılan ve savunulan haliyle malesef mevcudun kendisi.
Böyle olunca 'Ehl-i Sünnet, İslam’ın kendisi olduğuna göre, esasta ona yöneltilen her eleştiri bir şekilde İslam’a racidir.' yargısına değinmeye gerek yok. Ha bu tabirin muhtevasında elbette din de vardır ve bu durumda tabii ki doğrudur da burada kastedilenlerin bu olmadığını söylemeye gerek yok.
Burada amaç -bazı dini, sosyal, siyasi, güncel, ilmi, fikri ve tarihsel talim ve tariflerine, tespit ve teşhislerine, tavır ve tutumlarına katılmak mümkün değil veya tartışılabilir- Mustafa İslamoğlu hocayı tezkiye etmek falan değil; bedava ve haybeden yani bu tabirle ilgili farklı görüş ve değerlendirmeleri yokmuş gibi kale almadan yapılan değerlendirmeler. Şianın hep menfi sıfat ve ifadelerin konusu edinme, ha bire sünni ulemayı yukarılara çıkarma gibi -ki bu istisnaları ve istisnai durumları görmezden gelmeyi ve çok da makul olmayan habire tebrie, tezkiye gibi hamasetlerle sonuca gitme kolaycılığından pek ciddi gelmedi- tavırlar... Yanlış anlaşılmasın Allah ve dini için hayatını vakfeden -ki hangi gruptan olursa olsun- müslümanlara hürmet bizde gani tabi.
Müslüman toplumlarda oluşan menfi problemler -ki müşterek kabuller yanında teşhisi de tedavisi de farklı algılanır ve değerlendirilir olanları da var- açısından İslamoğlu hocanın tesirinden bahsetmek iyi güzel de aynaya da bakmak lazım, karşıdakini görmek yanında ait ve mensup olunan konumdan dolayı zor olsa da kendini de bir ölçüp biçmeli insan. Bu her ilim ve fikir adamı için geçerli. Müslümanlar, kendi sahip oldukları/sahiplendikleri anlayış ve tasavvur dünyasını merkeze, olması gerekenin ana eksen noktasına alıp o yerden bakmamalı, farklı çizgilerin gördüğü boyut ve tasavvurları da aceleyle çiğneyip geçmeden empati geniş ve derin bir kurabilmeli. Neyse burası uzun...
Son paragrafın başındaki şu ifadeler biraz hafif kaçmış sanki:
'Ehl-i Sünnet bütün sapık fırkaları fikrî ve ilmî alanda hesaplaşarak mağlup etti. Devlet terörüyle maruf olan itizal hareketi de bu hesaplaşma neticesinde nisyana mahkum olup, ilmî sahadan çekildi.'
Kim kimi mağlup etti. GS-FB maçı oynanmış, hakem de düdüğü çalmış, öyle ki 1-0 falan değil siz deyin 3-0 ben deyim 5-0 o kadar yani... O kadar basit ve net bir şey midir bu sahada böyle değerlendirme yapmak? Devlet terörüyle maruf derken devamı diye sorsam, hani var ya devamı... Hatta hem öncesi ve hem de sonrası desem? Bir de o kadar alim ve allameyi bu kadar kolay harcamak garip değil mi? Tezahürat da yapmak lazım şimdi...
