Dolar

34,9485

Euro

36,5935

Altın

3.019,34

Bist

10.058,63

İHH Reyhanlı gönüllüsü ile Suriyeli muhacirler konuşuldu

Reyhanlı İHH Suriye Çalışmaları Gönüllüsü Mustafa Çağlı ile Suriyeli muhacirlerin sorunlarını, kendilerine yönelik saldırıları ve hükümetin konuyla ilgili son düzenlemesini konuştuk.

11 Yıl Önce Güncellendi

2014-08-27 15:07:48

İHH Reyhanlı gönüllüsü ile Suriyeli muhacirler konuşuldu

Son günlerde Gaziantep başta olmak üzere birçok bölgede Suriyeli muhacir kardeşlerimize yönelik ırkçı-faşizan saldırıların yine yoğunlaştığına tanık olduk. Reyhanlı İHH Suriye Çalışmaları Gönüllüsü Mustafa Çağlı  Suriyeli muhacirlerin sorunlarını, kendilerine yönelik tahammülsüzlük ve saldırıları ve hükümetin konuyla ilgili son düzenlemeyi anlattı.

***

Suriyeli muhacirler son günlerde Gaziantep’teki gelişmeler üzerinden yeniden gündemde. Buraya geleceğiz ama siz de uygun görürseniz öncelikle şuradan başlayalım: Suriyeli muhacirler Türkiye’de nasıl bir statüye sahip, ne tür sorunlarla muhatap?

Karşılaşılan sorunların en önemlilerinden bir tanesi eğitim. Gelen genç neslin ve ailelerin sosyal entegrasyonu noktasında eğitimden yoksun kalmaları ya da eğitimini devam ettiremeyen genç nüfus, bununla beraber okul çağında olup okuma-yazma imkanından uzak kalan çocuklar ve aileleri ister istemez bir psikolojik travmayla karşı karşıya kalıyorlar. Bu süreçte Suriye’den gelen misafirlerimizin uzak sınır boylarından gelmeleri hasebiyle katıldıkları yeni toplumdan kültürel, davranışsal veya yaşamsal bir takım farklılıklarının olması da ister istemez bir uyumsuzluk sorununu beraberinde getiriyor. Bu münasebetle benim kanaatim bu süreçten en çok etkilenenler arasında çocuklar ve gençler başta gelmektedir. Tabi bunlar da malum olduğu üzere sosyal hayat içerisinde en fazla enerjisi olan ve yine sosyal hayat içerisinde en yoğun sayıyı oluşturan potansiyeli teşkil etmekteler. Bu durum da ister istemez ailelere olumsuz yansıyor.

Neden? Ne tür olumsuz yansımalar?

Çünkü okula gidemeyen veya istikbali belirsiz olan çocukların durumu doğal olarak ailelerini endişeye sürüklemekte ve bunlar tabiatıyla potansiyel anlamda bir risk oluşturmaktalar. Bu sadece gelen muhacirler için değil Türkiye içerisindeki mevcut madde bağımlılığı ya da benzer kötü alışkanlıkları olan çocuklar ve gençlere baktığımızda da söz konusu.

Özetle eğitim kanaatimce bu süreçte belki de en fazla gözardı edilen veya da hesaba katılmayan kalemlerden bir tanesiydi. Tamam, gıda verildi ve barınma problemi kısmen yok. İşte kirada oturma imkanı verildi vs. Ve tabi kiraların çok yüksek olması ailelerde ister istemez belli bir süre sonra ciddi anlamda psikolojik baskıları da beraberinde getirir. Çünkü evin kirasını ödeyemeyen aile ister istemez bunun stresini ve olumsuzluklarını beraber yaşadığı insanlara ve içerisinde bulunduğu çevreye yansıtmaya başladı, başlıyor ve yine bu da istenmeyen sonuçları beraberinde getirdi, getiriyor. Ama belirttiğim gibi eğitim bu insanların hem sosyal uyumu açısından hem de çocukların ve gençlerin geleceğe umutla bakmaları için maalesef gözardı edildi. Bazılarının gıda ve barınma sıkıntısı olmayabilir ama eğitimsiz bıraktığınızda bu insanlar maalesef problemlerle yüzyüze kalacaklardır ki bu kaçınılmaz.

