'İş cinayetlerini önlemek mümkün'
Hukukçu Erbay Yucak ‘Öngörülebilir ve önlenebilir işçi ölümlerine kaza diyemeyiz. Bunlar, cinayettir’ diyor. Sorumluların cezalandırılması için, yargının ve yürütmenin ölenden yana tavır alması gerektiğini söylüyor.
11 Yıl Önce Güncellendi
2014-09-11 12:03:44
Kendilerine Adalet Arayan İşçi Aileleri diyorlar. Onlar yakınlarını iş kazalarında kaybeden aileler. 7 Ekim 2012’den bu yana her ayın ilk Pazar günü Adalet ve Vicdan Nöbeti tutuyorlar. İş kazalarına karşı toplumsal duyarlılığı artırmaya çalışıyorlar. Sorumluların yargılanması ve cezalandırılması için davaların takipçisi oluyorlar. Bu ailelerin gönüllü hukukçularından Erbay Yucak, “iş cinayetlerinde bir dizi kişi ve kurumun sorumluluğu söz konusudur. Sadece bir kısmı değil, hepsi sorumlulukları ölçüsünde cezalandırılırsa, iş cinayetlerinin önlenmesinde payı olabilir.” diyor.
İş kazaları neden önlenemiyor? Mevzuat mı yetersiz, yoksa sorun uygulamada mı?
Öncelikle bunlara iş kazası demiyoruz biz. İş cinayeti diyoruz. Çünkü bir kazadan bahsedebilmek için öngörülemez ve önlenemez olması lazım. Eğer öngörülebilir ve önlenebilirse buna kaza diyemeyiz. Bu cinayetlerin öngörülebilir ve önlenebilir olması, çalışma düzeninde alınması gereken tedbirlerin kanunlarda ve yönetmeliklerde açıkça düzenlenmiş olmasından. Bu düzenlemeler yokmuş gibi değerlendirilemez.
Her ölümden sonra gündeme gelen mevzuat tartışması da anlamsızdır. Yasal mevzuat uygulansa, şu ana kadar yaşanan iş cinayetlerinin yüzde 95’i olmazdı. Elbette iş organizasyonunda ve teknolojide yaşanan yeniliklere bağlı olarak işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatının sürekli güncellenmesi, geliştirilmesi gerekir. Ama sanki bir mevzuat eksikliği var da, işçiler bu yüzden ölüyor ya da sorumlular bu yüzden cezalandırılmıyor gibi bir algı, yanlıştır. Oysa mevcut yasalar uygulansa, sorumlulara sorumlulukları ölçüsünde cezalar verilse, iş cinayetleri önemli oranda önlenebilir. Çünkü caydırıcı cezalar, bütün sorumluları, almak zorunda oldukları tedbirleri fiilen almaya zorlar.
Aynı şekilde iş cinayetlerini hayatını kaybedenlerin sayısına bağlı olarak sadece belirli bir süre için konu etmek de ölenlere ve yaşayanlara karşı vecibelerin yerine getirilmesine yetmiyor. Sorumluların yargılanması konusunun ülkedeki siyasi saflaşmaya kurban edilmesi de yanlışları artırıyor. Oysa gerektiği gibi sahiplenildiğinde gerçek saflaşmayı kendisi yaratıyor zaten.
Peki mevzuat neden uygulanmıyor?
Temel nedeni çalışanın hayatını ihmal edilebilir gören anlayıştır. Örneğin Milas Güllük’te yedi kişinin hayatını kaybettiği olayda, 50 liralık gaz maskesi ve bin liralık gaz ölçüm aleti alınmadığı için ölümler yaşandı. Ticari açıdan da bakıldığında, bunların alınmaması hiç rasyonel değil. Şimdi çok daha fazla tazminat ödemek zorunda kalacak işveren.
İkinci neden ise, sorumluların hepsinin yeterince cezalandırılmaması. İş cinayetlerinde, sorumluluklar birbiriyle yarışır. İşçi sağlığı iş güvenliği uzmanından ustabaşına, taşerondan asıl işverene, belediyeden çalışma bakanlığına, çevre bakanlığına kadar her olay özelinde herkesin değişen oranda sorumluluğu vardır. Bunlar, arada sözleşmeler olmasa bile, kanundan doğan sorumluluklardır. Bu yüzden hepsinin ayrı ayrı cezalandırılması lazım. Zaten çalışma hayatında denetim, sorumluluğu bir kişiye yıkarak değil bütün sistemin işlemesini sağlayarak hayata geçirilebilir. Ceza davaları da, bu sorumlulukların yerine getirilmesi açısından hayati bir önem taşıyor.
