Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Kopenhag'da 'Suriye Konferansı'

Kopenhag'da 'Suriye Konferansı'

11 Yıl Önce Güncellendi

2014-05-27 18:36:38

Kopenhag'da 'Suriye Konferansı'
Danimarka Dışişleri Bakanı Martin Lidegaard, Suriye'deki durumun dünyanın şu anda karşı karşıya olduğu en dramatik insani ve güvenlik sorunu olduğunu belirterek, şimdiye kadar 160 binden fazla Suriyelinin öldürüldüğünü ve bunlara her ay 5 bin kişinin eklendiğini söyledi.

Danimarka Dışişleri Bakanlığı, Avrupa Konseyi Dış İlişkiler ile Danimarka Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü tarafından başkent Kopenhag'da düzenlenen "Suriye Konferansı"na ABD, İngiltere, Türkiye ve Ortadoğu ülkelerinden akademisyen ve araştırmacılar konuşmacı olarak katıldı.

Dışişleri Bakanı Martin Lidegaard, açılış konuşmasında düşmanlıkları ve bölgesel tansiyonu alevlendiren Suriye'deki sorun ve yansıyan etkilerinin dikkatleri üzerine topladığını belirtti. Lidegaard, bölgesel aktörlerin Suriye'deki politik sürece nasıl daha yapıcı bir şekilde katılabileceği konusunda konferansın uzman katılımcılarının fikirlerinden yararlanmak istediklerini bildirdi.

Çoğu gözlemcinin "bölgesel uzlaşma ve geniş katılım olmadan Suriye sorununa kolay bir çözüm bulunamayacağı" fikrini paylaştığını o nedenle sorulması gereken sorunun doğrudan "bölgesel güçleri daha yapıcı politik bir sürece nasıl getirebiliriz" sorusu olduğunu ifade eden Lidegaard, "Bu, bugünün konusudur ve bu konferansın odaklanması gereken nokta da 'bölgesel güçlerin yapıcı rolü'dür" dedi.

-"Türkiye'nin kaçan Suriyeliler için çabaları muazzam"

Bakan Lidegaard, Türkiye'ye son seyahati ve muhalefet lideri Ahmad Al-Jarba ile son görüşmesinde sorunu birinci elden kişiler, Türk ve Suriyeli aktörler, hükümet yetkilileri, sorundan doğrudan etkilenen Suriye'den sivil toplum kuruluşları ve muhaliflerle tartışma fırsatı bulduğunu anlattı. Lidegaard, görüştüğü kişilerin, Suriyelilerin çektiği eziyeti durdurmak için elden gelenin azamisini yapma ihtiyacı olduğu şeklinde açık mesaj verdiğini aktardı. Sorunun Türkiye'ye yüklediği ekonomik sorumluluğu da kendi gözleriyle gördüğünü anlatan Lidegaard, "Türkiye, Suriye'den kaçanları kabul etmeye ve yardım etmeye devam ediyor. Sınırı aşarak gelen Suriyelilere yönelik muazzam çabaları destek ve cömertliklerini övdük" diye konuştu.

Suriye'deki durumun şu anda dünyanın karşılaştığı en dramatik insani kriz olduğunu ifade eden Lidegaard, şunları söyledi:

"Şimdiye kadar 160 binden fazla Suriyeli öldürüldü ve bunlara her ay 5 bin kadın, erkek, çocuk ekleniyor. 2,8 milyon insan sadece Türkiye değil komşu ülkeler Lübnan, Irak ve Ürdün'e geçti. Ülkede kalan acı içindeki insanların durumu korkunç. Danimarka Suriye'de meydana gelen savaş suçlarını, insanlığa karşı suçları, insan hakları ihlallerini devamlı olarak kınamaktadır. Sorunun başından itibaren de Danimarka olarak Suriye'deki durumun uluslararası ceza mahkemesine sevk edilmesinden yanayız. Danimarka, rejimin bildirdiği kimyasal silah stoklarının taşınmasında da kilit rol üstlenmiştir ve şu anda bu misyonun sonuna gelmekteyiz."

Lidegaard, Türkiye'de ziyaretinde, aşırı grupların yayılması hakkında endişelerinin etraflıca paylaşıldığını da belirterek, "Ben özellikle Avrupa'dan bu radikal gruplar içinde savaşmaya gidenler hakkında endişeliyim. Danimarka için de dahil olmak üzere ciddi güvenlik tehdidi olan bir sorun" ifadelerini kullandı.

