Özgür Amerika rüyası Ferguson'da öldü!
Ferguson'daki olaylar dünyaya özgürlük dersi veren ABD'deki 'devlet şiddeti'ni tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi.
11 Yıl Önce Güncellendi
2014-08-24 12:59:06
-Missouri eyaletinin Ferguson kentinde görevli polis memuru Darren Wilson, 9 Ağustos günü devriye gezerken yolun ortasında yürüyen iki siyahî genç gördü. Aracı gençlere doğru yaklaştırdı ve "Yoldan çekilin, kaldırımda yürüyün" diye bağırdı. Gençlerden biri 18 yaşındaki Michael Brown'dı. Tanıklara göre gençlerden iri olan polis arabasının camına doğru eğildi. Brown'un kendi isteğiyle mi eğildiği, yoksa memur Wilson tarafından yakasından tutularak mı cama doğru çekildiği bugün de net değil. Aracın içinden ateşlenen bir el silah sesi duyuldu. Kimse neler olup bittiğini anlayamamıştı ki memur Wilson elinde silahıyla arabadan indi, silahının namlusunu gençlere doğrulttu ve ateş etmeye başladı. İkisi kafasına, dördü sağ omzuna altı kurşunun isabet ettiği Michael Brown'un cansız bedeni polis arabasının 11 metre uzağında, kanlar içinde yatıyordu. Günler sonra açıklanan otopsi raporunda mermilerin tümünün Michael Brown'un vücuduna önden girdiği belirtildi. O güne kadar hiçbir sabıka kaydı bulunmayan ve o gün silahsız olduğunu açıkça belli eden Brown, polisin kendisini öldüreceğine ihtimal vermemiş, Wilson'dan kaçmamıştı. Brown'un olaydan 20 dakika önce bir dükkandan 50 dolarlık puro çaldığı, dükkan sahibini tartakladığı ortaya çıktı. Fakat memur Wilson hırsızlık ve tartaklama olayından haberdar değildi. Brown'u aralarında çıkan tartışmadan dolayı öldürmüştü. Bu olay, hâlâ devam eden protesto gösterilerinin fitilini de ateşledi.
İLK DEĞİL, SON OLACAK MI?
Brown'ın ölümüyle ortaya çıkan olaylar ABD'nin yakın tarihinde hiç de nadir değil. Ne zaman ırkçı bir cinayet ya da nefret suçu işlense ABD'de ayrımcılık, anayasal haklar, sınıf çatışması ve kölelik kavramı tartışmaya açılır, siyahî kanaat önderleri eğitim, ekonomi ve fırsat eşitliği hakkında konuşmalar yapar. Beyazlar da ırkçılığı lanetler, "ABD'li olmak" üzerinden birleştirici mesajlar verir. Marjinal topluluklar nefret söylemlerini yineler... Fakat polisin Brown cinayetinin ardından düzenlenen protestolar karşısındaki tutumu, bu kez çok farklı konuların gündeme gelmesine neden oldu. Dünya kamuoyu şimdilerde 'özgürlükler diyarı'nın, lanse edildiği kadar özgürlük sevdalısı olup olmadığını tartışıyor. 10 Ağustos akşamı Brown'un vurulduğu noktaya çiçek ve mum bırakan bölge sakinlerinin bir kısmı sakince evlerine döndü. Fakat protestolara katılan bir grup, 10-15 kadar dükkanı yağmalayınca polis, olaylara müdahalede gecikmedi. Güvenlik güçleri kalabalığı dağıtmak için biber gazı ve ses bombası kullandı, fakat dağılan gruplar her defasında tekrar bir araya geldi. İlerleyen günlerde Huffington Post ve Washington Post adına olayları izleyen iki muhabir gözaltına alındı. Yayın yapan El Cezire muhabirlerine kasten atılan biber gazı kapsülleri polis müdahalesinin şiddetini gözler önüne serdi. 16 Ağustos'ta ise Missouri Valisi Jay Nixon, ülkede çok nadir görülen bir şey yaptı; olağanüstü hal ilan etti ve sokağa çıkma yasağı başlattı. Bu yasak protestocuları yıldıramayınca sertliğin düzeyi artırıldı. ABD ordusuna mensup Ulusal Muhafızlar da Ferguson'a çağrıldı. Gözaltı sayıları artarken 19 Ağustos'ta bir başka siyahî genç Kajieme Powell'ın öldürüldüğü haberi geldi. Bu kez polis ekipleri kendileriyle laf dalaşına giren ve elinde bıçak olan 25 yaşındaki gence birkaç metre mesafeden 11 el ateş etmişti. Olaydan birkaç dakika önce bir dükkandan enerji içeceği çaldığı belirtilen Kajieme Powell hayatını kaybettikten sonra onu kelepçeleyen iki memurun görüntüleri, kamuoyunda büyük infial yarattı. Başta da belirttiğimiz gibi aslında ABD'de nefret suçları ve ırkçı cinayetler nadir görülen vakalar değil. Fakat 'ulusal güvenlik' söz konusu olduğunda şiddet kullanmaktan çekinmeyen devlet bu kez işi abartmıştı. Üstelik Missouri Valisi Nixon'un güvenlik güçlerini uyarırken söylediği gibi; dünyanın gözleri ABD'nin üzerindeydi.