Anın getirdiği yakıcı ihtiyaçlara nazaran bahsettiğiniz çerçevede eğitim galiba daha uzun vadeli ve kalıcı bir sorun?

Evet, evet.

Eğitim ihtiyacı örgün anlamda hem eğitimleri yarım kalan ve hem de okul çağındaki yeni kuşaklar açısından geçerli. Bununla birlikte yaygın eğitim anlamında genel bir eğitim ve rehberlik sorunu da mevcut olsa gerek. Bu bağlamda neler yapılıyor veya yapılabilir?


Geçici Suriye Hükümetinin bu noktada çalışmaları mevcut. Bu çalışmalar daha çok örgün eğitim bağlamında olup müfredat dahilinde materyallerin teminiyle sınırlı. Kitap desteği vb. gibi alanlarda ciddi katkıları olmuş, olmakta. Üniversite eğitimini yarıda bırakmak durumunda kalan ya da üniversite çağına gelen kız ve erkek öğrencilerin en büyük problemlerinden bir tanesi, önlerinde geleceğe dönük bir umut ve programın olmamasıdır. Bununla beraber yaşadıkları bölgede karşılaştıkları dil problemi de söz konusudur.

Bu insanların Türkçeyi bilememeleri ya da geleceğe dönük örgün eğitim anlamında herhangi bir mesleki sahada kendilerini ifade edememelerinin veya da üniversiteleşememenin verdiği sıkıntılar sonucunda bu durum genç nüfusta empati yaptığımızda ister istemez beraberinde çok ciddi travmalar da getiriyor. Bu açıdan bakıldığında sosyal entegrasyon sorununa bir de dil eklendiğinde bu beraberinde sosyalleşme çağındaki gençleri gerçekten de çok ciddi sıkıntılara sürüklüyor. Maalesef şuan olduğu gibi caddelerde, sokaklarda veya da vasıfsız işçi statüsünde birtakım iş kollarında gündelikçi işçi olarak çalışıyor olmaları bu insanlar açısından gerçekten üzücü. Bu durum bu insanların geleceklerini inşa anlamında da çok ciddi tehdit oluşturuyor. Bu durum üzerinde uzun uzun çalışılması ve aşılması için projeler oluşturulması gereken bir konu. Bir an önce çözüme dönük çalışmalar ortaya koymak gerekiyor. Yoksa bu kalıcı sorun beraberinde mevcuda oranla çok daha ciddi olumsuz sonuçlar doğurmaya gebedir.

Suriyeli muhacir kardeşlerimizin varlığı elbette sadece Türkiye ile sınırlı değil. Bununla birlikte Türkiye de ciddi anlamda göç almış ülkelerin başında geliyor. Türkiye’yi muhacirler için cazibeli kılan sebepler neler olabilir? Ne tür beklentilerle geliyorlar?

Türkiye ile yaklaşık 900 km’lik bir sınır hattınız var. Ve savaşın çok yoğun yaşandığı bölgeler bazında düşündüğümüzde Halep ile Lazkiye arasındaki bu sınır kordonunda yaklaşık 200’ün üzerinde bir çadır kentin varlığını düşündüğümüzde ve insanların şehir merkezlerinden ve özellikle de savaşın yoğunlaştığı güney Suriye’den bombalamalardan kaçmak zorunda kaldıklarını göz önünde bulundurduğumuzda Türkiye’nin onlar için en yakın komşu konumunda olduğunu görebiliriz. Dolayısıyla Türkiye’yi tercih etmeleri gayet doğal. Başınıza ani bir durum gelse en yakınınızdaki daireye kaçmak istersiniz. Bir alt kata gitmektense yakın daireye gider, oraya sığınırsınız. Suriyeli muhacirler için de Türkiye sığınılacak bu en yakın daire konumunda.

