Cumhurbaşkanlığı seçim sürecini nasıl görüyorsunuz?
- Bu Cumhurbaşkanlığı seçim süreci benzersiz bir süreçtir. Çünkü Türkiye siyasal tarihinde yaşanmamış bir örneklik yaşanıyor. Bu açıdan geçmişteki Cumhurbaşkanlığı seçim süreciyle bu süreci kıyaslamamız hem mahiyet itibariyle, hem de teknik olarak mümkün değil. Türkiye’de ilk defa devletin tepesindeki bir numaralı kişi, halkın tercihiyle belirleniyor. Bu aynı zamanda Türkiye tarihinde bir kırılma noktasına işaret eder. Türk halkının kendi tercihini, iradesini ortaya koyabilmesi açısından hem bir ilktir, hem de özellikle 60 darbesinden sonra ‘devlet’i millete karşı koruma üzerine konumlandırılan makamın ilk defa halkın nüfuzuna açılmış olması demektir. Vesayet sisteminin çözülmesinin sembolik tezahürü ve oligarşik yapılanmaların devleti dizayn etme mekanizmasının da büyük darbe yemesi anlamı taşır.
Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin Ramazan’a ve ağustos ayına denk gelmesini strateji olarak nasıl görüyorsunuz?
- Abdullah Gül’ün 2007’de Cumhurbaşkanı seçilmesi, şimdi, o seçimin yapıldığı tarihten dolayı seçim süreci Ramazan’a ve ağustos ayına denk geldi. Bu tamamen teknik bir işleyiş...
Cumhurbaşkanlığı seçiminin yaz ayına denk gelmesi ve insanların bu aylarda tatilde, yazlığında ve memleketinde olması katılım sayısını düşürür mü?
- Bu durumun bir nebze de olsa seçimleri etkileyeceğini düşünüyorum. Çünkü halkımızın önemli bir kesimi tarım alanında çalışıyor. Onların bulundukları yerde, seçim günü sandık başına gitmelerinde birtakım zorluklar yaşayabilirler, tatil mevsimine denk gelmesinden dolayı yer değiştirenler var ama katılımı büyük sayıda etkileyeceğini sanmıyorum.
Burada Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanlığına aday olması sürpriz mi?
- Hayır, olması gereken doğal bir sonuçtu. Türkiye, son yıllarda Turgut Özal ve Necmettin Erbakan dönemlerini de katarsanız, büyük bir değişim yaşıyor. Sosyolojik olarak bir değişim yaşıyor. Devlet yapısındaki siyasal mekanizmalar ve ekonomik gelişmeler açısından bir değişim yaşıyor. Toplumun bilinçlenmesi, toplum kesimlerinin siyaset alanına aktif olarak katılımı açısından büyük değişimler yaşıyor.
Bütün bunları üst üste koyduğumuzda netice itibariyle bildiğimiz birtakım güç odakları, asker, sermaye, bürokratik oligarşi ve dünyadaki egemen güçlerin işaret ettiği kişiler, dipçik zoruyla Cumhurbaşkanı seçiliyordu. Yani birçok Cumhurbaşkanı namlunun ucunda seçildi. İnönü, Gürsel, Sunay, Evren, Korutürk ve Sezer gibi isimler bu duruma örnektir.
İlk defa siyasi ve sivil bir mekanizmanın işlediğini görüyoruz. Dolayısıyla bu Cumhurbaşkanlığı sürecinde yarışanların artık siyasi figür olması, yani Türkiye’nin normalleşmesi gerekiyor. Demokratik işleyişe sahip bir ülkede, bir idare söz konusu olacaksa siyasi bir figürün aday olması gerekiyordu. Bu siyasi figürün de, en güçlü kişi olması ve halk tarafından tercih edilebilmesi gerekiyor. Erdoğan da, yıllarca yaptığı icraatlarla başarılı bir siyasi liderdir. Bu yüzden Erdoğan’ın aday olması doğaldır. Türkiye’nin girmiş olduğu reform sürecini yeni bir düzleme taşıması gerekiyor. Bunu da sadece Erdoğan yapabilir gibi bir yaklaşımın milyonlarca insanda güçlü bir kabul gördüğü ortada.
HDP’nin Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ın adaylığını nasıl görüyorsunuz?
