Numan Kurtulmuş: 'Başbakan'a şah-mat dediler'
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, 17 Aralık'ta Başbakan Erdoğan'a 'sen yoksun artık' denildiğini ve Cumhurbaşkanlığı seçiminin sabote edilmek istendiğini söyledi.
12 Yıl Önce Güncellendi
2014-04-19 14:28:05
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ‘Bugünkü şartlarda gelecekle ilgili siyaset planım yok’ sözlerinden sonra, Gül’ün kendisi için başbakanlık yolunu kapattığı yorumları yapılıyor. Bu durumda Erdoğan Çankaya'ya çıkarsa Başbakan kim olacak sorusu da gündemde.
Erdoğan’ın Köşk’e çıkması durumunda, başbakanlık için adı geçen isimlerden biri, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş.
Kurtulmuş, cumhurbaşkanlığı seçimi, Hükümet-Cemaat kavgası, Başbakan ile Cumhurbaşkanı arasındaki üslûp farkı hakkında görüşlerini Al Jazeera'ye açıkladı.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı, İstanbul'da Al Jazeera'ye konuştu.
Başbakan’ın üçüncü dönemden sonra da devam etmesi konusunda partide nasıl bir düşünce ağır basıyor? Milletvekilleri arasınd abir anket yapıldı. Hangi fikir öne çıkıyor?
Önce şunu ifade etmek lazım ki Türkiye’de yüzde 45,5 almış bir siyasi parti var. AK Parti’nin bundan sonra nasıl yol alacağı sorusu aslında Türkiye’nin nasıl bir yol alacağı sorusuyla eş anlamlıdır. Burada sayın Başbakanımız son derece hassas davranıyor. Hem cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda hem de üç dönem ya da başka konular hususunda. Öyle görünüyor ki siyasetteki arkadaşlarıyla, yol arkadaşlarıyla, milletvekilleriyle, parti teşkilatı mensuplarıyla, delegelerle, yakın çevresiyle bir müddet daha çok derin istişareler yapacak. Bu istişareler sonucunda hem kendi cumhurbaşkanlığı kararıyla ilgili olarak hem diğer konularda görüşlerini ortaya çıkartacak, netleştirecek.
Şu aşamada sadece bunların böyle açıkça sorulması bile Türkiye demokrasisi için çok önemli bir gelişmedir. Sonuç ne çıktı, ne etti bunları hiçbirimiz bilmiyoruz. Ama sonuçta insanların hepsinin samimi olarak fikirleri soruldu. Bir kısım arkadaşlarımızı o toplantıda görüşlerini ifade etti, yazılı olarak bu sorulara cevaplar verildi. Dolayısıyla sonuçlar bir yerde toplanacak, sayın Başbakanımızın önünde toplanacak ve o da o istişareleri değerlendirerek gerekli düşüncelerini, kararlarını ortaya koyacak diye düşünüyorum. Sağlıklı bir süreç işlemeye başladı, devam edecek. Sonucunda da bu gelişmelerle ilgili kararlar alınacak.
Başbakanın köşke çıkması durumunda Numan Kurtulmuş ismi de başbakanlık için sayılanlar arasında. Başbakanla bu konuda hiç konuştunuz mu? İsminizin geçmesi konusunda ne düşünüyorsunuz? Ak Parti’ye gelirken böyle bir gelecek beklentiniz var mıydı?
Hayır, hiçbir zaman olmadı. Bu kadar yıl siyasetin içerisindeyim, hiçbir döneminde kendi şahsımla ilgili kişisel bir hesabım olmadı, kendi şahsımla ilgili kişisel bir meseleyi de hiç kimseyle konuşmadım. Ak Parti’ye geçerken de sayın Başbakanımızla böyle bir meseleyi konuşmuş değiliz. Ancak bunların kamuoyunda, parti çevrelerinde, insanlar arasında konuşuluyor olması bizim irademizin dışında gelişen işlerdir. Ben şahsen AK Parti’nin geleceğinde kişiler üzerinde konuşmak yerine fikirler üzerinde konuşmayı doğru bulurum. AK Parti’nin esasında 2012 kongresiyle başlayan süreçte ve özellikle bu seçimlerde sayın Başbakanımızın üslubu, siyaset tarzı ve seçim sonrasında ortaya çıkan havada AK Parti, sadece bir siyasi parti olmanın çok ötesine geçmiştir. AK Parti hakim bir siyasi hareket haline gelmiştir. Bakın bütün zorluklarına rağmen yüzde 45,5 oy almış bir siyasi lider olarak sayın Tayyip Erdoğan balkon konuşmasına çıkıyor ve diyor ki; “biz dün yoktuk, yarın da olmayacağız. Bizim meselemiz dava taşını gediğine koymaktır”.