Bu açıdan buradaki insanlar da doğal bir refleks olarak en yakın sınırlara yöneliyorlar. Onlar en yakın komşularının Türkiye olduğunun bilinciyle dindaşları olan bu beldeye sığındılar. Kendi kardeşleri, kendi toprakları neticede. Çünkü aynı dinin mensubular. Artı en nihayetinde komşular. Dolayısıyla bu doğal bir süreç. Bu nedenlerle Türkiye onlar açısından kaçınılmaz ve güvenilebilir en yakın belde olmakta.

Tabi bu sürecin bu kadar uzayacağı ve bugünlere kadar gelebileceği hiç kimsenin tasavvur edebileceği bir şey değildi. Ama maalesef bugün kaçınılmaz bir durum olarak karşımızda. Ve bugün onlar yaşadığımız il-ilçede olsun, sınır boylarında olsun komşumuz. Onlar bu toprakların yabancısı değil sahibi konumunda. Çünkü ümmet perspektifinde ulusal sınır gibi bir kırmızıçizgi yoktur.

Suriye’den Türkiye’ye doğru çok yoğun bir göç var. Tabiatıyla bu göçmen ordusunun yekpare olduğu söylenemez. Siz bunları nasıl sınıflandırıyorsunuz?

Kanaatimce bunlar genel olarak kendi imkanlarıyla kiralık evlere çıkan ve iş bulup çalışanlar, geçimlerini sağlamak için dilenciliği tercih edenler ve kamplarda ikamet edenler şeklinde üç grupta değerlendirilebilir.

İsterseniz bunları tek tek açalım. Mesela birinci grup olan kendi imkanlarıyla kiralık evlere çıkan ve iş bulup çalışanların genel durumu ve karşılaştıkları sorunlarla ilgili neler söylenebilir?

İnsan davranışlarının kökeninde tabi sosyolojik, psikolojik, ailevi vb. birçok faktör söz konusudur. Ekonomik durumu biraz daha iyi olup barınma imkanı bulan, ev kiralayan ve belki de kendisine ait bir ticarethane açan, kendi işini kurabilen veya da bir yerde vasıflı olarak bulunan, mesela Suriyeli STK’lar nezdinde iş bulup varlığını idame ettiren insanların bu noktadaki etkilenmişliği tabi çok daha az. Bunlar, daha önce bahsettiğimiz eğitim sorunu bağlamında durumlarının daha iyi olması veya eğitimsel seviyelerinin daha yüksek olmaları dolayısıyla sosyal ortamlara çok daha çabuk adapte olabiliyorlar. Zaten şu dört yıllık süreç içerisinde sorun çıkaran kanaatimce bu tür vasıflı ve işi olan insanlardan ziyade daha çok barınma imkanı bulamayan ya da ev kirasını ödeyecek olanaklara sahip olmayan veya da iş bulma noktasında sıkıntılar yaşayan insanlar… Ama bu birinci gruptakiler her ne kadar muhacirlerin tümünün yaşadığı o savaşın yol açtığı travmaları yaşıyor olsalar da en azından gidebilecekleri bir işleri, düşünmek zorunda olmadıkları bir ev kiraları gibi bir gerçekle karşı karşıyalar. Sonuç olarak bunlar için en kolay adapte olan kesim diyebiliriz.

Bu gruptakiler her ne kadar imkan bulup ev kiralasalar da kira fiyatlarının çoğu zaman tek başına başedilemez noktalara ulaştığı ve bununla boğuşmak zorunda kaldıkları malum. Mesela çoğu yerde birden çok ailenin tek bir evde ve hatta gözede ikamet ettiklerini biliyoruz. Bu grubun varlığının beraberinde ciddi anlamda emlak sektöründe bir fırsatçılığı doğurduğu görülüyor. Birçok yerde beş para etmez evlerin alabildiğine yüksek fahiş fiyatlarla Suriyeli muhacir kardeşlerimize kiralatıldığı basına da yansıyor. Bu fırsatçı emlakçıların iştahını frenlemeye dönük acaba bir şeyler yapılamaz mı? Yerel idari birimlerin veya hükümetin bu alanda bir çalışması var mı?

