Suriyeli çocukların büyük yükü
Suriye'deki savaştan kaçtılar, Türkiye’de yaşam kavgasının içine düştüler. Artık onlar, ailelerinin geçiminden sorumlu.
12 Yıl Önce Güncellendi
2014-05-08 11:57:25
Osman Halil henüz yedi yaşında. Salonun ortasında yetişkin edasıyla bir ayağını altına almış, diğerinin dizine kolunu yaslamış oturuyor. Tüm ailenin, hatta Kilis Çarşı Caddesi’nin maskotu. Atman, Suriye’de üçüncü yılını dolduran savaşın çabuk büyüttüğü çocuklardan. Suriye’den ayrılmak zorunda kalmasalardı bu sene ilkokula başlamış olacaktı.
Türkiye’deki on binlerce çocuk işçinin arasına en alt tabakadan katılan Suriyeli çocuk işçilerin peşindeki yolculuğumuzun ilk durağı Kilis. Kilis, savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan, özellikle Halep ve çevresinden gelen Suriyeli mültecilerin ilk durağı.
Atman’ı Kilis Çarşısı’nın kalabalık bir caddesinde sigara satan çocuklarla yürürken fark ettim. Küçük bir kutuya çikolata ve bisküvileri dizmiş, kirli pantolonu belinde durmuyor, bir eliyle sürekli çekiştiriyor; önünden geçen herkese “Ebii” diyerek kutusunu uzatıyor.
Renkli boyalı buzları değirmen gibi döndüren makinelerin önüne gelince çocuk tarafı ağır basıyor. Durup ceplerini yokluyor. Bir başka çocuk çıkıyor dükkânın içinden. “Buyur” diyor Arapça. Atman cebinden 50 kuruş çıkarıp uzatıyor. Vişne rengi buzu işaret ediyor. Satıcı küçük bir karton bardağı çıkarıyor, buz değirmeninin musluğunu açıp, koyu vişne rengi buzu akıtıyor bardağın içine. Sonra hızlı bir hamleyle bir pipet kapıyor, içine sokuşturuyor ve uzatıyor çocuğa. Atman hevesle alıyor bardağı, aceleyle ağzına götürüyor.
Halep’te savaş, Atman ve ailesinin yaşadığı muhaliflerin kontrolündeki Tarık Al Bab bölgesini vurunca kaçıp Kilis’e sığınmışlar. Atman’ın ailesi, halasının ve kuzeninin ailesiyle birlikte gelmiş. Yedi aydır Kilis’te yaşıyorlar.
Üç aile, kapıları ortak bir avluya bakan, üç küçük gecekonduya yerleşmiş. Savaşın ardından göç yollarının gurbet elde getirdiği zorlukları beraberce göğüslüyorlar. Atman'ın ailesinin payına ayda 200 lira kira düşüyor. Tüm ailede çalışabilen çok az kişi var. Atman’ın babası çok hasta olduğundan kimse ona iş vermek istememiş.
Üç ailenin gençlerinden tekstilde katlama işine gidenler var. İş düzenli değil, ihtiyaç oldukça çağrılıyorlar. Onların geliri evlerin kirasını ve faturaları ancak ödüyor. Diğer masrafların bir kısmı Kilis’teki acil yardım kuruluşlarının verdiği yardım çeklerine bakıyor. Ama onlar da ne zamandır gelmiyormuş.
10 yaşında ev geçindiriyorlar
Günlük ekmek ve yiyecek masrafı için Atman, ablası Ayşe ve halasının kızı Suad Halef’le sokakta çikolata ve bisküvi satıyor. Günün büyük bir bölümünü sokakta arılar gibi oradan oraya gezerek geçiriyorlar. Her kapıyı defalarca deniyorlar. Sadece öğle yemeği için bir ara eve dönüyorlar, karınlarını doyurup, biraz da dinlenip tekrar düşüyorlar yollara. Ayşe ve Suad 10 yaşında. Kutularındaki tüm bisküvileri satabilirlerse, kişi başı yaklaşık 20 lira kazanıyorlar. Suad’ın annesi lafa girip “Suriye’de haftada 3000 Suriye lirası (yaklaşık 40 TL) hepimizi rahat rahat geçindirirdi, yer içerdik. Şimdi ekmek masrafını zor karşılıyoruz” diyor.
Atman işini oyun gibi görüyor. Ancak Ayşe ve Suad için durum farklı. Onlar hem sokakta çalışmaktan, hem de dilenci gibi görülmekten çok rahatsız. İkisinin de çalışırken yüzü neredeyse hiç gülmüyor. Özellikle Suad’ı işe gitmek için zorlamaları gerekiyor. Ayşe biraz daha olgun karşılıyor durumu. Atman ise evden uzaklaştığı ilk anda kutudan bir çikolatanın paketini hırsla yırtıyor, paketi yere atıp, koca bir ısırık alıyor. Ablası Ayşe arkadan gülerek, “Yine yedi bak” diyor. Ona hemen Suad katılıyor, Atman yerse kendisinin de yeme hakkı var diye. Suad da açıveriyor bir tane.
