Soru: Birine Türk parasıyla borç para verip, daha sonra bu borcun karşılığını dolar veya altın cinsinden istememizde dinî açıdan bir sakınca var mıdır?
Cevap:
Borçlanmalardaki değer farkı, altına, gümüşe ve enflasyon oranına göre hesap edilebilir. Bugün altın ve gümüş, para olmaktan çıkmış, diğer mallar gibi olmuştur. Artık onlar da değer kazanmakta ve zaman zaman ucuzlamaktadır. Mesela 1980 yılının ilk aylarında bir ons (31 gr.) altın 850 dolarken, 9 Mart 1982 günü 335,5 dolara düşmüştü. İki yıl içinde doların da değer kaybettiği dikkate alınırsa altının değer kaybının daha büyük olduğu görülür. Ancak altının borsalarda dalgalanması ve değerinin inip çıkması kısa vadelidir. Altın, uzun vadede değerini koruyabilecek özelliktedir. Paranın değer kaybının, altına göre hesap edilmesi, çok defa zararı karşılayabilir.
Para değer kaybının enflasyon oranına göre hesaplanması en uygun yol olsa da enflasyon oranının tam olarak tespiti güçtür.
Üçüncü yol piyasada geçerli yabancı paraların esas alınmasıdır. Onlar da birer kâğıt para olduğu için hem enflasyona maruz kalmakta hem de uluslararası borsalardaki genel eğilime paralel olarak dalgalanmaktadır.
Netice olarak taraflar para değer kaybını neye göre hesap ederlerse etsinler, ödeme yapıldıktan sonar birbirleriyle helalleşmeleri uygun olur. Çünkü değer kaybının tam tespiti zordur.
Bu konuda İslam Fıkhı Açısından Borçlanmalarda Enflasyon Farkı yazısı:
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır
Günümüze kadar dolaşıma çıkmış paraları madenî ve kağıt para diye ikiye ayırabiliriz. Madenî para altın, gümüş ve diğer madenlerden basılır. İslamî kaynaklarda gümüş paraya dirhem, altın paraya dinar, diğer madenlerden basılan paraya da fels denir (Çoğulu fülus’dur). Kağıt para, kağıttan üretilir ve üzerinde yazılı değerle dolaşıma çıkarılır.
Fıkıh kitaplarının çoğu, dinar ve dirhemlerin kullanıldığı devirlerde yazılmıştır. O paralarla kağıt para arasında çok fark vardır. Biri, içindeki altın veya gümüş sebebiyle dünyanın her yerinde değerli olduğu halde diğeri küçük bir kağıt parçasından başka bir şey değildir. O ancak, siyasi otoritenin kararı ve insanların kabulü ile bir değer kazanır. Bunun milli sınırlar dışında para sayılması, uluslararası ilişkilere, o parayı çıkaran devletin itibarına ve insanların bunu kabul etmelerine bağlıdır.
Altın ve gümüş, değerli maden oldukları için dolaşımdan kalkan dinar veya dirhemin değeri fazla düşmezdi. Alacaklı taraf, o para ile ödeme yapılmasını dahi kabul edebilirdi. Osmanlı lirası 1920’lerden beri dolaşımda olmamasına rağmen değerini korumakta ve talepleri karşılamak için İstanbul Darphanesinde basılmaktadır. Çünkü o halâ, serveti biriktirmek veya ziynet amacıyla satın alınmaktadır.
İlk zamanlar kağıt paranın karşılığı ilgili yerlerde altın veya gümüş olarak, kısmen veya tamamen bulunur yahut ileri bir tarihte karşılığının ödeneceği vaat edilirdi. Bu da paranın belli miktarın üstüne çıkmasına engel olurdu.
Bugünkü kağıt paralar karşılıksızdır. Yani hazineler veya merkez bankaları, kendilerine getirilecek paraya karşılık bir şey ödeme yükü altında değillerdir. Bu paranın, üzerinde yazılı itibari değeri dışında bir değeri yoktur. Dolaşımdan kalkan kağıt paranın hiç bir değeri kalmaz.
A- PARANIN ÖZELLİKLERİ
Konumuz para olmadığından burada amacımız, borçların ödenmesinde para değer kaybının önemini vurgulayan bazı özellikleri kısaca görmektir.
Para, ihtiyaçları doğrudan gidermez. Yenilip içilmez ama ihtiyaçları gidermenin en önemli aracıdır.
Para hazır satın alma gücüdür. Onunla her türlü mal ve hizmet alınabilir. Bunları para dışındaki şeylerle almak zordur.
Para bir hak ölçüsüdür. Ücretler, kiralar, borçlar, nakdî ceza ve tazminatlar büyük ölçüde onunla belirlenir.