Bu ciddi bir sorun. Bunun takibi noktasında sıkıntılar var. Sorun büyük ve çok yönlü. Çok fahiş fiyatlarla kirada oturan Suriyeliler var. Yanı sıra sınır boylarında ya da medyanın matematiksel verilerle bahsettiği 2 milyon insan söz konusu. Böyle bir ortamda emlak sektörünü takip etmek ve kiralarda fahiş fiyatlar oluşturanlara yönelik ciddi yaptırımlar uygulamak imkansız gibime geliyor.

Savaş, dediğiniz gibi birileri açısından fırsatlar da doğurdu. Maalesef vicdan sahibi olmayan insanlar bu savaşın doğurduğu insanlık dışı ranttan nemalandılar. Suriyelilere ev kiralatırken fahiş fiyatlar ortaya atanların doğurduğu bu sorunun çözümü şuan için maalesef bunların vicdanına, ahlakına, insafına kalmış vaziyette.

İkinci gruba gelelim isterseniz… Dilencilik yoluyla kendini idame etmeye çalışan Suriyeli mülteci unsuru çok yoğun. Bunlar neredeyse her şehirde... Adeta kozmopolit bir konar-göçerler ordusu manzarası var karşımızda. Bu gruptaki muhacir kardeşlerimizin durumu nedir? Ne tür sorunlar gözlemliyorsunuz?

Bölgesel olarak bugün Suriyeli mültecilerin yaşadığı matematiksel veriler anlamındaki en büyük şehir İstanbul. Bu belki İstanbul’un metropol bir şehir olmasından kaynaklanıyor. Bu özelliği dolayısıyla İstanbul’da çok ciddi oranda bir Suriyeli dilenci potansiyeli mevcut. Tabi aynı durumla belirli oranlarda sınır boylarında ve diğer şehirlerde de karşılaşılmaktadır.

Bu gruptaki insanların önemli bir kısmı belki kendi ülkelerinde de bunu bir iş algısıyla yapıyorlardı. Yani bunların hepsi Türkiye’ye geldikten sonra dilenci olmadılar. Kanaatimce adam orada da dilenciydi zaten. Dolayısıyla Türkiye’ye geldikten sonra da bildiği tek iş bu olduğundan yine dilenmeyi seçiyor olabilir.

Bununla birlikte çadır kentlerden kaçmış olup herhangi bir iş ve barınacak yer bulamamış vasıfsız insanlar da var bu grupta. Ama bu grubun önemli bir kısmı bunu (dilenciliği) meslek edinmişler. Dördüncü yılına girildiğinde bu çapta büyük bir potansiyele dönüşen bu insanların beraberinde bir takım sorun ve sıkıntılar getirmesi, yer yer infial uyandırması doğaldır. Ve maalesef medyada öne çıkartılan birkaç tekil olay üzerinden özellikle de bu gruptakiler veri alınarak genellemelere gidilmekte, düpedüz bir algı operasyonuna girişilmektedir.

Ümit ederim ki hükümetin özellikle de AFAT’ın aldığı kararlar ve yaptığı yeni düzenleme sonucunda göçün yol açtığı sorunlar aza indirilecek ve misafirlerimiz de biraz daha rahat yüzü bulacaklar. Bu düzenlemede dilenen unsurların çadır kentlerde barındırılmasına yönelik çabaların önemi vurgulanmaktadır. Çadır kentte barındırılmaları bunların temel sorunu olan güvenliklerinin sağlanması ve aş ihtiyaçlarının karşılanması için daha iyi olacaktır. Devlet bu tür insanları çadır kentlerde barındırarak inşallah bugün ve yarınlarda sosyal alanda oluşabilecek tepkilerin de önüne geçecektir.