Halil ve Halef aileleri savaşın en acı yüzlerine de tanık olmuş. Çocuklar sürekli açık olan televizyondan savaş haberlerini, bombalamaları Kilis’te de izlemeye devam ediyor. Atman televizyona daha ilgisiz. Ailede ondan da küçükler var. Televizyondan gelen bombalama seslerinden ürküyorlar. Yine de evde sürekli bir depresyon hali yok. Misafir ağırlamanın heyecanı herkeste seziliyor. Türkiye’ye geldiklerinden beri evlerine pek kimse uğramıyor.
Bir ara ailenin genç kadınları, erkeklerle, ailenin büyüğü ve Suad’ın annesi olan halayı televizyonda savaşla baş başa bırakıyor. Sessizce birbiri ardına terk ediyorlar odayı. Karşı eve geçiyorlar. Yağmur dinmiş, akşam olmadan biraz işe gitmek lazım. Suad’ın yüzü asılıyor, keyfi kaçıyor. Atman annesinin yanına dönüyor, yağmurda ıslanan elbiselerini değiştirecek, kuru elbiselerini giyecek. Ayşe hemen hazırlanıyor, avluya çıkıp bekliyor. Suad işe çıkmayı geciktirmek için her yolu deniyor. Annesinden azarı işitince çaresiz çıkıyor kapıya. O ayakkabılarını giyerken, ablası bisküvi sepetini tutuyor. Aile, evin reisini sabah işe uğurlar gibi geçiriyor çocukları kapıya, oradan sokağa.
"Gözümden sakınırdım, şimdi sokağa gönderiyorum"
Çarşıya kadar evin ağabeylerinden biri peşlerinden geliyor, biraz ortalığı kolaçan edip dönüyor. Çocuklar artık sokakta tek başlarına. İnsandan insana, dükkândan dükkâna, handan hana dönüp duruyorlar. Bir ara kaçakçıların merkezi olan, çeşit çeşit sigara kartonları, içi şişkin beyaz devasa çuvalların olduğu, tuhaf insanlarla dolu bir hana giriyorlar. Beni bile ürküten o handa, bir dolu adamın arasında küçücük Atman, orman yeşili gözlü güzel Ayşe ve masum yüzüyle Suad.
O arada Suad ortadan kayboluyor. Ayşe korkuyla Suad’ı arıyor. O anda içinde yaşadıkları tehlikenin gerçekliği daha da keskinleşiyor. Suad 10 yaşında küçük bir kız çocuğu; bir karanlık, rutubet kokulu, kaçak işler hanında…
Annesinin, “Biz Suriye’de mutluyduk, bir kişi çalışırdı, hepimize bakardı. Burada el kapısında aciz olduk. Ben kızımı gözümden sakınırdım, şimdi elimle sokağa gönderiyorum bize ekmek kazansın diye. Oysa biz onu geçindirip koruyacaktık. Dünyamızı tersine çevirdiler” sözleri çınlıyor kulaklarımda.
Sonra buluyoruz Suad’ı, yüzü asık, eli böğründe. Önceki gün düşmüş yolda. Böğrünün ağrıdığından ve yorulduğundan şikâyetleniyor. Ayşe, Suad’ı ortadan kaybolmaması için uyarıyor. Atman’ı da kolundan tutup çıkıyorlar handan, bir başka maceraya doğru...
Kilis’e sığınan Suriyeli mülteci çocukların para kazanmak için sokakta sattıkları her şey çikolata ve bisküvi kadar masum değil.
Sigara satan çocuklar
12 yaşındaki Umran Hilal ve 15 yaşındaki Hasan Al Ganim de Suriye’den gelip sokaklarda çalışmaya başlayan çocuklardan. Onları ilk defa kocaman kaçak sigara kutularını önlerinden geçenlere doğru şişirirken gördüm. Şöyle bir bakıp geçenlerin ardından muzip gülüşüyorlar, arada alacak gibi olanların ardından kısaca seğirtiyorlar. Yolun bizim de onları izlediğimiz tarafından iki genç adam ıslık çalıp el sallıyor çocuklara. Arabaları bile gözetmeden koşuyorlar. Alışveriş başlıyor. “Kent var ebi, bu da var, ekki (iki) buçuk” diyor kırık Türkçesiyle. Adam sigaralardan birini seçiyor. Umran boşalan yeri, elinde salladığı siyah torbanın içinden çıkardığı başka bir sigarayla dolduruyor, tablasını düzenliyor.