Paraya gösterilen itibar, değerini korumasıyla orantılıdır. Değerini koruyamayan para, haksızlığa ve zulme yol açar ve insanları kendinden kaçırır. Herkes onu, değerini koruyabilen şeylerle değiştirmek ister. Kötü para iyi parayı kovar, denmesi bundandır. Değeri düşen paranın dolaşım hızı artar, dolaşım hızı artan paranın değeri daha da düşer.
Paraya olan güven, para otoritesine duyulan güvenle alakalıdır. Kıymetli maden olarak basılan paralarda bu o kadar önemli değildi. Ama kağıt paraya güvenilebilmek için onu çıkaran otoriteye güvenmek gerekir. Bu güveni sarsan her davranış, paranın değerini doğrudan etkiler.
Her malı üretebilirsiniz ama para basamazsınız. Para, ancak kamu adına devlet tarafından basılabilir. Eskiden altını ve gümüşü olan herkes darphanede kendisi için para bastırabilirdi ama kendi adına darphane kuramazdı.
Bu sebeple para, diğer mallar gibi değildir. Onun alimi, satımı ve onunla olan borçlanmalar da diğer mallardan farklı ve kendi tabiatına uygun olmalıdır. Biraz da enflasyon konusuna değinmek gerekir.
B- ENFLASYON
Enflasyon, fiyatlarda görülen sürekli artış diye tarif edilebilir. Bunun sebebi ya paranın değer kaybetmesi ya da maliyetlerin artmasıdır. Birinci durumda talep enflasyonu, ikinci durumda maliyet enflasyonu olur.
Talep enflasyonu, para bolluğundan dolayı daha fazla mal ve hizmet talep edilmesine ve fiyatların artmasına yol açan olaydır.
Maliyet enflasyonu, üretilen mal ve hizmetlerin maliyetinin sürekli artmasıdır. Emek, sermaye ve tabii kaynaklar gibi üretim faktörleri, üretilen mal ve hizmetlerin gerçek maliyetini oluşturur. Dolayısıyla bunların piyasa fiyatlarının artması, kaçınılmaz olarak maliyetlerin artmasını gerektirir.
Maliyet enflasyonu ile talep enflasyonu, tavukla yumurta gibi biri diğerinin sebebidir. Her ikisinin sebebi de ekonominin normal seyri dışına çıkmasıdır.
Fiyatlar, mal ve hizmetlerle para arasındaki dengeye göre oluşur. Para miktarındaki artış, mal ve hizmet miktarındaki artış ile dengeli olursa fiyatların genel seviyesi değişmez. Ama bunlardan biri diğerinden fazla üretilirse az üretilen kıymetli hale gelir.
Mal ve hizmet üretimini artırmak kolay değildir. Bunun için yeni yatırıma, yetişmiş personele, ham, mamul ve yari mamul maddelere, binaya, takım ve teçhizata, enerjiye ve uzunca bir zamana ihtiyaç duyulur. Ama kağıt para üretimini artırmak kolaydır. Üzerindeki rakama bir sıfır ekleyerek onu on kat, iki sıfırla yüz kat, üç sıfır koyarak bin kat artırmak mümkündür.
Bunun için ne ek yatırıma, ne bir zamana ne de yeni personele ihtiyaç duyulur. Yapılacak iş, para basma makinesini daha çok sıfır basacak şekilde ayarlamaktır.
100 lira ile on kalem mal alırken, para miktarı artınca daha az mal alır hale gelirsiniz. Piyasadaki para bolluğu, size para kıtlığı olarak yansır. Çünkü para miktarındaki her artış, sizdeki paranın değerini düşürür.
Böyle bir şey madeni parada olmaz. Çünkü o madenler, kağıt kadar bol değildir. Elde ne kadar altın veya gümüş varsa ancak o kadar para basılabilir. Bir de altın ve gümüşün değeri, ağırlık ve ayarıyla ölçülür. Ayni ağırlık ve ayardaki iki altın paradan biri dünyanın en fakir ülkesinde, diğeri de en zengin ülkesinde basilmiş olsa, bunların değerleri arasında önemli bir fark olmaz.
Kağıt parada ise kağıdın ağırlığı, büyüklüğü ve kalitesi para değeri açısından önemli değildir. Mesela 1 ABD doları ile 100 ABD doları hemen hemen ayni boyutlardadır ama biri diğerinin 100 kati değerle işlem görür. Bugün Amerikan doları her yerde aranan değerli bir para olduğu halde fakir ülkelerin paraları, kendi ülkeleri dışında kabul görmez.
Milli para, hükümetlerin yabancı para da büyük devletlerin insafına bırakılmıştır. Artık bir çok ülkede partiler demokrasisi hakimdir. İktidara gelen parti, devletin parasını, kendi yandaşlarına çeşitli adlar altında aktarabilmektedir. Bu yüzden hükümetlere yakın olanlar alabildiğine zenginleşirken ona uzak olanlar fakirleşirler. Zenginlerin ve medyanın hükümetleri desteklemesi veya iktidara aday olan partilere destek olmaları bundandır.