Önümüzde iki tane sorumluluk var. Milletimiz bir ödev verdi; bunlardan bir tanesi yeni Türkiye’nin inşasıdır. Yani yeni anayasasıyla, demokrasideki bütün vesayet odaklarını kaldırmış, ileri bir demokrasi ile yeni bir Türkiye’nin kurulmasıdır. Reformlarını tamamlamış bir Türkiye’nin kurulmasıdır. İkincisi ise bizim medeniyetimizin yeniden ihya ve inşa edilmesidir. Şimdi AK Parti’nin önündeki esas milletin verdiği ödev budur. Ahmet, Mehmet, Hasan, Hüseyin meselesi benim açımdan bir mesele değildir. Millet de bununla ilgilenmiyor. Millet de bu seçimde AK Parti’ye dedi ki, “ey AK Parti, ben irademi Tayyip Erdoğan’ın şahsında size, bu partiye veriyorum. Siz de yeniden bu medeniyeti ihya ve inşa edecek söyleminizi ortaya koyun. İcraatlarınıza devam edin. Türkiye’yi güçlü bir Türkiye, büyük bir Türkiye, öncü bir Türkiye kılacak, yeni bir Türkiye haline getirecek icraatlarınıza devam edin.” Dolayısıyla asıl olan budur, AK Parti’nin geleceğini belirleyecek olan bu iradenin ne kadar sağlam bir şekilde tecelli edeceğidir. Buradaki fikri gücün ne kadar güçlü bir şekilde siyasete yansıyacağıdır. Bunları yapabildiğimiz takdirde AK Parti Türkiye’de hâkim parti haline gelecektir. 2023 projesi diyoruz ya, 2023’te, 2071’de bu partinin hazırlayacağı süreçler olacak. Dolayısıyla ben kendi şahsımla ilgili herhangi bir şeyi konuşmayı da edebe aykırı bulurum. Başka birisinin şahsıyla ilgili konuşmayı da doğru bulmam. Mesele fikirlerdir, yeni Türkiye’nin inşasıdır, büyük medeniyetimizin yeniden ihyası ve inşasıdır.
Parti başkanlığı ve Başbakanlığın ayrı isimlerden oluşması formülü Türkiye’de uygulanma ihtimali olan bir formül mü? Bu Türkiye’ye uyar mı?
Bütün bunların hepsi, hatta cumhurbaşkanlığı meselesi dâhil olmak üzere, bunların hepsi medyada kamuoyunda konuşulur. Siyasetin doğası biraz da bu. İnsanların büyük çoğunluğu bu kulisler üzerinden siyasetle ilgilenirler. Dolayısıyla bunların hiçbirisiyle ilgili bugüne kadar parti içerisinde, yetkili kurullarımızda konuşulmuş bir şey yoktur.
Sayın başbakanımız cumhurbaşkanlığı süreci ile ilgili istişareyi başlattı. Ondan evvel bunların hiçbirisi partinin hiçbir platformunda konuşulmadı. Yeri gelir bunlar konuşulur. Bundan sonra mühim olan AK Parti’nin yürüyüşüdür; AK Parti’nin vesayetle yapacağı mücadeledir, paralel yapıyla yapacağı mücadeleler yakın planda, uzun dönemde, orta planda yeni Türkiye’nin inşasıdır, büyük medeniyetimizin inşasıdır. Bu çerçevede tabii ki bunun somut alanları olacak, bunlar da konuşulur. Nasıl olur, ne biter bunlar parti içinde konuşulduktan sonra netleşecek olan hususlardır.
Hükümet-Cemaat çatışması devam edecek mi? Başbakan neredeyse bütün seçim kampanyasını bunun üzerine kurdu. Beklenen ne? Nasıl bir yol izlenecek?
