Dolar

34,8736

Euro

36,7156

Altın

3.035,88

Bist

10.124,00

Abdullah Gül'e haksızlık yapabilir miyiz?

Bugün, AK Parti’nin meselesi partiyi kimin yöneteceğinden ziyade partinin bir kurumsal kimlikle bir hareket haline gelip gelemeyeceğidir. Bunu sağlayacak olan kişinin de partinin temel omurgası olan ve partiyi bugünlere getiren demokrat, reformist, özgürlükçü, muhafazakâr çizgisinin birlik, beraberlik ve ahenkle yoğrulup yoğrulmayacağıdır

11 Yıl Önce Güncellendi

2014-08-18 03:49:43

Abdullah Gül'e haksızlık yapabilir miyiz?

TIMETURK / NEVZAT ÇİÇEK

Bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde istişare ettiğim  bir çok arkadaş bunun yanlış anlaşılabileceğini ifade etti. Ancak beni bilenler bilir, ne bir arka bagajım, ne bir parasal ilişkim ne bir kirl ilişkim kimseyle yok. Hiç bir zaman beynimi kiraya verenlerden olmadım. Her zaman daha demokratik, daha çoğulcu bir Türkiye ve birleşmiş bir ümmet arzu ettim. Bu bakımdan bu yazının da böyle okunmasını rica ediyorum

AK Parti’nin en büyük başarısı nedir diye sorduğunuzda AK Parti cenahından verilen cevap aynı olmuştur; Birlik, beraberlik ve ahenk içerisinde çalışma”

AK Parti birlik, beraberlik ve ahenk içerisinde bugünlere kadar gelebildi. AK Parti’nin birliği, beraberliği ve ahengi hep dış müdahalelerle kesilmeye çalışıldı, planlar yapıldı, darbe teşebbüsleri oluşturuldu ama birçoğu bertaraf edildi.

Gezi ve 17 Aralık süreçlerinde partinin birçok üst düzeyi, belediye başkanı ve mensubu ses çıkarmaya korkarken Erdoğan, “Şimdi kolları sıvama vaktidir” diyerek en kararlı biçimde durdu ve teşkilat Erdoğan’dan cesaret alarak net tavır koymaya başladı.Eğer Erdoğan hafif bir sendeleme sergileseydi şimdi hükümetin bir çok üyesinin nerede olacağını onlar bile bilmezdi

Bugün AK Parti’nin önündeki en büyük sınav AK Parti’nin geleceğinin ne olacağı sorusudur.
AK Parti, bir parti olarak mı yoluna devam edecek, yoksa bir hareket haline mi gelecek veyahut parçalanarak diğer partilerden bir farkı olmadığını mı bize gösterecek… Ben hareket haline gelemeyecek olan, kadro hareketini başaramamış bir partinin Türkiye siyasetinde gelip geçici olduğuna inananlardanım.

Özal Türkiye’de Erdoğan kadar olmasa da bulunduğu şartlar itibariyle itibari ile iyi ezber bozdu ama ANAP dağılmaktan kurtulamadı. Bu dağılma Özal’ın Cumhurbaşkanlığı sonrasında daha da hızlandı. Çünkü ANAP bir hareket olmadığı için asla ne MHP’nin ne Milli Görüş geleneğinin konumlandığı yere konumlanamadı, geldi ve geçti

Bugün, AK Parti’nin meselesi partiyi kimin yöneteceğinden ziyade partinin bir kurumsal kimlikle bir hareket haline gelip gelemeyeceğidir. Bunu sağlayacak olan kişinin de partinin temel omurgası olan ve partiyi bugünlere getiren demokrat, reformist, özgürlükçü, muhafazakâr çizgisinin birlik, beraberlik ve ahenkle yoğrulup yoğrulmayacağı meselesidir. Elbette Erdoğan’ın gölgesindeki bir AK Parti’nin bunun dışına çıkma şansı yoktur ama unutulmamalıdır ki esas mesele 2015 seçimlerinde alınacak olan başarıdır ve bu başarının şekillendireceği “Yeni AK Parti ve Yeni Türkiye’dir.

Bütün bunları neden yazıyorsun diyebilirsiniz. Ben AK Parti içerisinde son yapılan açıklamalara baktığımda özellikle bu ahengin bir bozulduğuna şahit olduğuma inanıyorum. Bu parti içerisinde şuana kadar bugüne kadar gelebilen yedi grubun parti içerisindeki açıklamalarına baktığımda özellikle Erdoğan sonrasında partinin kendisini bugüne kadar taşıyan isimleri dışlamaya yönelik bir tavır içerisine giren seslerin yükseldiğini görüyorum

Benim gibi milyonlarca insan AK Parti’nin Türkiye’nin değişimine vereceği katkıya inandığı için AK Partiyi destekliyor. Bir taraftan demokratik Türkiye özlemi, diğer taraftan da Kürt sorunun çözümü, yeni medeniyet inşa etme gibi beklentilerimizi hala AK Parti’nin sağlayabileceğine inanıyorum

Ortada hala kurumsal anlamda yapılması gereken düzenlemelerin olduğunu gördükçe esas olan meselenin Yeni bir anayasa ve sistem değişikliği olduğunu hepimiz biliyoruz. Bunu sağlayabilecek olan kadroların hala AK Parti içerisinde olduğunu daha da önemlisi Erdoğan’ın hala bu noktada olduğunu gerek 2023, hedefleri ile gerekse de vizyon belgesi ile biliyoruz. Bütün bunun yapılabilmesinin temel yolu da AK Parti içerisindeki birliğin devam etmesinden geçtiğini unutmamaktan geçiyor.