-Türkiye, İran ve Irak'tan konuşmacılar

Konferansta "Bölgesel Tehdit Algıları ve Suriye Sorunu" başlıklı oturumda Tahran Üniversitesinden Prof. Farhad Atai, Türkiye'den Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) Ortadoğu uzmanı Osman Bahadır Dinçer, Suudi Arabistan'dan Prof. Saleh Abdullah Al-Rajhi, gazeteci Mina Al-Oraibi, Arap Reform Girişimi yöneticisi Bassma Kodmani, Londra Chatham House'tan Hayder Al Khoei, Londra Dış Politika Merkezi'nden Ziya Meral ve DIIS'ten baş araştırmacı Helle Malmvig birer konuşma yaptı.

Londra Dış Politika Merkezi'nden Ziya Meral, Türkiye'nin Suriye siyasetinin, hem Suriye içindeki hem de Türkiye'nin çıkarları ve güvenlik algısıyla paralel olarak değiştiğini belirtti.

Hem Suriye içindeki gruplar üzerinde hem de bölgesel ve küresel diplomatik alanlarda Türkiye'nin etkisinin sınırlı olmasının gözardı edilemeyecek kadar önemli olduğunu ifade eden Meral, "Bu yüzden Suriye krizinin çözülmesinde Türkiye önemli bir rol oynayacaktır. Bunu üç farklı alanda görüyoruz; diplomasi, ateşkes sağlanması ve çatışmanın engellenmesi, hem insani yardım hem de Suriye'nin yeniden inşası. Bu alanlarda hiç bir girişimin Türkiye olmadan başarılı olması imkansız. Yeniden yakınlaşan Türkiye-İran ilişkileri ve Türkiye'nin Rusya, Katar, AB, Amerika ve NATO ilişkileri, bu alanlar üzerinde çalışmalar için önemli bir diplomatik kanal sunmaktadır" diye konuştu.

-İran'ın tavrı

Tahran Üniversitesinden Prof. Farhad Atai, "Suriye iç savaşında tehdit algısı, Tahran'dan bir bakış" başlıklı konuşmasında, Suriye krizinin İran dış politikası için en kritik meselelerden biri haline dönüştüğünü ifade etti. Atai, Suriye ve İran sınır komşusu olmamasına rağmen Tahran'ın bölgedeki özellikle de Lübnan ve İsrail konusundaki girişimlerinde Suriye'nin kritik pozisyonda olduğuna işaret etti.

Esed'in durumunun değiştiği, kanlı savaşın dördüncü yılına girerken İran'ın durumu, bölgedeki güç ve etkisine tehdit olarak algıladığını vurgulayan Atai, şunları kaydetti:

"İran, Bush yönetiminde etkin olan neoconlar ve Büyük Ortadoğu Projesi ile birlikte rejim değişikliği tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Bu proje İsrail'e tehdit olan Ortadoğu'daki yönetimleri hedef aldı. Yaser Arafatlı Filistin yönetiminden başlayıp Irak, Suriye ve İran ile devam ediyor. Girişim, belirtilen hedeflerin hepsine ulaşamadı ve Bush yönetiminden sonra rafa kaldırıldı. Ancak Arap baharıyla birlikte yurt dışındaki İran muhalefetinin pek çoğu Suriye'den sonra İran yönetiminin düşeceğine inanıyor ya da ümit ediyor. Bu algı İran yöneticileri tarafından ve devrim muhafızları ile İran'ın doğudaki dış politikasından sorumlu kişiler tarafından da paylaşıldığı görülüyor."

-İran için Suriye'nin yeri

Prof. Atai, Suriye rejiminin Tahran'ın önemli bir müttefiki olduğunu ve devrimden hemen sonra İran'ı işgal eden Saddam'a bütün Arap yönetimleri destek çıkarken Suriye'nin istisna olduğunu söyledi.

İsrail'in Lübnan'ın güneyini işgalinde Tahran'ın İsrail sınırında ve Suriye içinde Hizbullah'ın oluşumuyla ilgilendiğini ve İsrail ile İran'ın son 30 yılda gizli bir savaşta olduğundan söz edilebileceğini belirten Atai, "Bu süreçte İsrail, ABD'deki etkisini kullanarak İran'a zarar verdi. İran da Hizbullah'ın İsrail sınırındaki faaliyetlerinden yararlandı. İşte Tahran için önemli olan Hizbullah ile ilişkileri Suriye rejimiyle ilişkilerine bağlıydı. İran yanlısı Suriye rejiminin düşmesi halinde İran'ın bölgedeki kabiliyeti büyük ölçüde yok olacaktı" dedi.