Bu Türkiye’nin ilk kez karşılaştığı bir vesayet düzeneği değildir. Geçtiğimiz dönemlerde de Türkiye’de mesela 2007 yılında Cumhurbaşkanını seçtirmek istemeyen bir vesayet odağı vardı. 367 garabetini ortaya çıkardı. Hatta AK Parti hakkında hemen kapatma davası açıldı. Bunlar Türkiye’nin hafızalarında olan canlı şeylerdir. 28 Şubat dönemine gidin, o zamanki iktidarı apar topar iktidardan indiren vesayet düzenekleri vardı. Yüksek yargıyı, yüksek yargıdaki savcıları, yargıçları kullandılar. O zaman da o gün iktidarda olan Refah Partisi hakkında kapatma davası açıldı. Türkiye tüm bunları geride bıraktı.
Askerin vesayetini, yargı vesayetlerini çok yakından hissetmiş, demokrasi bakımından da şerbetlenmiş bir ülkedir. Biz demokrasiyi sokakta bulmadık. Türkiye 64 yıldır büyük bir demokrasi mücadelesi veriyor. Başbakanı asıldı, başbakanının altından zorla koltuk alındı. Beş kere askeri müdahale yapıldı. Kapalı odalarının içerisinde konuşarak Türkiye’de siyaseti şekillendirmek isteyen işadamları derneklerinin taarruzları ile Türkiye karşı karşıya kaldı. Türkiye bir takım lobilerin, bir takım locaların tehdidi altında kaldı. Bir takım paralel yapıların tehdidi altında kaldı geçmişte. Biz bunları görmüş ve geçirmiş olan bir milletiz.
Türkiye bu paralel yapıyla da mücadele etmesini bilecek ve bunları geriye atacaktır. Şimdi bakın, öylesine ciddi bir sonuçla karşı karşıyayız ki, efendim yolsuzluk operasyonu diyorlar. Kardeşim yolsuzluk operasyonu yapıyorsan MİT’in tırlarını neden durduruyorsun? Yani MİT’in Suriyeli Türkmenlere göndermiş olduğu yardım malzemelerinin yolsuzluk operasyonu ile ne ilgisi vardır? Ya da yolsuzluk operasyonu yapacak idiysen, neden 7 Şubat’ta MİT başkanını derdest ederek hükümete karşı bir darbe teşebbüsünü başlatıyorsun? Hadi bunları da geçtik. Dışişleri bakanlığında en üstü düzeyde yapılan toplantıları dinlediğini söylüyorsun ve bunları deşifre ediyorsun. Bunlar bilinenler. Kim bilir bilinmeyen neler var. Bunları niçin dinledin? 2 yıl içinde 509 bin kişiyi dinlemişsin. Allah aşkına böyle bir şey olabilir mi? Böyle bir devlet hizmeti olur mu, böyle bir millet hizmeti olur mu? Siz Türkiye’nin Başbakanı ile bakanları arasında kriptolu telefonlar üzerinden yapılan konuşmaları kaydediyorsunuz, böyle bir şey olabilir mi? Bardak taşmıştır, buna hiçbir devlet müsaade etmez. Yani sadece Türkiye değil, bunlar bugün çok ileri demokratik ülkeler dediğimiz ülkelerde olsaydı, diyelim ki İngiltere’de, Fransa’da, Amerika Birleşik Devletleri’nde falan olsaydı yer yerinden oynardı ve bütün bunları yapanların gerçekten burnundan fitil fitil getirilirdi.
Türkiye de bunu yapacaktır. Bu devletin bekası meseledir. Hükümet meselesini çoktan geçtik, AK Parti’yi beğenmeyebilirsiniz, başka bir partiyi iktidara getirisiniz. Bunun yolu, kirli paslı bir takım yollara sapmak değildir. Gelir partilerden birisinin içerisine girersiniz, desteklersiniz. Beğenmiyor musunuz? Yeni bir parti kurarsınız. Bu fakir, bunu 2009’da söyledi. 2009 yılında eğer siyasete bu kadar çok net giriyorsanız, sadece sivil toplum faaliyetleri ile yetinmiyoruz, siyaset yapacağız diyorsanız, buyurun gelin partinizi kurun. Doğrusu da budur. Türkiye’de açık bir demokrasi vardır. Burada tabii ki yasalar çerçevesinde, hukuk içerisinde kalınarak, kim devletin gücünü kullanarak kendisine ait olmayan bir yetkiyi kullanmışsa bunların hepsinin hesabı sorulur, hepsinin mahkemelerde gerçekten sonuçları ortaya çıkar ve Türkiye bu tehdidi de, bu paralel yapı adını verdiğimiz tehdidi de geride bırakmış olur. Çünkü Türkiye bunların çok benzerlerini, dik alalarını geride bırakmış olan bir ülkedir.