AK Parti’nin kurumsal kimliğinin oluşumu, Fazilet Partisi’nin kapatılması sonrası oluşan Yenlikçi-Gelenekçi kavgasından bugüne kadar Recep Tayyip Erdoğan hep Abdullah Gül ile anıldı. Beraber mücadeleye girildi ve bu mücadele neticesinde AK Parti kuruldu. Parti kurulurken Erdoğan’ın siyasi yasağı vardı fakat buna rağmen Gül ve arkadaşları genel başkanlığı Erdoğan’a vermekten çekinmediler. Erdoğan partinin genel başkanı olurken Abdullah Gül ise Başbakan oldu. Erdoğan’ın siyasi yasağı bittiğinde Gül, koltuğu hemen Erdoğan’a devretti ve beraber çalışarak “Yeni Türkiye’nin” yolunu inşa süreçlerine girdiler. Bir taraftan Sarıkız, Yakamoz, Eldiven, Ay ışığı gibi planlarla uğraşırken diğer taraftan da yargıdaki vesayetle mücadele ettiler. Bu mücadele ile birlikte seçilmiş olmalarına karşın özellikle “Laik” kesimin mahalle baskısıyla çoğu zaman “ürkütmeyecek” politikaları birisi önerirken diğeri onun tam tersi politikayı oluşturmak gerek diyordu ve ortaya ahenk ve iş birliği her geçen gün AK Parti’yi kurumsallaştırıyordu.

Meclisin Cumhurbaşkanlığı seçimine geldiğinde ikisinin kararlığı ve fikir birliğine varılması üzerine Gül Cumhurbaşkanlığına aday oluyor fakat meclisteki ayak oyunları ile bu engelleniyordu. Cumhurbaşkanlığı referandumuna gidileceği zaman Dağlıca Baskını gerçekleşiyor ve adeta seçilmiş iktidar teslim alınmaya çalışılıyordu. AK Parti’yi alaşağı etmek için her yol deneniyor, Cumhuriyet Mitingleri organize ediliyor, 27 Nisan muhtırası veriliyor ve AK Parti emaneti sahibine götürerek bu badireden de çıkıyordu. AK Parti bu badireden çıkarken özellikle iki ismin Erdoğan ve Gül’ün duruşu parti tabanını da hareketlendiriyordu.
Seçim başarısından sonra Gül tekrar cumhurbaşkanlığına aday olduğunda eşi baş örtülü olan birinin Cumhurbaşkanı olacağına AK Partilerin de bir kısmı inanmıyor ve bu durumda ısrar edilmesi durumunda kendilerine sıkıntı çıkacağını hesap ediyorlardı. Bu yöndeki isteklerini açıktan söyleyemeyenler bazı gazetelerde bu yönde haberler çıkartarak kamuoyu oluşturuyorlardı.

Laik kesim özellikle başörtüsü üzerinden Çankaya Kalesinin de düşeceğini ifade ediyor ve Gül’e karşı en büyük saygısızlığı yapıyordu. Başbakan Erdoğan başta olmak üzere AK Parti’nin kurmay kadrosu bu saldırıların kendilerine yapıldığını ifade ediyor, her türlü tehdide ve baskıya rağmen geri adım atmayarak Gül’ü Çankaya’ya yolcu ediyordu.

AK Parti yargı üzerinden dizayn edilmeye çalışıldığında her seferinde Çankaya seti aşılamıyor ve Gül’ün ortaya koyduğu tavır Erdoğan’ın da işini oldukça kolaylaştırıyordu. Erdoğan, seçilmiş ilk cumhurbaşkanı olmak istediğini her yerde dillendiriyor, Gül bu isteğe saygıyla yaklaşarak Cumhurbaşkanı adayı olmayacağını ifade ediyor ve Erdoğan’a yolu açıyordu.

Erdoğan halk oyuyla seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı oluyordu. Bütün bunlar AK Parti’nin kurumsal kimliğine bir başarı olarak yazılıyordu.

Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkması durumunda Gül’ün geleceğinin ne olacağı sorusuna Gül gayet sakin bir cevap veriyordu; “Partime geri döneceğim”

Gül’ün partiye dönmesi aslında Türkiye Cumhuriyeti tarihinde alışkın olduğumuz bir siyaset tavrı değil. Devletin en tepesine çıkmışken tekrar Başbakanlık yapma isteği ve bunu açıkça dillendirme aslında siyasetin de eski alışkanlıklarından da kurtulduğunun göstergesi.  Siyaset eski alışkanlıklarından kurtulurken ne yazık ki siyasetçilerin bir kısmı eski alışkanlıklarından kurtulamıyordu.

