Küçüklüğümüzde çok duyduğumuz “Yaz gelince size dondurma alacağım” cümlesi aile büyüklerimiz için tehlike anında kaçılacak güvenli bir çıkıştı. Çünkü ne zaman kardeşimle kavga etsek, ne zaman bir oyuncak veya giyside inatlaşmış olsak hep bu vaat cümlesini duyardık.
Yazın geldiğini yüklüklerden inen kısa kollu tişörtlerden anladığımız kadar bakkal amcaların kapısının önüne yanaşan dondurma arabalarından da anlardık. Babam ne zaman “hanım haydi hazırlanın da yürüyüşe çıkalım” derse bilirdik ki seramik fabrikası yolundan Bozüyük’ün ana caddesine inecek, Maraş dondurmacısının tezgâhına uğrayacak, başındaki fesiyle bizi kadim zamanlara götüren satıcının türlü oyunlarına her seferinde yem olacak, güç bela aldığımız külahlarımıza aile saadetini katık edip mutlu olacağız.
Bazen mahallemize bir el arabasına attığı iki çeşit dondurmasıyla -ki bunlar kakaolu ve vanilyalıydı- seyyar dondurmacıların uğradığı da olurdu. El arabasındaki soğutucu motorun zayıflığından olsa gerek her zaman hafif erimiş olan bu dondurmanın tadını hala hatırlarım.
Çocukluğumun bir kısmını geçirdiğim Bursa’da dondurma yemek bizim için her mevsim çok zordu. Anneannemi atlatmadan imkanı yok, dondurma yiyemezdik. Yalnızca biz çocuklar değil babam, annem ve teyzem için de durum aynıydı. Dondurma yemek için dışarıya kaçışlarımızı hiç unutmam. Hepimiz birlik olup türlü bahaneler üretir, sanki dondurma yemekle alakamız yokmuş gibi davranırdık. Bazen teyzemin tek başıma “elbise seçemiyorum, ablam da yardım eder” bahanesine sığındığımız da olurdu, babamın bir iş için acilen dışarı çıkması gerektiği bahanesine sığındığımız da olurdu. Bütün bu katakullilerde tek yasak kelime dondurma idi. Anneannem bizim oyunlarımıza inanır mıydı yoksa inanmış gibi mi yapardı orasını bilemiyorum ama aceleye gelen çıkışlarımızdan şüphelenip dondurma kaçamakları yaptığımızı tahmin ediyordu galiba. Çünkü bazen bizi kapıdan uğurlarken “aman su için” diye tembih ederdi bazen de eve gelir gelmez birer bardak ılık suyu içirene kadar başımızda dikilirdi.
Sadece dondurma değil soğuk su, soğuk meyve yerken de tembihler peşimizi bırakmazdı. Anneannemin nasıl oluyor da kış aylarına katlanabildiğini merak ederdim. Bir keresinde sormuştum. “Sıcacık evde kışı geçirmeye ne var evladım.” demişti.
“Odun kömür olduktan sonra…”
Dondurmanın okul kitaplarımızdaki resimlerde olduğu gibi külahın üstünde birbirine simetrik üç top halinde olanı değil külahın dibine kadar dolu olanı makbuldü. Eğer dondurma dibine kadar ulaşmıyorsa külahın altını ısırır dondurmayı oraya getirene kadar emerdik. Bazen bu taktiğin üzerimizi kirletmemize sebep olduğu da olurdu. Tişörtlerimizin düğmelerinden göbeğimize doğru gittikçe incelen o lekeyi annelerimize çaktırmadan ne kadar yıkasak da bir türlü temizleyemezdik. Leke bizimle birlikte sokaklarda toza bulanır, kurur, inatlaşır, iyice çıkmaz hale gelirdi. Bu yüzden tatlı sert azar işittiğimizi saklayacak değilim.
Dondurmaların paketlere girdiği ama lezzetlerinin paketin dışında kaldığı döneme denk gelen çocukluğum tadına pek alışamasa da kampanyalarının seline kapılmıştı. Artık sokakta moda ne gazoz kapağıydı ne futbolcu kağıdı ne de cepler dolusu misket. Varsa yoksa bedava dondurma çubuğu arıyorduk. Kumbaralar açılmış, ekmek almak için verilen bütün paraların üstü geri dönmemeye başlamıştı. Elimizde avucumuzdaki her şeyi kupon dolduran müptelalar gibi dondurmaya yatırıyorduk. Nadir de olsa çıkan bedava çubuğu bakkala götürüşümüzü görseydiniz zaferden dönen orduları hatırlayabilirdiniz. Bedava çubuğunu gören bakkal amcanın yüz ifadesi bugün bile aklımda. Bedava dondurma sanki kendi cebinden çıkıyormuş gibi yüzü düşüyor, eli dolaba uzanırken tereddütle sallanıyor, bize uzatırken nefesi kesilecek gibi oluyordu. Sonrası mı? Sonrası, bedava aldığımız dondurmanın içinden de bedava çıkmasını umarak bitmesini beklemek…
Dondurma bizim neslimiz için bisiklet sahibi olmak gibi sürekli vaat edilen ama az ulaşılan bir mefhumdu. Yazı nasıl kısa kollu giyeceğiz diye bekliyorsak biraz da dondurma yiyeceğiz diye bekliyorduk. Heyecanı vardı. Her zaman alınmaz, alındığı zamanda üzerine mutlaka su içilirdi. Şimdiki çocuklar dondurmaya dört mevsim ulaşıyorlar. Peki heyecan duyuyorlar mı?