Servet, sabit gelirliler aleyhine yeniden paylaşılır. İşçi ve memurların ücret ve maaşları, uzunca bir dönem için tespit edildiğinden onların alim gücü devamlı düşer ve servetleri başka kesimlere kayar.
Gelir ve servetin haksiz bir şekilde yeniden dağılması, orta sınıfın erimesine, çok yüksek ve çok düşük gelirli zıt kutupların oluşmasına yol açar. Bu, başlı başına bir dengesizlik, huzursuzluk ve gerginlik kaynağı olur.
Sanayi ve ticaret erbabı ile meslek sahipleri, yani ürettikleri mal ve hizmetlere zam yapabilenler enflasyona karşı kendilerini koruyabilirler.
Enflasyondan kârlı çıkanlar, daha çok hükümetlerin koruduğu kesimdir. Hükümetten destek almadığı halde enflasyondan kârlı çıkan iş sahipleri de vardır.
Enflasyon, en yüksek kazancı en kolay şekilde sağlar. Bu kazancı harcamak da kolay olur. Böyle yerlerde sefaletle lüks hayat bir arada görülür. Aile bağları zayıflar, boşanmaların ve başıboş çocukların şayisi artar. Yüksek gelir grupları oyun ve eğlenceden, dar gelirliler de geçim sıkıntısından dolayı ailelerine hakim olamaz hale gelirler.
Enflasyonist ortamda ilmin ve faziletin değeri kaybolur. Cebi şişkin cahiller ve zenginleştikçe bencilleşen insanlar çoğalır. Toplumları ayakta tutan temel değerler değişir. İnsanların hayatları ve gayeleri sırf maddeden ibaret hale gelir. Çünkü kolay kazanan ve bol harcayanlar, iştahları kabartır. Daha çok kazanma uğruna her şeyinden fedakarlık yapacak insanlar çoğalır.
Enflasyonist ortamda borçlu kârlı, alacaklı zararlı çıktığından, vadesinde ödenmeyen borçların şayisi ve miktarı artar. Parola şudur: «Alacağından çok borcun olsun!»
Paralarının bütün dünyada dolaşımını sağlayabilen güçlü devletler, bir tomar kağıdı para diye verip, istedikleri ülkeden, istedikleri şeyi alabilirler. Bunlar her yerde kendilerine bağlı gruplar oluşturur ve dengeleri bozarlar. Bazı devletleri destekler, bazılarını zayıf düşürürler. Bunlar bütün insanlığı bir şekilde kendilerine bağlarlar.
Bütün bunlardan dolayı enflasyonun ana sebebi kağıt para sistemidir. Bu sistemden Ya vazgeçilmeli, Ya da bütün hukuki düzenlemeler bu paranın özelliğine göre yapılmalıdır.
C- BORÇ ÖDEMEDE DENKLİK
Borçların ödenmesinde temel prensip, ödemenin borca denk olmasıdır. Buna mümâselet denir. Bu, evrensel bir prensiptir. Çünkü hiç kimse hakkının, sebepsiz yere başkasına gitmesini kabul etmez. Mümaselet, şimdiye kadar üç ölçü birimi ile sağlanırdı. Bunlar tartı (vezn), ölçek (keyl) ve şayi (adediyat-i mütekâribe) idi. 100 gr. altın borcu olan, ayni ayarda 100 gr. altın ödeyince borcundan kurtulurdu. Buğday borçlanan borcunu ölçek ile, yumurta borçlanan da şayi ile öderdi. Faiz, bu ölçünün üzerinde olan kişimdir. Çünkü faizli ödünç veren, verdiğinin dengini aldıktan sonra belli bir fazlalık almayı, buna karşılık alacaklısına belli bir süre tanımayı kabul eder.
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Müminler, mallarınızı aranızda haksız yollarla yemeyin.” (Nisa 4/29). Buna göre borcu eksik ödeyen alacaklının malını haksız olarak yemiş, fazla ödemeye zorlanan da malını haksız yolla yedirmiş olur.
Üzerinde rakam var diye, kağıt para adedî (sayısal) mallar gibi işlem görmektedir. Bu yüzden 100 ABD doları ödünç alan, daha sonra 100 ABD doları ödeyince borcunu ödemiş sayılmakta, aradan geçen süre içinde bu paranın değerinde meydana gelen değişme dikkate alınmamaktadır. Kağıt para adedi mal değildir. Adedî mallar, yumurta, ceviz ve belli standarttaki mallar gibi birimleri arasında önemli değer farkı olmayan gerçek mallardır.