Devlet vesayete müsade etmez diyorsunuz. Hangi somut adımları atacaksınız?
İşte atılıyor, mahkemeler açılıyor, deliller bulunuyor. Bunlar bizim işimiz değil, siyasetin işi değil. Bu savcıların işidir, polis, emniyet teşkilatı delilleri bulacaktır, savcılar mahkemelerini açacaktır, hâkimler de bu mahkemeleri devam ettirecekler. Biz peşinen bu suçlu, şu suçlu diye ilan ederek mahkemelere yön verecek noktada değiliz. Bundan sonra da soruşturmalar mahkemelerin işi.
Gezi olayları sürecinde, 17 Aralık’ta ve Hükümet-Cemaat kavgası boyunca Başbakan ile Cumhurbaşkanı arasında kayda değer bir üslup farkı vardı. Bu üslup farkını nasıl yorumlamak gerekir?
Çok açık söyleyeyim, bu ne Sayın Başbakanımızın kendisinin şahsi kavgasıdır, ne de Cumhurbaşkanımızın ya da başka birimizin şahsi kavgasıdır. Bu aslında siyasi bir rekabet de değildir. Yani doğrudan doğruya birileri çok iyi planladıkları bir operasyonla “şah mat” demişlerdir. Kime şah mat dediler? Sayın Başbakanımıza şah mat dediler. Seni indireceğiz dediler, hatta o soruşturmalarda öylesine şeyler oldu ki, Başbakanınız 30 Mart’ı göremeyecek diye tehditler yapıldı. Türkiye’nin çözüm sürecini baltalamak, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine müdahale etmek istediler. Türkiye’de ekonomik kriz çıkarmak istediler. Türkiye’yi Ukrayna’dan bin beter hale getirip, yönetilemez hale getirmek istediler. Kuzey Irak petrollerinde Türkiye’nin pay sahibi olmaması, orada bir rol oynamaması için baskı yapanlar oldu.
Sayın Başbakanımız bir sabah aklına geldi, ya ben bu mücadeleyi başlatayım dediği için böyle bir mücadele olmadı. Birileri Başbakan'a dediler ki "şah mat, sen yoksun artık". Başbakan da bunun gördü. Yani bir Başbakan rahatsızlığı sırasında hastanede ameliyat masasında iken o ülkenin Milli İstihbarat Teşkilatı’nın başkanını almak operasyonu hangi cüretin sonucu? Böyle bir şey olabilir mi? Hadi bakalım İngiltere’de, Amerika’da biri bunu yapmaya kalksın. Dolayısıyla kendisine şahsi olarak şah mat denmiş, Türkiye’nin meşru seçilmiş meşru hükümetini indirmek üzere hareketlenmiş olan bir darbe teşebbüsünü gören, çok iyi hazırlanmış olan bir planı gören bir Başbakan, son derece haklı olarak sahaya çıktı ve bu yapının bütün görünür unsurları ile mücadele etmeye başladı. Halk da bunu gördü, 'buna müsaade etmeyeceğim' dedi. Yani bu Türkiye’nin önünü kesme, Türkiye’yi büyük bir siyasi türbülansın içine sokma operasyonuydu. Başbakanımız da bu olayı gördüğü için doğru bir istikamette mücadelesini sürdürdü.
Tam da bu esnada ortaya çıkan üslup farkı?
Burada tehlikeyi bütün boyutları ve taraflarıyla görmüş olan sayın Başbakanımızdır. Bu tehditlerin bütünüyle, öncelikli olarak kendi şahsına yapılmış olan kişi sayın Başbakandır. Üslup farklılığı olabilir, ama sonuçta bir realite var. Üslup meselesiyle geçiştirelemeyecek kadar önemli bir meseledir bu. Türkiye’de devleti işlemez hale getirme girişimi vardır.