Sendikaların, meslek örgütlerinin, siyasi organizasyonların tavrı da önemli. Olay anında açıklama yapmak, tepki göstermek, eylem düzenlemek yetmez. Bunun takipçisi olmak gerekir. Ama sendikalar, meslek örgütleri ve emekten yana olduğunu söyleyen partiler bu davalarda müdahil olmadıkları gibi davalarını adalet arayışını sürdüren ailelere de destek olmuyorlar.
Açılan davalarda bütün sorumlular yargılanabiliyor mu? Yargının konuya yaklaşımı ne?
İş cinayetlerinden sonra, ölüm hadisesi meydana geldiği için normalde savcılık, tıpkı Soma’da olduğu gibi bilirkişi atar. Eğer bir şüpheli tespit etmek istiyorsa ya da toplumda bir infial varsa bir ön rapor alır veya raporun kendisini bekler. Kaçma veya delilleri karartma şüphesi olan zanlı varsa, tutuklanmasını ister. Ama burada bilirkişi incelemesinin nasıl yapıldığı önemlidir. Çünkü mahkemeler genellikle bilirkişi raporu istikametinde davranıyor. İş cinayetlerinde işçiyi sorumlu tutma, bunu hadisenin fıtratında görme anlayışı belli oranda mahkemelerde de var, bilirkişilerde de. Ne yazık ki, hukuk fakültelerindeki derslerde de, barolarda da, mahkemelerde de, çoğu üniversite öğretim üyesi olan bilirkişilerde de, sendikalarda da iş cinayetlerini vaka-i adiyeden gören bir anlayış var. Sanıklar da genellikle taksir, yani dikkatsizlik ve tedbirsizlik gibi nedenlerle istemeden işlenen suç, maddesiyle yargılanıyor. Oysa taksir, kazada olur, iş cinayetinde olmaz. Genellikle de beş yılın altında cezalar veriliyor ve bu cezalar da ya erteleniyor ya da paraya çevriliyor.
Yani sorumlular hak ettikleri cezaları almıyor mu?
Aslında 31 Ocak 2008’de meydana gelen ve 21 kişinin öldüğü İstanbul Davutpaşa’daki patlamayla ilgili verilen karar, bir milat olarak kabul edilebilir. Mahkeme sanıkların bazılarına bilinçli taksirin üst sınırından ceza verdi. Binanın sahipleri altışar yıl, belediye zabıta müdürü ile ruhsat ve denetim müdürü dokuzar yıl, dönemin imar ve şehircilik müdürleri de beşer yıl hapis cezasına çarptırıldı. Belediye başkanı ve Bölge Çalışma Müdürü hakkında verilen beraat kararını temyiz edeceğiz.
Yargıtay’da da olumlu değişiklikler var. 12. Ceza Dairesi, Bursa Kemalpaşa’da 2009’da bir madende 19 kişinin hayatını kaybettiği olayda, yerel mahkemenin bilinçli taksirden verdiği cezayı kamu lehine bozdu, ‘ben bu olayda olası kast görüyorum’ dedi. Çünkü olay göz göre göre gelmiş.
Yine Milas Güllük’te yedi kişinin öldüğü olayda, su ve kanalizasyon işini imtiyaz sözleşmesiyle belediyeden devralan şirketin sadece genel müdürü değil, bütün yönetim kurulu üyeleri sanık konumunda. İşçilerin öldüğü kuyuyu teslim alan belediye yetkilileri de, oradaki terfi istasyonunu yapan İller Bankası görevlileri de yargı önünde. Biz, 2007’de faaliyete geçen bu işyerini bu süre boyunca bir kez bile denetletmeyen iş teftiş kurulu üyelerinin de yargılanmasını talep ettik.
Bütün bunların gerçekleşmesinde ailelerin mücadelesi çok önemli.