Kağıt para adedi mal olsaydı, boyutları aynı olan 1 ABD doları ile 100 ABD dolarının aynı değerde olması gerekirdi. Çünkü iki yumurtadan birine yazılan 100 rakamı, onu diğerinden değerli kılmaz. 100 TL. ile 100 doların aynı değerde olmaması da onların maddesi ve yapısıyla ilgili değildir.
Kağıt para bir çeşit senettir. Piyasadan alınabilecek bir çok malın senedidir. Bugünkü 100 lira, 1 kilo peynir, 800 gr. et, 60 yumurta, 20 ekmek vs. demek iken, iki ay sonraki l00 lira 900 gr. peynir, 720 gr. et, 54 yumurta, l8 ekmek vs. karşılığı olmaktadır. İki ay önce ödünç alınan 100 lira, yine 100 lira olarak ödenirse alacaklının 10 lirası haksız yere yenmiş olur. Çünkü yapılan ödeme, rakam olarak 100 olsa da satın alma gücü olarak 90 lira değerine inmiştir.
Kağıt parayı mislî mallardan sayma zorunluluğu vardır. Mislî mallar, ölçüyle, tartıyla veya sayıyla işlem gören mallar olduğu halde kağıt para bu ölçülerden hiçbirine girmez. Bunun ölçü birimi satın alma gücüdür.
Kağıt para ile yapılan işlemlerde paranın satın alma gücü esas alınır. l00 TL. l00 ABD Doları ve l00 DM ile alış verişe çıktığınızda herkes bunların satın alma gücüne bakar. Halbuki, elinizdeki para dinar veya dirhem olsaydı, onların Türkiye’de, Almanya’da veya Amerika’da basılmasından çok ağırlığının ve ayarının ne olduğuna bakılırdı. Madem kağıt para ile olan işlemlerde sırf paranın satın alma gücü esas alınıyor, öyleyse borçların ödenmesinde de aynı şey esas alınmalıdır. Kağıt para ile olan borçları misliyle ödemenin başka yolu yoktur. Buna yaşanmış bir örnek verelim:
l950 senesinde bir kişi babamdan 450 TL ödünç almış ve bu yazının kaleme alındığı Ekim l999′a kadar ödememişti. Bu tarihte Türkiye’de en küçük para 10.000 TL idi ve onunla ancak bir sakız alınabilmekteydi. Halbuki, 1950 senesinde 450 lira ile 75 gr. altın alınabilirdi. Çünkü o zaman 1 gr. 24 ayar altın 6 liraydı .
Bugünkü kanunlar, borcu 450 lira olarak kabul ederler. Ama bu yanlıştır. Borç, 450 TL değil de 75 gr. altın veya 100 kile buğday, Ya da 22.000 adet tavuk yumurtası olsaydı bunların fiyatlarındaki artma veya azalmaya bakılmaksızın aynen ödenmesi kabul edilebilirdi. Bu da önemli bir haksızlığa yol açmazdı. Ama borç 450 TL dır. Bu para ne altın gibi tartılabilir, ne buğday gibi ölçülebilir, ne de yumurta gibi sayılabilir. Bunun ölçü birimi yalnızca satın alma gücüdür. 1999 Türkiye’sinde 450 liranın hiçbir değeri yoktur. Artık böyle bir para da yoktur. Borcun 450 lira olarak kabul edilmesi, ödemeyi 49 sene geciktirmiş olan borçlunun ödüllendirilmesinden başka bir şey değildir. Ama ödeme, bu paranın borç verildiği günkü satın alma gücüne göre yapılırsa bunun ne borçluya bir zararı olur, ne alacaklı zarara uğratılır.
İslam Fıkıh Akademisi (Mecma’ul-fıkh’il-İslâmî)nin Eylül l988’de aldığı 4 numaralı kararı şöyledir:
“Herhangi bir kağıt para ile olan borç kıymetiyle değil, misliyle ödenir. Çünkü borçlar misilleriyle ödenir. Sebebi ne olursa olsun, zimmette sabit olan borçları fiyatlara bağlamak caiz değildir.”
Bu karar yanlıştır. Doğrusu şöyle olmalıydı: “Borçlar misilleriyle ödenir. Kağıt parada mümaselet (denklik) ancak satın alma gücüne yani kıymetine göre belirlenebildiği için kağıt para ile olan borç, onun kıymetiyle ödenir.”
D- DELİLLER
Kağıt para ile yapılan borçlanmalarda paranın satın alma gücünün esas alınması gerektiği aşağıdaki delillerle ispatlanabilir.
1-Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: «Müminler, mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin.» (Nisa 4/29)
Kağıt paranın satın alma gücündeki düşmeyi dikkate almadan borcunu ödeyen paranın kaybettiği değeri haksız olarak zimmetine geçirmiş olur.
2- Ona dua ve selam olsun, Allah’ın Elçisi şöyle demiştir: «İslam’da, zarar verme ve zararı zararla karşılama yoktur .» Paranın satın alma gücü düştüğü halde, borcu aynı rakamla ödemek alacaklıya zarar vermektir.