- Erdoğan’dan sonra ikinci doğal aday Selahattin Demirtaş’tır. Demirtaş’ın görüşlerini kabul edin veya etmeyin, sonuçta bir siyasi hareketin temsilcisidir. Belli bir toplumsal desteği olan siyasal bir partinin Eş Başkanıdır. Kendisinin birtakım örgütsel bağlantılarından bahsedilse de, meşru zeminde siyaset yapan bir kişilik. Duruşu itibariyle aynen Erdoğan kadar meşru ve doğal bir Cumhurbaşkanı adayıdır.
Güç kimdeyse onun adamı olur
İhsanoğlu’nun adaylığı konusunda Fetullah Gülen grubunun veya farklı güçlerin bir etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?
- İhsanoğlu’nun ortaya çıkması bir formüldür. Ekmeleddin İhsanoğlu, güç Pensilvanya ise rahatlıkla Pensilvanya’nın adamı olur. Güç Londra’da ise Londra’nın adamı olur. Güç Suudi Arabistan’da ise Suudi Arabistan’ın adamı olur. Ekmeleddin İhsanoğlu böyle birisidir.
Peki, şu anda kimin adamı Pensilvanya mı, Londra mı?
- Pensilvanya yani Paralel Yapı, Londra’dan bağımsız değildir. Bunlar istihbarat şirketleridir. Şu anda Paralel Yapı’nın, Türkiye’deki tam karşılığı “taşeron istihbarat şirketi”dir. Pensilvanya’yı perde gerisinde kimlerin kullandığına dair ipuçları Londra’ya işaret ediyor. Yani Türkiye’nin politikalarını çökertmeye yönelik operasyonları Londra ve Berlin hattı dışında kimse yapmaz. Bu yüzden Paralel Yapı’nın, Türkiye’nin milli ve güvenlik sistemine yönelik saldırılarını Londra’dan bağımsız değerlendirmemek gerekiyor. Paralel Yapı; dershaneleri ile eğitim kurumları ile faaliyet yapan bir cemaat değildir. O eskidendi şimdi Türkiye’nin istihbarat şebekesi vardır.
Paralel ile mücadele edilmezse parti biter
Başbakan Erdoğan Cumhurbaşkanı olursa, Paralel Yapı ile mücadele sekteye uğrar mı?
- Şimdi Paralel Yapı ile mücadele, Erdoğan Köşk’e çıktıktan sonra büyük oranda onun yerine Başbakan olacak olan kişiye bağlıdır. AK Parti çevrelerinde dillendirilen birtakım isimlerin bazıları eski vesayetçi sistemin işleyişine tahammül edebilen kişiler. Bazıları şöyle veya böyle Paralel Yapı ile zayıf da olsa dirsek temasında olan kişiler. Halk bu örgütün devlet içinden sökülüp atılmasını bekler. AK Parti Genel Başkanlığı ve Başbakanlığa gelecek kişide aranan ilk özellik Yeni Türkiye vizyonuna sahip olması, istikrarı sürdürmesi ve paralel örgüt ile mücadelede etkili icraatlar ortaya koymasıdır. Eğer paralel örgütle mücadeleyi yapamazsa AK Parti de tarihin siyaset çöplüğünde yerini hazırlamak durumunda. Çünkü Paralel Yapı eski rejimin, Kemalist vesayetin ürünü olmanın yanı sıra milletin dirliğine, devletin bekasına suikast düzenlemektedir. Bu açıdan bakıldığında devletin kendisine yönelik bir tehdidi artık bir partinin sorunu olmaktan çıkmış demektir.
Seçimleri kimin kazanacağı belli
Peki, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığına nasıl bakıyorsunuz?
- Ekmeleddin İhsanoğlu; demin değindiğim vesayet sisteminin bir figürüdür. Bunun dışında da bir anlamı yoktur. Burada CHP ve MHP, Türkiye’nin yaşadığı süreçten dolayı kendi varlık nedenlerini inkâr etme noktasına geldi. Vesayetçi düzenin ürünü olan partiler oldukları için Yeni Türkiye sürecinde varlıklarının neredeyse bir anlamı kalmadı. Türkiye’nin demokratikleşmesi, Türkiye’nin vesayetlerden kurtulan bir yapıya doğru hızla ilerlemesi sonucunda, CHP ve MHP; siyasi pozisyonu itibariyle boşluğa düştü ve yeni bir siyaset üretemiyorlar. Bu noktada, eski pabuca alıştıkları için Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday gösterdiler. CHP ve MHP, Ekmeleddin İhsanoğlu’nu tercih ederek, Yeni Türkiye’ye, değişmekte olan Türkiye’ye karşı pozisyon alma gibi bir talihsizliğin içine de düştüler.