Söz buraya gelmişken bir de konuya üçüncü grubu oluşturan yani kamplarda ikamet eden Suriyeli muhacirler üzerinden açılım kazandırmanızı rica ediyoruz?


Türkiye’deki AFAD kampları gerçekten de uluslararası standartların çok üstünde hizmetler verebilecek özellikte. Özellikle de konteynırların iç dizaynı olsun, inşa edilen sosyal tesisler olsun, alışveriş imkanlarıyla olsun tam site görünümünde.

Suriye içerisinde oluşturulan çadır kentlerin durumunu da biliyoruz. Gerek bunlarla gerekse de Türkiye içinde bu az önce değindiğimiz ikinci gruptaki mültecilere oranla kanaatimce sorunlardan en az etkilenen ve en rahat yaşam sürdürenler AFAD’ın kamplarında ikamet eden muhacir kardeşlerimizdir. Kamp hayatının bu insanlara yönelik olumlu katkılarından biri de iletişim bağlamındadır. Çünkü çoğu akrabaları ve sonuçta aynı dil ve kültürü paylaştığı hemşerileriyle beraber yaşamaktadır. Sağlık ihtiyaçları karşılanıyor ve daha da önemlisi çocuklar eğitimlerine devam ediyorlar. Gerek dışarı çıkış ve girişlerin gerekse de kampın çevresindeki o döngünün bu insanlarda pozitif etki oluşturacağı kanaatindeyim.

Tüm bu nedenlerle kampların çok fazla katkı sağladığını düşünüyorum. Dört yıllık süreç içerisinde kamplarda birkaç münferit olay ve provokasyon dışında herhangi bir güvenlik sorununun yaşanmamış olması da onların özellikle de ikinci grubun yani dilenenlerin muhatap olduğu sorunların çok ilerisinde yaşanabilir ve tercih edilebilir olduğunu göstermektedir.

Sizin de dediğiniz gibi dört yıl oldu hocam. Bu geniş zamanın Türkiye kamuoyunda oluşturduğu ortalama Suriyeli muhacir algısı nasıl?


Tabi ki sürecin ilk başlangıcından beri Türkiye insanı insani-vicdani bir toplum olduğunu genel anlamda gösterdi. Bu insanlar en yakın komşu olarak Türkiye’ye sığındığında doğal olarak kendilerine açık kapı buldular. Evinizin önünde kan akıyor, insanlar ölüyor ve kurtulabilenler de can havliyle kendilerini kapınıza atıyorlar. Böyle bir durumda bu insanların yüzüne kapınızı kapatmanız düşünülemez. Türkiye insanının genel olarak Suriyeli muhacirlere karşı tutumunun bu bağlamda müspet olduğu söylenebilir.

Bununla birlikte bir muhacir edasıyla gelmiş olsalar da -genelleme yapmak istemiyorum- bazı insanlar bu durumdan nemalandı, nemalanmaktadır. Emlak sektöründe uçuk fahiş kiralar bunun somut örneklerinden biri. Genel olarak duyarlılığımıza rağmen yeterince Ensar olamadık maalesef. Sloganik kaldık.

Yürek yaralayan, vicdanları sızlatan durumlar da yaşandı. Savaş mağduru olan bu insanlar arasından bir de Türkiye içlerinde yaşadıkları beldelerde ekonomik ve insani mağduriyetler de yaşamak durumunda kalanlar oldu. Suriyeli muhacirler ciddi imtihanlardan geçti ve doğal olarak biz de geçiyoruz. Bu nedenle ümmet bilinciyle bu insanlara yaklaşmak, onlara karşı Ensar olmak; daha doğrusu onları kapsamak, kucaklamak ve kuşatmak, ihtiyaçlarını ihtiyacımız bilip gidermek gerekiyor. Neticede bunlar bizim kardeşlerimiz. Onların başına gelenler bizim de başımıza gelebilirdi. Kendimize yapılmasını istemediğimiz bir hareketi bu anlamda başkasına yakıştırmamız nasıl erdemli, insani görülebilir? Benim kanaatim (istisnalar kaideyi bozmamakla beraber) bu coğrafyada ya da sınır boylarında bu insanların bir kısmının mağdur edildiği yönündedir. Devlet bu insanları kamplara yerleştirip bakımlarını üstlendi ama sosyal anlamda bu imtihandan alnımızın akıyla çıktığımız kanaatinde değilim. Yerel-mahalli boyutta insanımızın bu süreci ve gerektirdiği dayanışma sorumluluğunu çok da yerine getirmediği kanaatindeyim. Hatta tahammül edemediği durumlar bile olabiliyor.