3- Maslahat (kamu yararı) delili:
Paranın değer kaybının ödettirilmesi kamu yararınadır. Böyle olmazsa bir taraftan kimse kimseye ödünç para vermez, diğer taraftan kimi borçlular, para değer kaybından daha fazla istifade için borçlarını mümkün olduğu kadar geç öderler. İhtiyaç içinde olanlara ödünç vererek yardımcı olmak, özendirilmesi gereken yararlı bir iş, yani maslahat olduğu gibi haklı bir sebep olmadan borcu geciktirmek de karşı çıkılması gereken zararlı bir iş, yani mefsedettir.
E- ENFLASYON FARKI İLE FAİZ İLİŞKİSİ
Faiz, borçtan elde edilen gelirdir . Buna ribe’l-kard = ödünç faizi veya ribe’n-nesie = kredi faizi de denir. İslam öncesi Arap toplumuna cahiliye toplumu adı verilir. Onlar arasında faiz yaygın olduğu için bunun bir adı da cahiliye faizi, yani ribe’l-cahiliyye’dir.
“Allah alım-satımı helâl, faizi haram kılmıştır.” (Bakara 2/275) O, şöyle buyurmuştur: «Eger faizcilikten vazgeçerseniz ana mallarınız sizindir. Böylece ne (fazla alarak) haksizlik etmiş , ne de (noksan alarak) haksızlığa uğramış olursunuz.» ( Bakara 2/279)
kağıt para ile olan bir borcu, eksiği ve fazlası olmadan ödemenin tek yolu, borçlanılan para ile ödenen paranın ayni alim gücüne sahip olduğunu tespittir. Bundan fazlası faiz, azı da alacaklıya zulüm olur.
Bu hükümler, kağıt para ile olan borçlanmalarda paranın satın alma gücünün esas alınmasını, aksi taktirde Ya faize, Ya da haksızlığa girileceğini göstermektendir. Borçların ödenmesinde para değerini dikkate almak, verilen para ile alınan para arasında eşitliği sağlamaktır. Çünkü kağıt paralarda eşitlik ancak bu şekilde sağlanabilir.
F- PARA DEGER KAYBI İLE İLGİLİ OSMANLI UYGULAMASI
Osmanlılar altın karşılığında kağıt para basmışlar ve bu para zamanla önemli ölçüde değer kaybetmiştir. paranın değer kaybetmesinin bazı borçların ödenmesinde dikkate alınması için 13 Rebiyülevvel 1298 (13 Mart 1881) tarihinde şu irade-i seniyye (padişah emri) çıkarılmıştır:
«Eytam sandıklarından kaime olarak idâne edilen mebaligin ve kaime ile bey’ olunup müşteri zimmetinde kalan semen-i mebiin hîn-i idâne ve akd-i bey’de kaime ile altun ve gümüş sikke rayici her ne ise o hesap üzre istifasi mukarrerdir».
Sadeleştirilmiş şekli :
Eytam Sandıklarından kaime olarak verilen borçlar ile kaime karşılığı satılan malların bedellerinden ödenmemiş olanların, borçlanma gününde ve satışın yapıldığı sırada altın veya gümüş paraya göre değeri her ne ise onun ödenmesi kararlaştırılmıştır.
G- DEĞER FARKINI HESAPLAMA USULÜ
Değer farkı, altına, gümüşe ve enflasyon oranına göre hesap edilebilir. Bugün altın ve gümüş, para olmaktan çıkmış, diğer mallar gibi olmuştur. Artık o da değer kazanmakta ve zaman ucuzlamaktadır. Mesela 1980 yılının ilk aylarında bir ons (31 gr.) altın 850 dolarken , 9 Mart 1982 günü 335,5 dolara düşmüştü . İki yıl içinde doların da değer kaybettiği dikkate alınırsa altının değer kaybının daha büyük olduğu görülür. Ancak altının borsalarda dalgalanması ve değerinin inip çıkması kısa vadelidir. Altın, uzun vadede değerini koruyabilecek özelliktedir. paranın değer kaybının, altına göre hesap edilmesi, çok defa zararı karşılayabilir.
Para değer kaybının enflasyon oranına göre hesaplanması en uygun yol olsa da enflasyon oranının tam olarak tespiti güçtür.
Üçüncü yol piyasada geçerli yabancı paraların esas alınmasıdır. Onlar da birer kağıt para olduğu için hem enflasyona maruz kalmakta hem de uluslararası borsalardaki genel eğilime paralel olarak dalgalanmaktadır.
Netice olarak taraflar para değer kaybını neye göre hesap ederlerse etsinler, ödeme yapıldıktan sonar birbirleriyle helalleşmeleri uygun olur. Çünkü değer kaybının tam tespiti çok zordur.