Ailelerin mücadelesi yargı sürecini nasıl etkiliyor?
Ailelerin davalara müdahil olması öncelikle yaşadıkları ortak mağduriyet karşısında bir araya gelmeleri ve ortak bir adalet ülküsü tanımlayabilmeleri bakımından önemli. Ancak ailelerin müdahil olmasına karşı mahkemelerde bir direnç olduğunu da söylemek lazım. ‘Savcı varken size ne gerek var’ anlayışıyla karşılaşabiliyoruz. İşin gayri ahlaki bir boyutu da, işveren ve diğer sorumlular tarafından ailelerin tazminat davası ile ceza davası arasında bir tercihe zorlanması. Gelenek ve akrabalık ilişkileri, ailede çalışanın hayatını kaybetmesinin yarattığı güçlükler de, ailenin algısında “giden gitti, geride kalanlara bakalım” anlayışını pekiştiriyor.
Oysa adalet davası bir bütündür. Parayı konuşmak ayıp bir şey değildir. Ama tazminat davasını ceza davasının önüne koymak ayıptır. Üstelik manevi tazminat hesaplanırken, mahkemeler genellikle sınıfsal ve sosyal durum ölçüsüyle davranıyorlar. Bunu da, ‘manevi tazminat zenginleşme aracı olamaz’ gerekçesine dayandırıyorlar. Acı, elem ve kederde sınıfsal ve sosyal hiyerarşi kuran bu yaklaşım, gayri insanidir.
Ama bütün sorumluların yargılanması iş cinayetlerinin önlenmesinde etkili oluyor. İş cinayeti potansiyel bir şeydir. Sorumluların tespiti ve yargılanmasındaki ısrar sürdükçe, çeki düzen verici etkisi oluyor. O çeki düzen verilmeseydi kaç işçi ölürdü, bilemiyoruz. Yargılama sürecinin etkili sürdürülmesi, önlemler konusundaki mevzuatın uygulanmasında işin sıkı tutulması sonucunu doğuruyor. O yüzden yargılama süreçleri önemli.
Peki devlet üzerine düşeni yapıyor mu?
Devletin, hayatını kaybedenden yana taraf olması gerekir. Sadece parasal olarak bazı sorumlulukların yerine getirilmesi yetmez. Hükümet edenin, geride kalan işçilerin ve iş hayatının güvenceye kavuşturulması için, mevcut mevzuatın uygulanmasından yana tutum alması gerekir. Bundan yana tutum almanın gereği de, kim sorumluysa, hepsinin yargılanmasından yana olmayı gerektirir. Ama bu tavrı göremiyoruz. Örneğin sekiz madencinin öldüğü Kozlu’da Türkiye Taşkömürü Kurumu, galeri açma işini bir inşaat firmasına vermiş. Bilirkişi raporuna göre, bu şirket TTK’nın araç ve ekipmanını kullanarak iş yapıyor. Oysa bizim yasalarımız ancak sende olmayan bir kapasite varsa, işin bir bölümünü taşere edebilirsin diyor. Bilirkişi raporu ‘burada muvazaa var’ diyor. İşi ihale eden TTK yönetimini sorumlu tutuyor. Ama Enerji Bakanlığı ihaleyi yapan TTK yetkililerinin soruşturmasına izin vermedi.
Bir başka örnek de Van Bayram Otel’de hayatını kaybedenler. Otelin işletmecisi bilinçli taksirden üst sınırdan ceza aldı. Ama Van Valisi ve AFAD yetkililerinin de yargılanması talebimizi Yargıtay Başsavcılığı işleme koymadı. İşleme koymama kararı, bir çeşit korumadır ve temyiz yolu yoktur. Biz de Anayasa Mahkemesine başvurduk ve talebimiz kabul edildi. Bunun üzerine Yargıtay, il valisini ve AFAD başkan vekili ile il müdürünü soruşturma kararı aldı. Görevlendirilen içişleri müfettişi soruşturmaya izin verilmesi yönünde rapor hazırladı. Ancak Bakanlık, soruşturmaya izin vermedi. Bunlar, idarenin yani hükümet edenin sorumluların yargılanması konusundaki tutumun tipik örneği.
Soner Kızılkaya / AL JAZEERA
SON VİDEO HABER
Haber Ara