Obama'ya tweet attı, 16 ay hapis yattı
Yürütmenin 'ulusal güvenlik' konusundaki müsamahasız tavrını ABD yargısı da paylaşıyor. Beyaz Saray'a yöneltilmiş en ufak bir saldırı ağır hapis cezalarıyla karşılık buluyor. 2013'te Twitter'a "Bu gece Obama'yı öldüreceğim" yazan Jamar Sims'e (22) altı ay hapis cezası verildi. Liseli Cameron D'Ambrosio, başkanı öldürmekten bahsettiği şarkısının videosunu Facebook'a yükleyince 20 yılla yargılandı. Daniel Temple da Obama'nın Twitter hesabına "Seni öldürmeye geliyorum" diye mesaj atınca 16 ay hapis cezası aldı. Obama henüz başkanlık için yarışırken Jerry Blanchard, bir restoranda Obama'nın 'deccal' olduğunu ve onu öldüreceğini söyler. Gizli servisin takibine alınan Blanchard suikast planından bir kez daha bahsedince bir yıl hapse mahkum edilir. 2011'de Ramiro Ortega-Hernandez, Beyaz Saray'ın önünde otomobilinden rastgele ateş açtı. Başkan o sırada Miami'deydi ama Hernandez, 25 yıl hapis cezası aldı. Geçen yıl, Obama'yı öldürmek için radyoaktif bir silah hazırlayan Scott Crawford ve Eric Feight de yakalanınca 15'er yıl hapse mahkum edildi.
Protesto Ferguson'da, CNN nerede?
Dünyanın dört bir köşesindeki haberleri, büyük bir hızla nakleden basın kuruluşlarının olaylar esnasındaki tavrı, en az polisin tutumu kadar eleştiri çekti. Kablolu yayın yapan kanallardan CNN, Michael Brown cinayetiyle ilgili olaylara ilk olarak 12 Ağustos tarihinde yer verdi. Ferguson'dan yayına ayın 11'inde başlayan MSNBC ve Fox kanalları ise Michael Brown hakkındaki haberlerini kısa tuttu. Oysaki sosyal medyada haber son derece hızlı bir şekilde gündem olmuş, 11 Ağustos tarihine kadar Ferguson olaylarıyla alakalı bir milyondan fazla tweet atılmıştı. Dünyanın gündemini belirleyen üç büyük kanal kendi ülkelerinin gündemini yakalamakta zorlanmıştı.
Halkı siyahi, polisi beyaz
2010 verilerine göre 21 bin nüfuslu Ferguson kentinin yüzde 67'sini siyahîler oluşturuyor, fakat bu oran kentin yönetimine yansımamış. Belediye başkanının beyaz olduğu yerleşim biriminde, belediye meclisinin de altı üyesinden sadece biri siyahî. Bölgede görev yapan 53 polisten sadece üçü siyahi. Buna karşılık geçtiğimiz yıl trafikte durdurulan sürücülerin yüzde 86'sının siyahî sürücüler olması da dikkat çekici bir istatistik olarak öne çıktı.
Af Örgütü ilk kez ABD sokaklarında
Dünyanın birçok yerindeki eylemlere gözlemci yollayan Uluslararası Af Örgütü tarihinde ilk kez ABD'yi de inceledi. Örgütün ABD Direktörü Steven Hawkins, Ferguson'daki güvenlik güçlerine yazdığı mektubunda "müdahalelerde yaşanan insan hakları ihlallerinin endişe verici boyutlara ulaştığını" belirtti. Olayları incelemek ve rapor tutmak isteyen örgütün 13 kişilik heyeti Ferguson'da durumu yerinden takip etti. Hawkins "Yasadışı eylemlerde bulunduğundan şüphelenilen polis memurları, etkili bir soruşturmaya ve gerektiğinde kovuşturmaya tabi tutulmalı" dedi.
90 yaşında gözaltına alındı
Filistin davasına verdiği destekle bilinen 90 yaşındaki politik aktivist Hedy Epstein de Michael Brown'u anmak için Ferguson'a gelenler arasındaydı. Epstein, 18 Ağustos'ta polisin dağılın çağrısına uymayınca, yanındaki yedi kişiyle birlikte gözaltına alındı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya'dan kaçan Yahudilerden olan Epstein barış yanlısı tavrıyla tanınıyor.
Vahşi hayvanları kaçıran silah
Olaylar sırasında çok konuşulan konulardan biri de güvenlik güçlerinin kullandığı müdahale teknikleri oldu. Slate muhabiri Jamell Bouie izlenimlerini "Özel müdahale ekipleri geldi, tüm sokaklar kapatılmıştı. Helikopterler daireler çiziyor, polis gösterilerin düzenlendiği caddeye göz yaşartıcı gaz sıkıyordu. Kör edici bombalar (flashbang), plastik mermiler ve ses silahları kullanıldı" cümleleriyle anlattı. Kalabalığı en çok öfkelendiren ise 'ses silahları' adıyla anılan ileri teknoloji cihazlarıydı. Genellikle vahşi hayvanlar rüzgar jeneratörlerine yaklaşmasın diye kullanılan LRAD (Uzun Menzilli Akustik Cihazlar) göstericilere doğrultuldu. 149 desibel şiddetinde bir ses çıkaran bu cihazlar karşısında protestocular "Biz köpek değiliz! Bizi hayvan yerine koymayın!" sloganları attı.
(Sabah Pazar)
SON VİDEO HABER
Haber Ara