Para değer kaybının ödenmesi için tarafların önceden anlaşmaları gerekmez. Çünkü bu bir haktir, ama borcun özelliğine göre bazı farklı uygulamalar olabilir.
Ödünçlerde ödeme, ödünç alma günündeki değer üzerinden yapılır. Çünkü denklik (mümaselet) ancak bu şekilde sağlanabilir. Böylece ne borçlu haksiz kazanç sağlar, ne de alacaklı zarara girer.
Enflasyonun normal seyrettiği dönemlerde veresiye mal alıp borcunu zamanında ödemeyenler, ödeme gününden itibaren meydana gelecek değer kaybını karşılarlar. Çünkü böyle bir ortamda vadeli fiyat belirleyenler, paranın ödeme gününe kadar uğrayacağı değer kaybını dikkate alırlar. Daha sonraki değer kaybına rızaları olmadığından onu karşılamak gerekir.
Enflasyon oranı beklenmedik bir şekilde artarsa, vaktinde ödenen borçlarda bu artış dikkate alınır. Mesela enflasyon %50 civarında iken %75′e çıkarsa %25 lik artış borçludan talep edilir.
Para değer kaybedince ücret ve maaşların satın alma gücü düşer. Bu sebeple ücret ve maaşlara para değer kaybı oranında zam yapmak icap eder.
Para değer kaybettikçe kiraların da o oranda yükselmesi gerekir. Vadeli satıştaki prensip burada da geçerlidir. Yani enflasyon normal bir seyir takip eder ve kira zamanında ödenirse fazla bir şey talep edilemez. Ama enflasyon beklenen oranın üzerinde olursa kirayı öderken bu oran dikkate alınır.
H- FAKİHLERİN KONUYA İLİŞKİN GÖRÜŞ VE PRENSİPLERİ
Borçların misliyle ödenmesi temel prensiptir. Ama bazen borcu değeriyle ödemek gerekebilir. Fakihlerin bunlara ilişkin görüşlerine bakalım:
1- Borcu misliyle ödemek
Mallar, mislî ve kiyemî olmak üzere ikiye ayrılır. Mislî mal, değerini etkileyen önemli bir fark olmaksızın çarşı pazarda dengi bulunabilen maldır. Altın, gümüş, arpa, buğday ile bir fabrikanın belli standartta ürettiği mallar birer mislî maldır. Çarşı pazarda dengi bulunamayan, bulunsa dahi önemli değer farkı olan mallara kiyemî mallar denir. Yazma kitaplar, el işi kaplar ve hayvanlar kiyemî mallardandır.
Kiyemi mallar ile birimleri arasında farklılık bulunan mallar ödünç verilmez. Çünkü bunların dengini bulup geri ödemek imkansızlaşır . Ödünç alınan şey tüketilir ve yerine onun dengi sayılan bir başka şey verilir. Kullanmak üzere alınan mallara ödünç değil, ariyet denir. Kullanıp geri vermek üzere alınan keser, testere vs. aletler birer ariyet olur.
Şafiî ve Hanbelî mezheplerine göre misli bir mali ödünç alan, ödeme zamanında, değerindeki değişmeyi dikkate almadan onun mislini ödemelidir. Kıymeti önemli ölçüde düşmüş ve pek az bir değere inmiş olsa da netice değişmez. Çünkü asil olan borcun mislini ödemektir .
Ebu Hanife’nin görüşü de aynidir. Ona göre, kıt ve pahalı olduğu bir zamanda ödünç alınan bir kile buğday, bol ve ucuz olduğu bir zamanda ödenirse, ayni özellikte bir kile buğday olarak ödenir. Çünkü borç, bir kile buğdaydan ibarettir. Onun piyasa fiyatı tarafların dışındaki bir olaydır .
Bütün mezhepler, dinar ve dirhem olarak borçlanılması halinde borcun misliyle ödenmesi gerektiğini, fazlasının faiz olacağını kabul ederler. Görüş farkı sadece fels ve mağşuş para ile olan borçlanmalarda görülebilir.
Felslerin veya mağşuş paraların değeri düşerse Ebu Hanife’ye göre ödemelerde bir değişiklik yapılmaz. Ebu Yusuf’un da bu görüşte olduğu ama aşağıda görüleceği gibi daha sonra onun görüşünün değiştiği rivayet edilmiştir.
Şafiîler felsleri ticaret malı (uruz) sayarlar. Felsin bir mala bedel olması malların takasında birinin diğerine bedel olması gibidir. Dolaysıyla dolaşımdan kalkmış da olsa, fels ile olan borçlar misliyle ödenir .
Malikîlerin şu ifadeleri de aynı mahiyettedir: “Fels veya nakitten (yani dinar veya dirhemden) oluşan bir borç, ister ödünçten isterse başka sebepten doğmuş olsun, bu paraların dolaşımdan kalkmasından veya bunlarda değişiklik olmasından sonra dahi önceki emsaliyle ödenir .”