Bana AK Parti’nin 12 yıllık icraatları arasında yaptığı en önemli icraatı nedir diye sorarsanız en öne koyduğum işlerden biri referandumla cumhurbaşkanının halkın doğrudan doğruya seçmesinin önünün açılmasıdır. Cumhurbaşkanlığı müessesesi eski Türkiye’nin emniyet sübabıydı. Bütün işler yapılır, millet iradesini orada burada, Anayasa Mahkemesi’nde, HSYK’da, MGK’da önleyemezseniz son olarak cumhurbaşkanlığı mekanizması devreye girerdi. Sayın Ahmet Necdet Sezer’in AK Parti’nin ilk dönemlerinde nasıl bir veto mekanizması olarak kullanıldığını unutmayın. Neredeyse AK Parti hiçbir atamayı gerçekleştiremedi, neredeyse çıkardığı yasaların bütününe yakını Köşk’ten geri döndü. Böylesine bir Türkiye yönetilebilir bir Türkiye miydi?
Eski Türkiye’de cumhurbaşkanlığı kapalı kapılar ardında siyasi elitlerin oturup karar verdiği, milletvekillerinin de indir elini, kaldır elini oyladığı bir makamdı. Ta 1961’de rahmetli Prof. Ali Fuat Başgil cumhurbaşkanı olmak için Ankara’ya gitti. Ensesine silah dayadılar, hadi dediler, marş marş, akserler İstanbul’a geri gönderdiler. O günden itibaren bütün cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ali Cengiz oyunları oynandı. Bir kısmı tuttu bir kısmı tutmadı ama sonuçta hepsi milletin iradesiyle değil, daha çok kapalı kapılar arkasında yapılan pazarlıklarla şekillendi. Şimdi çok şükür devrim niteliğinde bir adım atılıyor. Bu milletin gerçekten bundan sonra doğrudan doğruya seçeceği bir cumhurbaşkanlığı seçimiyle karşı karşıyayız. Bırakın bu millet ağız tadıyla bunun bir zevkine varsın, tadını çıkarsın. Bu bir demokratik gelişmedir, büyük bir demokratik eşik aşılmıştır. Çok net olarak söylüyorum, bundan sonra bu memlekette hiçkimse artık öyle kolay kolay milletin tasvip etmediği birisini cumhurbaşkanılığı makamına doğru itekleyemeyecek. Kimse kapalı kapılar arkasında hesaplar yapamayacak. Öyle millettin şarkısıyla, türküsüyle, medeniyetiyle, değerleriyle, inançlarıyla, kültürüyle , tarihiyle, geçmişiyle, bilinciyle ilgilsi olmayan, milletin camisiyle mescidiyle ilgisi olmayan kimse bundan sonra cumhurbaşkanı seçilemeyecek.
Birileri işte onun için bu 30 Mart seçimleri öncesinde aman dediler, ip elimizden kaçıyor, bu ipi yakalamamız lazım, bu millet bir de cumhurbaşkanını kendisi seçerse, bu millete güvenilmez, bunlar davulcuya zurnacıya kaçabilirler diye her türlü manipülasyonu yapmaya çalıştılar. Bu millet, iradesini ortaya koydu 30 Mart’ta. Çok net söylüyorum, 30 Mart’taki seçim sonuçları sayın Başbakanımızın, eğer kendisi isterse, karar verirse cumhurbaşkanlığı önündeki engelini kaldıran bir vizedir. Millet demiştir ki biz bundan sonraki süreçte Tayyip Erdoğan’ı eğer ki isterse cumhurbaşkanlığı köşkünde görmek isteriz. Bu iradeye karşı cumhurbaşkanı kim olur tartışmasını başlatmayı millet iradesine saygısızlık olarak görürüm. Şartlar öyle gerektirir, kendisi oraya çıkmak istemeyebilir, yaptığı bütün istişareler sonucunda, Türkiye’nin menfaatlerine şu daha fazla faydalıdır kanaatine sahip olabilir, onu bilmem. Ama milletin verdiği mesaj net: Biz Tayyip Erdoğan’ı cumhurbaşkanlığında görmek istiyoruz. Vakti zamanı gelir, bütün istişarelerden sonra karar verilir, ona göre o süreçte hepimiz görüşlerimizi söyleriz, hepimiz kanaatlerimizi ifade ederiz. Sonuçta sayın Başbakanımız kararını nasıl verirse o şekilde hareket edilir.
( Al Jazeera )
SON VİDEO HABER
Haber Ara