Gül’ün açıklamaları ile birlikte AK Parti’de çeşitli ayak oyunları sergilenmeye başlandı. Gül’ün gelmemesi için heveslenenler sosyal medya ve basın üzerinden AK Parti’ye yakışmayacak şekilde kampanya yürütmeye başladılar. Numan Kurtulmuş’un AK Parti’ye gelişi öncesi başlayan açıklamalar ve alttan alta mesaj vermeler Gül için de yapılmaya başlandı.

Abdullah Gül’ü seversiniz sevmezsiniz, partiye gelmesini istersiniz istemezsiniz ama Gül’ü eleştirirken, ona haksızlık yaparken onun AK Parti’ye olan hizmetinin bir çoğunuz kadar hatta fazla olduğunu unutmamalısınız.. 

AK Parti’nin başına ister Ahmed Davutoğlu geçsin, ister Binali Yıldırım isterse Mehmet Ali Şahin geçsin bu aşamada çok bir şey değişmez. Çünkü AK Parti artık kurumsal bir partidir ve bu partinin lideri Cumhurbaşkanı da olsa Erdoğan’dır. Dolayısıyla Erdoğan’ın istişareler sonrası vereceği karara herkesin saygı göstermek zorunda olduğu unutmamalıdır.AK Partri'de esas mesele değişim ve dönüşümün sağlanması için hayati öneme hazi olan 2015 seçimleridir.Bu bakımdan  esas mesele Mart ayında yada Kasım-Aralık ayında yapılacak olan olağan kongreye güçlü, parçalanmamış, küskünlüklere ortam sağlamamış ve bunu taşıyacak bir başbakanın varlığı meselesidir. 

Her AK Partilinin görevi isimler açıklandıktan sonra kendi hırsı, makamı ve geleceği için omuz omuza mücadele verdiği arkadaşını, kardeşini dışlamak değil onunla omuz omza partinin birlik beraberliğini bozmadan nasıl çalışacağının yolunu aramaktır. Bu sayın Gül için de , sayın Arınç için de veya 3 dönem kuralına takılan bütün vekiller içinde geçerlidir. 

AK Parti’nin bugüne gelmesinde herkes kendisine göre bir emek ortaya koymuş ve bu kolektif  akıl AK Parti’ye başarıyı getirmiştir. O nedenle AK Parti’nin kendisine değer katan her insana vefa borcu vardır ve bu borcunu da ödemesini bilmelidir. Bu herkesin partide görev alması anlamına gelmemeli, bilakis teşekkür edilmesi gerekenler varsa da bunu kendisine yakışan tavırla yapmalıdır. Dağdan gelip bağdakini kovma hakkını delege dışında hiç kimse kendisinde görmemelidir

AK Parti içerisinde çıkmış Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yapmış bir insan eğer AK Parti’de siyaset yapmak istiyorsa önce buyur edilmelidir ve diyalog kurulmalıdır. Bir insana kendi evine gelme şu oda kapalı, buraya oturamazsın demek doğru bir davranış değildir. Eğer Gül partiye gelmek istiyorsa ona nerede durması gerektiğini bu saatten sonra önce Erdoğan, sonra delege usulünce söyleyebilir, Erdoğan'ın ağzını açmadığı bir yerde diğer yetkililerin ağzını açması olumlu yada olumsuz olsun doğru değildir.

AK parti yetkililerinden bazılarının hem Erdoğan’ı hem de Gül’ü atlayarak açıklama yapması ve bu iki insanın karşı karşıya geldiği izlemini vermesi AK Parti'ye bir şey kazandırmaz.

Bugüne kadar uzlaşma bir çok sorunun üstesinden gelmiş Gül ve Erdoğan’ın bu sorunu da diyalogla çözeceğinden benim kuşkum yok, yeter ki ikisini rahat bırakması gerekenler rahat bıraksınlar.

AK Parti birlik, beraberlik ve ahengini devam ettirerek hiçbir mensubunu dışlamamalı, buna izin vermemeli ve medya üzerinden psikolojik harplerden geri durmalıdır. Kendi kişisel çıkarlarını ülkenin ve partinin önünde tutanların ne AK Parti’ye ne de bu ülkeye verebilecekleri hiçbir şey yoktur.

AK Parti’yi desteklemiş bir seçmen olarak partideki birlik ve beraberliğin bozulmamasını talep ediyorum. AK Parti’de bir çok insan birbirini yerinden etmek için uğraşıyor oysa dönüp baksalar aslında hepsine yetecek kadar yer olduğunu görecekler.
AK Parti’nin başına kim gelirse gelsin, birliği ve beraberliği sağlamaktan uzak durmasın. Eğer bu parti birlik ve beraberliğini koltuk sevdası yüzünden bozarsa işte o zaman kendisine oy veren milyonlara ihanet eder ki, bunun vebali de herkes için çok ağır olur...

Bazen hayatta iki adım atmak için bir adım geri adım atmayı beceremeyenler sürekli ileri gittiklerini zannederler ama dönüp baktıklarında aslında sürekli yerlerinde saydıklarını görürler....

Haber Ara