Gaziantep merkezli yaşanan olay ve bunun üzerine meydana gelen gelişmeler hem Suriyeli muhacirlerin entegrasyon sorununu hem de onlara yönelik yer yer yoğunlaşan saldırıları beraberinde getirdi. Siz de uygun görürseniz konuyu biraz da bu açıdan değerlendirelim… Muhacirlere yönelik bu saldırılar münferit adli vakıalar mı, yoksa belirli odaklar tarafından planlanarak yürürlüğe sokulan olaylar mı? Ne düşünüyorsunuz, Suriyeli muhacirlere kim/neden saldırıyor?


Bugün kapıların açılıp Suriyeli mültecilerin, (daha doğrusu misafirlerin; çünkü onların mülteci statüsü yok) Türkiye’ye geliş sürecini tamamen siyasi bir algı operasyonu gibi algılayıp bunu hükümetin bir politikasıymış gibi lanse etmeye çalışan bir medya gerçeği söz konusu. Olayı insani, vicdani, İslami boyuttan çıkarıp tamamen hükümetin siyasi politikasına dönüştüren bir yapı mevcut. Bunlar insanların algı operasyonları sonucunda ister istemez farklı bir cenaha kaymalarına sebebiyet verdi. Bunlar oradaki insanların mazlumiyet ve mağduriyetine odaklanmayı değil de hükümetin siyasal sahiplenişini olumsuz bir politika olarak öne çıkarmaya ve yaymaya çalıştılar. Sınırı zorlayan, gerçekliği çarpıtan ve bundan nemalanmak isteyenler var. Gerek siyasal muhalefet, gerek bazı STK’lar, gerek bir kısım medya kesimi ve gerekse de bazı dış ülkeler bu tip olayları kışkırtmaktalar. Biliyorsunuz, Reyhanlı olayı bu bağlamda büyük bir provokasyondu. Orada 53 insanımız öldü. Provokasyon niteliği çok açık olduğu halde bazı kişi-kesimlerce tam bir algı operasyonu aracı olarak kullanıldı. Sonrasında da Suriyelilere yönelik birçok yerde saldırılar oldu, olmakta. Ama her ne kadar infial oluşturabilecek çapta eylemler, saldırılar, hakaretler olsa da elhamdülillah toplumun akil kesimleri bu provokasyonlara gelmediler. Ben bu saldırı ve kışkırtmaların devam edeceği kanaatindeyim. Bu tip olaylar üzerinden hem hükümeti yıpratmak hem de muhacir kardeşlerimizi bıktırıp tersinden göçe zorlamak istiyorlar.

Peki, bu kimin işine geliyor?

Bunun cevabı çok açık: Esed bunu istiyor ve dolayısıyla bu tip gelişmeler de en çok ona yarıyor. Ek olarak da Türkiye’de iç karışıklık temenni eden yapı bunu istiyordur. Özetle Türkiye’deki siyasi istikrarın bozulmasını isteyenlerin tümünün işine geliyordur. Gaziantep olayı tamamen örgütlenmiş, planlanmış, provoke edilmiş ve bu zeminde fırsatı kollanmış bir hadiseydi. Devam edecektir; çünkü olay tamamen siyasallaştırılarak insani-vicdani boyutu bertaraf edilmeye çalışılıyor. Belki de bizim en çok bu algı operasyonlarına karşı mücadele etmemiz gerekiyor. Bu mazlum insanların; çocukların, kadınların; eğitime muhtaç birçok genç erkek ve kızın ne kadar mazlum ve mağdur olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Bu tip olayları siyasallaştırıp bunun üzerinden rant devşirmek isteyen kişi-kesimlerin niyetinin gayriinsani, gayrivicdani ve gayriahlakiliğini ortaya koymamız gerekiyor.