Ama şu tespitlerine -cüz'i kayıtlarla birlikte- katılmıyor değilim:
Mustafa Bey! Maalesef sizinle birlikte “Türas-ı İslam”ı hurafeler mecmuası olarak gören mutaassıb bir topluluk oluştu. Daracık ufkunuzu muhît olmalarına itimat edip, medeniyetin nâ mütenahi ufkunu da ihata ettiklerini zanneden bir topluluk… Madem ki bu kardeşlerimizin size tam bir itimatları var, madem ki bu marazın sebebi de sizsiniz o halde bu Müslümanlara, Ehl-i Sünnet’in ne olduğunu ve nasıl anlaşılması gerektiğini lütfen izah ediniz. Fıkıhtan tek bir babı takrir salahiyetine malik olmayan fakat “bilmediğini bilmiyor” olmasından cesaret alarak, meallerden hüküm çıkaran kardeşlerimize, nerede durmaları gerektiğini, onları bu hale getiren merci olmanız hasebiyle evvela sizin hatırlatmanız gerekir. Üniversitelerde ihtisas alanları, yeni ihtisas alanlarına bölünürken, bütün ilmi hasılası bir mealden öteye geçmeyen pek çok Müslüman, teşvikleriniz neticesinde İslamî ilimlerin tamamında hüküm beyan eder hale geldi. Ömründe bir defa Buharî’yi görmeyen, neye metin, neye de senet dendiğini bilmeyenler, duydukları her hadisin sahih olup olmadığını tartışmaya açmakta, onların Kur’an’a arzından söz etmektedirler. Mealciler nazarında ne usul, ne cerh-tadil, ne şerh, ne tefsir, ne kavaid, ne makasıt kitaplarının bir kıymeti var. Neshten şefaate kadar Ehl-i Sünnet’in varlığında icma ettiği pek çok mevzuyu –sizin gibi- hurafe görüyorlar. İslam’ı yaşamak için her nevi fedakarlığı göze alan fakat tenkitlerinizin etkisiyle, Medeniyetin ilim saraylarına girmekten istinkaf eden, belki de tekebbür eden Müslümanlar, sayenizde son derece ibtidaî ilim ve fikir çadırlarına mahkum oldu. İslam’ı yaşamak gayesiyle sizi okuyan ya da dinleyen kardeşlerimizin samimiyetinden kuşkumuz yok. Onlar adına bizi endişelendiren, orta düzeyde ifade kudretine sahip bir mübtediyi müctehit makamında görüp, onun Ehl-i Sünnet’e aykırı görüşlerine ittiba edip icmaya muhalefet etmeleridir. Maalesef ki ufkunuza mahkumiyet, onları Ehl-i Sünnet’in fıkıh, tefsir, hadis afâkını keşfetmekten mahrum bırakmıştır. Siz de sanki bu mahkumiyeti devam ettirmek, zâtınıza ait “fikir köleleri” oluşturmak için özel bir gayret içerisindesiniz.
Veya:
Neden böyle bir yol takip ediyorsunuz? Neden bir ders halkası kurmadınız? İzleyicilerinizin yegane bilgi ağacı olma ısrarınızın ardında ne var? Eğer bir ders halkanız olsaydı, muhatap kitleniz, ilimde belli bir seviyeye ulaştıktan sonra tefsir, fıkıh, hadis kitaplarını okuyup tahlil edecek, özgürleşip sizin ufkunuzdan kurtulacak ya da görüşlerinizin bir kısmını alıp, diğerlerini reddedecek böylece size de katkıda bulanacaktı. Acaba, tek adam olma arzusu mu sizi “sohbet hocalığı”na mahkum etti?
Yahut fazla agresif ve ağır olmakla beraber ve kısmen:
Belki bunu, o muhalled kitapları okutacak ilmi kudretten yoksun olduğunuzdan, belki böyle bir menhece göre yetişmediğinizden, belki bunu istediğiniz tipte insan inşasına aykırı gördüğünüzden, belki de İslami ilimlere vakıf olan öğrenciler sizi sorgular, siz de aciz kalırsınız diye yapmadınız? (Bu sorular, YÖK’ün son müdahalesiyle, “Fıkıh, Tefsir, Hadis gibi Temel İslami İlimler”in ders saatinin artmasından rahatsız olan ilahiyatçılara da racidir.) Bütün bunların cevabını bir Allah Azze ve Celle, bir de siz biliyorsunuz.
Ve sonuna doğru biraz polemik, biraz galiz ifadeleri tezkir babında, biraz fazla detaysal ifadeler içeren pasajlardaki bazı birkaç kısmi haklılık payı... Ama aradaki Afgani meselesi tartışılmaya müsait ve farklı gerekçelere mebni farklı değerlendirmelere konu bir sima...
Fakat şurası var ya neyse...
'...kader, nuzûl-u İsa, kabir azabı, şefaât, kadınların özel hallerde namaz kılamayacağı gibi pek çok meseleyi inkar ettiğini söyledi. Bunları kabul edip-etmediklerini sorduğumda, hepsi birden, ilgili ayet ve hadislerle hocaların görüşlerini reddettiklerini ifade etti... devamındaki İhl'lilerin bunu bilemeyeceğinden ve... kısmını bilemem, bilen de bilmeyen de çıkar... Ha bu meseleler ayetlerde açıklanmış, mütevatir, sahih senetlerle halledilmiş eski-yeni niceleri bilmiyorlar ya da bildikleri halde kabul etmemişler, o halde din dışı kabul edilmezler mi vs.
En iyisi bir eser tavsiyesi yapalım.
Sünni Paradigmayı Anlamak (Bir Ekolün Politik ve Teolojik Yapılanması), Mehmet Evkuran, Ankara Okulu yay.
Ehl-i Sünnet; Kavramının Oluşum ve Gelişim Süreci, Ankara Okulu yay.
ÖMER FARUK KARATAŞ
SON VİDEO HABER
Haber Ara