Hanbelîlerin şu ifadesi konuyu daha da netleştirmektedir:
Paranın değerinin düşmesi borcu ödemeye mani olmaz, isterse düşüş çok olsun. Mesela, 10’u bir dânike satılırken 20 si bir dânike inse yahut değer kaybı daha az da olsa sonuç değişmez. Çünkü paranın kendine bir şey olmamış, sadece değeri değişmiştir. Bu, borç alınan buğdayın değerinin artmasına veya azalmasına benzer .
2- Borcu kıymetiyle ödemek
Borcun kıymetiyle ödenebileceği her mezhepte kabul görmüş ama her biri konuya farklı açıdan yaklaşmıştır. Bu sebeple incelemeyi tek tek yapacağız.
a- Hanefî Mezhebi
Hanefîlerden Ebu Yusuf’a göre, kıt ve pahalı iken ödünç alınan bir kile buğday, bol ve ucuz olduğu zaman bir kile buğday olarak ödenirse haksızlık olur. Bunu önlemek için bir başka cinsten, o buğdayın değerini ödemek icap eder.
Ebu Yusuf’un prensibi şudur: Ödünç alınmış mislî malların kıymetleri, fiyatların yükselmesi veya başka bir sebeple artar veya eksilirse bunların, borç alma günündeki kıymetlerini ödemek icap eder .
Ebu Yusuf’a göre, felsler veya mağşuş paralarla alış veriş yapılır veya borç alınır da sonra paranın değerinde düşme veya yükselme olursa borçlunun, alış verişin yapıldığı yahut borcun alındığı günkü değer üzerinden ödeme yapması gerekir . Ebu Yusuf’un bu görüşü, Hanefi Mezhebi’nde müftâ bih olan yani tercih edilerek kendisiyle fetva verilen görüştür . El-Fetava’t-Tatarhaniye’nin bildirdiğine göre Ebu Yusuf, paranın değeri düştüğü takdirde satıcının alış verişi feshedebileceğini de söylemiştir .
el-Fetâvâ’l-Bezzaziye’de kiralamanın satım ve borç (deyn) gibi olduğu, nikâh akdi ile erkeğin yüklendiği mehir borcunu ödemek için nikahın kıyıldığı günkü dirhemlerin kıymetini vermek gerektiği belirtilmiştir .
b- Hanbelî Mezhebi
Hanbelîler borcun değeriyle ödenmesini, sadece dolaşımdan kalkmış para için kabul ederler. Çünkü ödünç alınan malda yeni bir kusur oluşursa alacaklının onu kabul etmesi gerekmez. Felslerin veya mağşuş paraların dolaşımdan kaldırılması, yeni bir kusur oluşması anlamına gelir. Bunu şöyle ifade ederler: “Borç, fels veya kırık (mağşuş) para ile olur da sultan parayı dolaşımdan kaldırır ve onunla işlem terk edilirse alacaklının hakkı, onun değeridir. Borçlu parayı kullanmış olsa da olmasa da fark etmez. Çünkü para onun mülkünde iken kusurlu hale gelmiştir .”
c- Mâlikî Mezhebi
Malikîlerin görüşü de Hanbelîlerin görüşüne yakındır. Ancak onlar, paranın değeriyle ödenmesi için eski paranın bulunamamasını şart koşarlar. Eğer eski paradan bulunabiliyorsa o ödenir. Çünkü borçların misliyle ödenmesi esas prensiptir. Değeri ile ödenecekse değer tespiti, paranın bulunamadığı gün ile ödeme gününden hangisi daha yakınsa ona göre yapılır. Mesela para ayin ilk gününde dolaşımdan kalkmış veya durumu değişmiş ve borcun ödeme süresi de ayin sonunda dolmuşsa paranın değeri ayin son gününe göre hesap edilir. Ödeme günü ayin başında, paranın bulunamaması da ayin sonunda ise paranın bulunamadığı günkü değerini ödemek gerekir. Borcun vadesi ertelenir ve para birinci vadede bulunamaz hale gelirse birinci vadedeki kıymeti ödemek gerekir. Çünkü böyle durumdaki bir borç ancak kıymeti karşılığında ertelenir.
Paranın yok olmasından önce ve sürenin dolmasından sonra borç ertelemesi yapılmış ve para bulunamaması erteleme süresi içinde olmuşsa ikinci sürenin dolduğu günkü değeri ödemek gerekir.
Paranın bulunamaması ikinci sürenin dolmasından sonra olmuşsa paranın bulunamadığı günkü değeri ödemek gerekir.