Bu tip saldırıların muhacir kardeşlerimiz üzerindeki etki ve yansımaları nasıl oluyor?

Bir an için empati yapalım: Mazlumiyetim dolayısıyla sığınmış olduğum bir evde eğer o ev ahalisinin bana karşı tavrı saldırgan, itici, sorgulayıcı, dışlayıcı ve cezalandırıcı bir biçimdeyse doğal olarak o evde çok da durmak istemem. Bu insanlar keyifleri uyarınca öyle iş olsun diye buraya gelmediler. Kendi coğrafyalarında savaş çıktı. Kardeşleri şehit oldu, babaları şehit oldu. Kadınları, çocukları, yetimler öksüzler hepsi buraya geldiler vs. O yüzden ev sahibinin göstermiş olduğu bu refleks söz konusu kardeşlerimizin kalbinde ister istemez bir sızı ve soru işaretlerinin oluşmasına sebebiyet veriyor. Ümit ediyorum ki Allah, bu mazlumları gözetmeksizin olumsuz tavırlar geliştiren insanların kalplerine merhamet duygularını aşılar da göstermeleri gereken Ensar tavrına bürünürler. Diğer türlü Esed’in bombalarından kaçıyorsun ama kardeşim dediğin insanların birçok saldırısına, suiistimaline, adaletsizliğine maruz kalıyorsun. Bu durum insanı iki defa öldürmektir.

Hocam son olarak isterseniz Gaziantep olaylarını müteakip Suriyeli mültecilere yönelik yapılan yasal düzenlemeyi biraz konuşalım. Bu düzenlemenin kardeşlerimizin karşılaştığı sorunların çözümü bağlamında değeri nedir?

Sosyal entegrasyon amacıyla sınırlar, kurallar tabi ki olacaktır. Bir toplumu organize etmek ve yönetmek istiyorsanız ister istemez sosyal normlar, kurallar oluşturmanız gerekiyor. Bu her iki taraf için de böyledir. Nasıl ki Suriyeliye karşı zalimce bir tavır takınıp hunharca davranışlar içerisine giren bir şahıs bunun adli anlamda karşılığını görecekse, aynı şekilde karşı taraftan da bunları suiistimal edecek tiplerin yaptıkları da karşılıksız kalmamış olacak. Çünkü gelen Suriyeliler içerisinde de provokasyona teşne, art niyetli ve hatta Esed tarafından kullanılan kişiler olabilir. Esed’in Şebbihası olup Türkiye’de karışıklık çıkarmak için muhacirler arasına karışan insanların varlığı da güçlü bir ihtimal. Bu tip insanların denetimi açısından da söz konusu sosyal düzenlemeler gerekli. Ve hatta bu zaviyeden bakıldığında bunun için geç bile kalındığı söylenebilir. Şayet ilk zamanlarda bu yapılsaydı Türkiye’de birçok insan belki de Suriyelilere saldırmaya meyletmeyecekti.

Söz konusu düzenleme uyarınca sorun teşkil ettiği tespit edilen Suriyelilerin sınırdışı edileceği bir kısım medya kesiminde iddia edildi. Ancak AFAD yaptığı açıklamada bunu tekzip etti. Bununla birlikte düzenlemede sokakların dilencilerden arındırılacağının altı çiziliyor. Ama hemen her ilde olan binlerce Suriyelinin dilencilik yoluyla geçimini sağlamaya çalıştığı ortada. Bu elbette istenen, idealize edilebilir bir durum olmayıp yürek sızlatıcı cinsten bir manzara. Sorunun büyüklüğüne karşın sokağın bunlardan arındırılabileceğini düşünüyor musunuz? Uygulama bazında bu dilencilik krizi ile baş etmek mümkün mü? Prosedür nasıl işleyecek? Bu insanlar tespiti durumunda direkt kamplara mı götürülecek, yoksa yerel idari birimler nezdinde ara formüller de söz konusu mu?