Ekmeleddin İhsanoğlu, Cumhurbaşkanı olursa Türkiye’yi tekrar vesayet sistemine mi götürür?
- Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanlığında, halk meşruiyetine dayalı bir temsiliyet öngöremiyorsunuz. Problem buradadır. İhsanoğlu, geçmişteki halk karşısında devletin temsilcisi olma gibi bir fonksiyon açısından biçilmiş kaftandır. İhsanoğlu; geçmişi itibariyle sinik, kişiliksiz, herhangi bir konuda tavrı olmayan birisidir. Akademisyenlik yaparken, IRCICA’da çalışırken, İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreterliği görevinde bulunurken de böyleydi. Ortama ayak uydurmaya çalışıyordu. Sivri gözükmemeye çalışıyordu. İhsanoğlu’nun kendine ait bir düşüncesi, ideolojisi, fikriyatı, karakteri, şahsiyeti yoktur.
Geçmişi itibariyle Ekmeleddin İhsanoğlu’nun neye inanıp veya inanmadığını bilmiyoruz ama emperyal güçler tarafında, her zaman menfaatini orada gören bir tavır içerisinde olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz. Arap dünyasında “darbeler” olduğunda Riyad darbeyi destekliyorsa İhsanoğlu da, destekler. Filistin’de 80 yıldır Müslümanlar her gün katlediliyor. Bu noktada, Filistin konusunda tarafsız olmak insan olmamaktır, bırakın Müslüman olmayı.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerini sizce kim kazanır?
- Seçim sonuçlarını belirleyen matematik ve aritmetik hesap vardır. Matematik hesaba göre Başbakan Erdoğan’ın kazanması kesindir. Siyasette matematikle izah edilemeyecek aritmetik dinamikler de sonuçları belirleyebiliyor. Onun için şu anda net herhangi bir kişinin seçilebileceğini söylemek doğru değildir ama görünen köy de kılavuz istemez.
10 yıllık reformları sürdürecek biri olmalı
Sizce Erdoğan Köşke çıkarsa Başbakan kim olmalı?
- Erdoğan’ın yerine gelecek kişi, Türkiye’nin 10 yıldır yaptığı reformları sürdürecek bir kişi olmalıdır. Millet merkezli, yeniden tarihin sahnesine çıkma sürecini göğüsleyebilecek bir misyona sahip olmalıdır. Mazlum halkların sorunlarıyla birebir ilgilenebilecek birisi olmalıdır. Türkiye’nin kendi ekonomisini dünya ekonomi sıralamasında üst seviyeye çıkararak, bütün dünyada ekonomik olarak etkinliğini yükseltme misyonunu gece gündüz çalışarak, kendisine dert edinecek birisi olmalıdır. Türkiye’nin geldiği noktada daha ileri adımlar atabileceğine inanan, bu enerjiyi, bu heyecanı kendinde bulan bir ismin Başbakanlık koltuğuna oturması gerekiyor. Çünkü şu anda mevcut yasal prosedürden dolayı Başkanlık sistemine geçilmediği için hâlâ Başbakanlığın icraatta en etkili makam olduğu bir yapı var.
Başkanlık sistemi bu defa ıskalanmamalı
Başkanlık sistemi demişken, Türkiye başkanlık sistemine geçmeli mi?
- Türkiye, Başkanlık sistemine geçmeyi 30 yıldır ıskaladı. Türkiye’nin, Başkanlık sistemine 90’lı yıllarda Sovyetler Birliği’nin dağıldığı süreçte geçmek zorundaydı. Türkiye’deki klasik, eski hiyerarşik yapı bunu engelledi. Özal, bunu gerçekleştirmek istedi, yapamadı. Demirel bir ara dillendirdi ama onun böyle bir misyon taşımasına kimse inanmazdı zaten, oligarşinin oyuncağına, Kemalistlerin süs bitkisine dönüşmüştü. Şu anda da, AK Parti’nin böyle bir değişim ve dönüşümü gerçekleştirmeye yönelik çabası olduğunu biliyoruz. Artık bunu ıskalamaması gerekiyor.
Hüseyin Kulaoğlu - Yeni Akit