Bu hükümler borçlunun ödemeyi keyfi olarak geciktirmediği durumlar içindir. Eğer borçlu keyfi dolarak ödemeyi geciktirirse (mumâtale) aldığı mali ödemesi icap eder. Çünkü mumâtalede bulunmakla haksizlik etmiş olur .
d- Şafiî Mezhebi
Şafiîlerde borcun değeriyle ödenmesi kavramı vardır. Borçlanılan misli mal büsbütün değersizleşirse borcun doğduğu günkü değer üzerinden ödemede bulunmak gerekir. Mesela bir kişi çölde birinin suyunu gasbetse, sonra suyun kıymetsiz olduğu bir yerde, bir ırmak kenarında suyun mislini ödemeye kalkışsa bu kabul olunmaz. Suyun çöldeki değerini vermesi icap eder .
Onlarda, Ebu Yusuf’un görüşüne uygun olarak, misli malların, ödünç alındığı günkü kıymetinin ödenmesi görüşü de vardır. Ancak bu, mezhep içerisinde zayıf bir görüştür (denildi= ) sözüyle ifade edilir .
Şafiî Mezhebi’nin konuya ilişkin bir başka görüşü şöyledir :
“Malda olan eski bir ayıp sebebiyle müşteri mali geri verip satışı bozabileceği gibi satıcı da paradaki eski bir ayıp sebebiyle parayı geri verip satışı bozabilir. Eski ayıp, satış anında var olan veya teslim almadan önce meydana gelen ve satışın feshine kadar devam eden değer düşürücü şeydir . Şafiî mezhebine mensup fakirler, alışverişteki hıyar-i aybın yani kusurluluk muhayyerliğinin, satılan malla ilgili kısmına ağırlık vermişler ve bunu şöyle açıklamışlardır:
“Genellikle parada dalgalanma olmaz. Dolayısıyla değerinin düşmesi pek az görülür .” Bu gerekçe onların yaşadıkları devir için doğru ve geçerlidir.
Para, Ya muayyen veya zimmette olur. Muayyen olur da satıcı parayı, ondaki bir ayıp sebebiyle geri verirse akit bozulur. Para zimmette ise, onda meydana gelen ayıp akdi bozmaz. Bu durumda değer farkını ödemek gerekir .
Ödeme peşin yapılmazsa parada meydana gelen ayıp satışın bozulmasına sebep olmaz. Sadece değer farkı ödenir. Konumuz zaten peşin ödemelerle ilgili olmadığından Şafii Mezhebi’ni bu görüşü üzerinde biraz durmak icap eder.
Aybın Tarifi:
Ayb, maksada engel olacak şekilde, bir şeyin kendini veya değerini azaltan her şeydir. Şartı, bunun o malda genellikle olmamasıdır. Aybın akit sırasında var olması ile teslimden önce meydana gelmesi aynıdır.
Bu ölçülere göre enflasyon bir ayıp sayılır mı?
Enflasyon, hızına göre üçe ayrılır.
a- Belirsiz veya sürünen enflasyon. Bu durumda enflasyon yavaş seyreder.
b- Kronik enflasyon. Hızı dengeli, süresi uzun olur.
c- Aşırı enflasyon
Kağıt para sisteminde enflasyon kaçınılmaz bir hastalık sayıldığından Şafii Mezhebi’ne göre belirsiz ve kronik enflasyonu para için ayıp saymak zor olur. Satıcı bu durumu bilerek malını sattığından neticesine katlanır. Ancak borcunu zamanında ödemeyenlerden ödeme gününden itibaren meydana gelecek değer kaybının istenmesinin uygun olacağı anlaşılıyor. Çünkü bu, maksada engel olacak bir değer düşüşüdür.
Yukarıdaki tarife göre, aşırı enflasyon parada ayıp sayılmalı ve normalin üzerinde meydana gelen değer kaybı borçluya ödettirilmelidir.
SONUÇ
Görüldüğü gibi bütün mezhepler, yapılan ödemenin borca denk olmasını şart koşmuşlar ve bazı durumlarda borcun değerinin ödenmesini gerekli görmüşlerdir. Böylece misli mallarda “değer” kavramı denkliği sağlayan diğer kavramlar arasına girmiştir. Bunlar tartı (vezn), ölçek (keyl) ve sayı (adediyat-ı mütekâribe) kavramlarıdır.
Kağıt para ile yapılan bütün işlemlerde paranın değeri esas alınır. Borç ödeme işlemi de bu para ile yapılacaksa o zaman da paranın değerinin esas alınması gerekir. Çünkü kağıt para ile olan borçları misliyle ödemenin başka yolu yoktur. Bu hüküm, bütün mezheplerin görüş ve prensiplerine ve hakkaniyete uygun olan hükümdür. Böylece kimse kimseye haksızlık etmemiş olur.
«Eğer faizcilikten vazgeçerseniz ana mallarınız sizindir. Böylece ne haksızlık etmiş , ne de haksızlığa uğramış olursunuz.» ( Bakara 2/279)