Umran ve Hasan aralarında sadece üç yaş olmasına rağmen aslında dayı ve yeğenler. Yani Umran, yaşça kendisinden büyük olan Hasan’ın dayısı. Hasan, Umran’ın en büyük ablasının oğlu. Halep’in Al Muyassar Mahallesi’nden gelmişler. Geleli altı ay olmuş. Kiralar çok pahalı olduğundan bir apartmanın en altındaki dükkânı kiralayıp yerleşmişler. Ayda 400 lira kira ödüyorlar. Elektrik ve su parası ayrıca ödeniyor.
Umran’ın 28 yaşındaki ablası kuaförde, 20 yaşındaki ablası ise dikim atölyesinde çalışıyor. Atölyede çalışan haftada 100 lira alıyor ama kuafördeki sadece bahşişle çalışıyor. Umran ve Hasan ise sigara satışlarından haftada kişi başı 60-70 TL civarında para kazanıyor. En pahalı sigaranın paketi 2,5 TL. Paranın bir kısmı yeniden sigara almaya ayrılıyor. Kalanlar da anneye, yani evin geçiminden sorumlu kişiye devrediliyor.
Umran’ın babası Türkiye’de iş bulamadığı için Halep’e dönmüş. Tablada sebze satıyor, arada gidip 20 gün kalıyor, sonra dönüyor biraz da ailesinin yanında kalıyor. Ailenin iki büyük endişesi var. Biri sürekli Halep’e gidip gelen baba, diğeri hâlâ Suriye ordusunda asker olan ve Şam’ın kırsalında savaşan ağabey.
Bir ablası, amcasının evine mermi isabet eden bir bombalamada ölmüş. Anne Şerife, Halep’te yaşanan bu olayı Türkiye’ye gelmelerinin esas nedeni olarak anlatırken ağlıyor. Umran ağlayan annesine sokuluyor, sonra bizim orada olduğumuzu hatırlayıp toparlanıyor, konuyu değiştiriyor.
Aileyle tanışma ve sohbet merasimi bitince yeniden işe çıkıyoruz. Sigara dolu kutular ve siyah torbalar toparlanıyor, terlikler giyiliyor. Tüm günü çarşıda, ellerinde sigara kutularıyla dükkânlara ve kahvelere girip çıkarak, sokakları bir aşağı bir yukarı arşınlayarak geçiriyorlar. Her gün sabah erken çıkıp, akşam beş, beş buçuk gibi eve dönüyorlar. Arada öğle yemeği ve dinlenme için eve geliyor, öğleden sonra yeniden sokağa çıkıyorlar. Sıradan bir işe gider gibi.
Bir ara Umran ve Hasan’ın kalabalık görüp hevesle seğirttikleri bir kahvehanenin merdivenlerinde uzun boylu esmer bir adam önlerini kesiyor. Çocukları kovalamaya hazırlanırken bizim uzaktan izlediğimizi ve elimizdeki kamerayı fark ediyor. Vazgeçiyor. Çocuklar masaların etrafına yanaşıyor. Bir ya da iki sigara satıyor, en köşedeki masalardan birinde oyun oynayan adamlardan biri, yanına yanaşan Umran’a küfrediyor ve kovalıyor. Umran, mahcup olup uzaklaşıyor.
Saatlerin ardından Hasan yorulduklarını söylüyor. Çocuklar yolun ortasında, arabaların arasında bir yüksek kaldırımın kenarına oturuyor. Umran az geriden kendilerine doğru gelen zabıta arabasını görüp, panikliyor. Onların harekete geçmeye vakti kalmadan, araç yanlarına varıyor. Doblo tipi aracın, ön yolcu koltuğuna oturmuş, açık camdan kolunu dışarı sallandırmış bir zabıta memuru çocuklara uzanıp, elini öne doğru sallayarak küfrediyor. “Git, uzaklaş” işareti yaparken “Gidin lan, s... buradan” diyor. Çocuklar panikle ayağa kalkıyorlar ama araç geçip gidiyor. Ne zabıta meselenin üzerinde duruyor, ne de aracın uzaklaştığını gören çocuklar istiflerini bozuyor.
Aksam eve çıplak ayaklardaki, yırtık terlikler yere sürülerek bitap dönülüyor. Sofra kurulana dek ailede sohbet bitmiyor. Çalışanlar ve iş aramaya çıkmış olan enişte de dönüyor. Eve geldikten sonra lavaboya gitmeye üşenen Umran anneden azarı işitiyor. Ağır, isteksiz kalkıyor.
Yemeğin ardından günün hesabı anneye devrediliyor. Hemen sonra Umran annesinin kucağına yüzüstü sığışıp uyuklamaya başlıyor. Günün en güvenli, en rahat anı da saçlarını parmaklarıyla kurcalayan annenin kucağında uyuklamak oluyor. Yarın yeni bir işgünü.
Onur Burçak Belli/Aljazeera
SON VİDEO HABER
Haber Ara