Atai, Suriye'nin toprak bütünlüğünün giderek zarar görmeye başladığını ve Suriye'deki gelişmelerin Irak dahil diğer komşularını da etkileyeceğini belirterek, "Suriye'deki 2 milyon Kürt'ün bağımsızlık konusundaki çabaları Irak ve İran için ciddi sonuçları olacaktır. Suriye'nin toprak bütünlüğünün zarar görmesi uzun vadede İran'ın güvenliği için tehdit olarak görülecektir" diye konuştu.

-Mezhep eksenli çekişme

Londra Chatham House'tan Hayder Al Khoei, şu andaki mezhepsel çatışmaları ve Şii toplumuna etkilerini anlatarak, Şii toplumunun tek parça olmadığını söyledi.

Şiilerin Suriye konusunda da tek bir duruşlarının olmadığını, özellikle Irak ve İran'daki Şii din adamlarının farklı duruşlara sahip olduğunu anlatan Khoei, "Necef'te Ayetullah Sistani'nin öncülüğünü yaptığı Şii hareket, gençleri Suriye'ye savaşmaya gitmekten uzak tutuyor. Bu, İran'ın duruşuna ters. Suriye'deki sorunun Lübnan ve Irak'a taşması endişesi ve tehdidi bulunuyor. Yereldeki güçler bunu kuvvetlendiriyor ve ulusal güvenliği tehdit ediyorlar. Yine bu sorun hem El Kaide bağlantılı hem de El Kaide bağlantılı olmayan Suudi destekli cihad yanlısı Selefi grupların güçlenip büyümesine katkı yapabilir" diye konuştu.

-"Irak hükümeti Suriye'ye savaşmaya gidenleri görmezden geliyor"

Khoei, Irak'ın Esed rejimini destekleyen duruşunun İran'a itaat değil, kendi politikası ve stratejisinin hesaplarını yansıttığını belirtti. Khoei, daha önce Suriye'yi Irak'taki terörizmin yüzde 50 kaynağı olarak nitelendiren Bağdat'ın, şimdi binlerce Şii savaşçının Suriye'ye geçmesini görmezden geldiğini ifade etti.

Irak'taki Sünni politikacılar açısından Suriye konusunun, Suriye'deki muhaliflerin zafer kazanması halinde yerel rakiplerini zayıflatmanın fırsatı olarak görüldüğünü belirten Khoei, "Iraklı Sünni politikacılar, Esed'in düşmesi halinde Sünni hilalinden, Irak'ın batısının Suriye için kalkana dönüşmesinden ve 'Suriye'deki kardeşlerinin başardığını Iraklı sünnilerin tamamlaması gerektiği'nden bahsediyorlar" ifadelerini kullandı.

Khoei, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi bölgedeki Sünni güçlerin, Suriye muhalefetini ve yanı sıra Irak'ta Maliki muhaliflerini desteklediğini de öne sürerek, "Bu durum Bağdat yönetiminde, Suriye ve Irak sorununun Ortadoğu'daki Şii nüfuzunun kırılmasını amaçlayan ortak bir kampanya olduğu korkusunu güçlendiriyor" görüşünü dile getirdi.

Maliki'nin 2 ay önce bir Alman gazetesine "Birkaç yıl önce Türkiye ve birkaç körfez ülkesinin Şii aksını kırmaya çalıştığını ABD'ye anlattık" sözlerini aktaran Khoei, Maliki'nin bazı siyasetçiler ve gözlemciler gibi sorunu Ortadoğu'daki yeni bir soğuk savaş olarak gördüğünü gösterdiğini sözlerine ekledi.

Suudi Prof. Saleh Abdullah Al-Rajhi, Suriyelileri rejime karşı korumak için uluslararası korumaya ihtiyacı olduğunu ve trajediyi bitirmek için bölgesel ve uluslararası işbirliği gerektiğini söyledi. Rajhi, özellikle rejime finansal ve askeri yardım yapan İran'ın bu durumunun sorunun çözümüne yardım etmediğini ifade etti.

Osman Bahadır Dinçer ise Türkiye'nin Suriye politikasını "dağınık" olarak nitelendirebileceğini söyledi. Suriye konusundaki en önemli meselenin ülkelerinden kaçan Suriyeliler olduğuna değinen Dinçer, "Türkiye bu ölçüde bir göç akını beklemiyordu. Şu anda Türkiye'deki Suriyeli sayısı her gün artıyor ve hemen hemen bir milyona dayandı. Bu konu Türkiye'nin gelecek 5-6 yıldaki en önemli sorunu olma potansiyeli taşıyor. Türkiye bu insanları Türk toplumuna entegre etmek zorunda. Çünkü bu insanların büyük çoğunluğu ülkelerine geri dönemeyecek. Bundan sonraki soru Türkiye'nin bu insanları nasıl entegre edeceğidir" diye konuştu.

Haber Ara