İstanbul Bilgi Üniversitesi ile Norveç Helsinki Komitesi İnanç Özgürlüğü Girişimi'nce düzenlenen "Türkiye'de İnanç Gruplarının Tüzel Kişiliği: Bir Yol Arayışı" konferansında konuşan Bermek, Türkiye'de inanç özgürlükleri konusunda en ağır bedelleri ödeyen kesimden geldiğini söyledi.
Tüzel kişilik olmadığı için inanç görevinin de yapılamayacağını ifade eden Bermek, "Türkiye'deki 3 bine yakın cemevi ibadethane kabul edilmiyor. Sadece bir cemevi binasının iskan ruhsatı var. Diğer cemevlerimiz herhangi bir yerel otorite tarafından ruhsatları olmadığı için istenilmesi durumunda kapatılabilir" diye konuştu.
Bermek, toplum hayatında var olmalarına rağmen otorite tarafından görülmediklerini savundu.
Ayasofya Müzesi'nin cami olarak kullanıma açılması yönündeki tartışmaları hatırlatan Bermek, şöyle devam etti:
"Ayasofya'nın o inancı temsil edecek ayinlerde, ritüellerde değerlendirilmesinin faydalı olduğunu düşünüyorum. Hem insani hem kültürel hem de inanç mirası açısından bu çok önemli bir şey. Ayasofya'da yılda 2 kere bayram namazı kılınmasının iyi bir şey olacağını düşünüyorum. Ama Ayasofya'yı kullanmadan önce, 1000 sene Ortodoks Kilisesi kullandı. Ayasofya'da patrikhane önce bir ayin yapar, ondan sonra gider bayram namazı kılınır. Ben de gider Hacı Bektaşi'de cemimi yaparım. Mevleviler de mevlevihanede şeb-i arus törenini yapar. Biz o zaman vatandaş olduğumuzu anlarız. Türkiye de o zaman inanç özgürlüğüne kavuşmuş bir ülke olabilir."
- "Her grup kendi adıyla örgütlenmeli"
Mazlum-Der Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Arif Koçer, Cumhuriyet'le birlikte ulus devlet projesi kapsamında farklı diller, dinler ve kültürlerin tek bir potada eritilmeye çalışıldığını ileri sürdü.
Tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla sünni kesimin örgütlenme imkanlarının engellendiğini, İstiklal Mahkemeleri'nde 55 bin kişinin yargılandığını ve binden fazlasının idam edildiğini anlatan Koçer, yasal tüzel kişilikleri yok edilen bu cemaatlerin 2000'li yıllardan itibaren AB uyum sürecinde kolaylaştırılan mevzuatla dernek kurmaya başladıklarını kaydetti.
Koçer, bunlara da ancak kendi adlarıyla değil, eğitim ve kültür derneği gibi isimlerle örgütlenme imkanının verildiğini ifade ederek, şöyle konuştu:
"Mevzuat kendi adlarıyla dernek kurmalarına müsaade etmiyor. Nakşileri koruma derneği kursanız yasa buna müsaade etmiyor. Bir ırkın, tarikatın adını kullanarak dernek kuramazsınız. Devlet bunu azınlık oluşturmaya çalışmak olarak görüyor ve 'azınlık oluşturacak böyle bir örgütlenmeye gidemezsiniz' diyor. Yani her farklı olanı büyük bir tehlike gibi algılayan bir devlet zihniyeti var. Bunun değişmesi lazım. Ayrımcı söylemde bulunmamak koşuluyla toplumdaki her grup kendi adıyla örgütlenmeli ve bu devlet tarafından olduğu gibi tanınmalıdır. Varlığını devam ettirebilmesi ve kendi kolektif haklarını savunabilmesi de bu şekilde mümkün olur. Osmanlı da olduğu gibi çok dilli, dinli ve sesli barış toplumu ancak böyle inşa edilebilir."
Cemaat Vakıfları Temsilcisi Laki Vingas, gayrimüslim cemaatlerin tüzel kişilik haklarının ihlal edildiğini savunarak, "Çözüm tek değil. Bu saygın toplumlar sadece vatandaş olma, eşit haklara sahip olma konusunda aynı olabilirler. Aynı ve aslında eşit olmalılar da... Çünkü hukuk, Türkiye'nin taraf olduğu temel insan hakları sözleşmeleri bunu gerektiriyor" dedi.
Vingas, cemaatlerine ait 60'a yakın mazbut vakfın tüzel kişiliğe sahip olunma açısından ciddi sıkıntılar yaşandığını ifade etti.