İnşallah. Bu tür düzenlemeler bu nedenle gerekli. Söz konusu madde de bence iyi. Ben burada bir görevlendirmeden ziyade gönüllüğün esas alınmasının daha doğru olacağı kanaatindeyim. Hükümetin aldığı mevcut karar uyarınca tabi ki kolluk kuvvetlerinin, emniyetin, valiliklerin veya kaymakamlıkların bir çalışması olacak ama bunu bürokratik bir edayla yapmamak gerekiyor. Eğer doğru işletilirse başarılı olunabilir. Bu vesileyle o insanların hem can, hem mal, hem nesil güvenliğini sağlamış oluyorsunuz. Bu insanların önüne konulacak bir sıcak çorba, onları bir arada tutma olgusu; bunlar, bu işi meslek haline getirebilecek gönüllü insanlarla mümkün. Bu tarz bir insan unsuruyla yapıldığında yüzde yüz olmasa da yine de en az yüzde doksan oranında bu düzenlemenin caydırıcılığının olabileceği kanaatindeyim.

Birçok yerde dilenen Suriyeli insan unsuruyla hemen hepimiz karşılaşıyoruz. Ve sorunun büyüklüğüne karşı maalesef çapımız üstesinden gelmeye elverişli olmuyor. Bu yeni düzenlemede galiba son seçenek kamplara yönlendirme oluyor. Suriyeli muhacirlerle, özellikle de dilenenlerle karşılaştığımızda neler yapmamızı öneriyorsunuz?

Sosyal devlet algısı uyarınca STK’ların çok ciddi yaptırım yetkisinin olması taraftarıyım. Bu bağlamda olayı sadece siyasal veya hükümet boyutuna indirgeyip nemelazımcı bir tutum içerisinde olmamak gerekiyor. Yerel çaptaki STK’ların ciddi anlamda bu görevi üstlenmesi lazım. Onlar belki de mevcut yapılar içerisindeki organik bağları sağlama; bu insanlara ulaşma, onları denetleme, takip etme noktasında devletin imkanlarına nazaran daha aktif pozisyon edinebilir. Çünkü onlar her mahallede, her semtteler. Hele de bu STK’larda Suriyeli insanlar da bulunsa bu durumda söz konusu insanlara ulaşma ve onlarla doğru temas kurma daha da kolaylaşabilir. Özetle bahsettiğimiz çerçevede koordineli bir çalışma ortaya konsa hem onların şartları daha da iyileşebilir, hem biz üzerimize düşen sosyal sorumluluğu bir nebze de olsa yerine getirmiş oluruz. Çünkü bugün STK’lar belki olayı tam sahiplenemedikleri, belki de kendilerini bu alanda önemli bir mihenk taşı olarak göremedikleri için bu problemler böyle birikiyor. O açıdan STK’lara çok ciddi iş düşüyor. Meseleyi hem gündeme taşıma, hem çözüm üretme, hem de alternatif bir yardım köprüsü olma noktasında inşallah gerekli istişareler yapılırsa bu insanlar eminim sosyal hayata kazandırılacak; hem toplumsal uyum sorunu önemli oranda giderilecek, hem de daha rahat bir hayat sürdürme imkanına kavuşabilecekler.

İnşallah, ümit ediyorum ki; en kısa zamanda savaş biter de bu kardeşlerimiz topraklarına geri dönme imkanı bulurlar. Ve yine inşallah Türkiyeli Müslümanlar olarak Ensar olma şuuruna ereriz de bu kardeşlerimizin duasını alırız.

Islahhaber.com

Haber Ara