AA muhabirine açıklama yapan Yalçın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkiye'de hali hazırda uygulanmakta olan seçim sisteminde birtakım değişiklikler yapılabileceği belirttiğini, bu kapsamda gündeme gelen 3 seçeneğin, mevcut sistemin devam ettirilmesi, mevcut sistemde yüzde 10 olan seçim barajının yüzde 5'e indirilerek seçim çevrelerinin her bir seçim çevresinden 5 milletvekili çıkacak şekilde tanzim edilmesi ve mevcut sistemin tamamen değiştirilerek dar bölge çoğunluk sistemine geçilmesi olduğunu aktardı.
Çoğunluk sistemlerinin, en çok oy alan adayın seçildiği yöntem olduğunu ifade eden Yalçın, çoğunluk sistemlerinin oyların adil dağılımını yansıtan bir parlamentoyu değil, açık bir galibi amaçladığını dile getirdi. Nispi temsil sistemlerinin ise oyların sandalyelere dönüşümünde orantılılığı amaçlayan her türlü seçim usulü olduğunu bildiren Yalçın, çoğunluk sistemlerinde bir seçim çevresinde en çok oy alan adayın seçildiğini, nispi temsilde ise adaletli ve orantılı bir dağılımın söz konusu olmasına gayret gösterildiğini vurguladı.
Çoğunluk sistemlerinde seçmen oylarının belli siyasi partilerde toplanmaya zorlandığını, bunun da ülke düzeyinde iki partinin birbiriyle yarıştığı bir siyasi istikrar zemini hazırlayabileceğini anlatan Yalçın, nispi temsil sistemlerinin çok partili sistemler oluşturma kapasitesine sahip olduğunu kaydetti. Seçim çevrelerinin belli bir partinin alacağı oyların hesaplanarak belirlenmesi halinde söz konusu siyasi partinin, seçimlerde diğer partilere karşı avantajlı bir konuma gelebildiğini öne süren Yalçın, "Seçim çevrelerinin sınırlarını kasten, kazanacak şekilde çizme biçiminde tezahür eden bu uygulamanın anayasa hukuku ve siyaset bilimindeki adı Gerrymandering'dir. Kamuoyuna sunulan tekliflerden anlaşıldığına göre AKP, seçim çevrelerini kendi yararına sonuç verecek şekilde düzenlemenin peşindedir. Bunun adı da Recepmandering'dir" değerlendirmesini yaptı.
Daraltılmış bölge uygulamasının seçim çevresinde yapılacak bir değişikliği ifade ettiğini, söz konusu değişikliğin belli bir partinin kazanacağı şekilde yapılmasının ise bu partiye diğerlerine oranla "hatırı sayılır bir avantaj" sağlayacağını öne süren Yalçın, bu sistemde her bir seçim çevresinden çıkan sonuçların "orantısız ve adaletsiz" olacağını savundu.
Dar bölge seçim sistemine geçilmesinin, Türkiye'de uygulanan nispi temsil sisteminin kökten değiştirilerek çoğunluk sistemine geçilmesi anlamına geldiğini ileri süren Yalçın, şöyle devam etti:
"Bir ülkedeki parti sistemi değiştirilmek istendiği takdirde o ülkedeki tarihi ve sosyolojik koşulların da dikkate alınmasını gerektirir. Yani bir ülkede kemikleşmiş, zorlanamaz azınlıklar varsa, çoğunluk sistemi, kendisinden beklenen faydayı sağlayamayacağı gibi temsilde adaleti göz ardı ettiği için siyasal sistemde ciddi sıkıntılara sebep olabilmektedir. O halde Türkiye'de seçim sisteminde yapılacak bir değişiklikte siyasi partilerin uzlaşması ve seçim sistemlerinin farklı unsurlarını göz önüne alarak hareket etmesi gerekmektedir. Aksi takdirde seçim sisteminde yapılacak bir değişiklik, büyük çaplı meşruluk krizlerine yol açabilecektir. Zaten AKP, d'Hondt sistemiyle birinci parti olması sayesinde oy oranlarının üzerinde temsil edilmektedir. 'Daraltılmış bölgeli sistem' kabul edildiği takdirde, iktidar partisi aldığı oya oranla çok daha fazla milletvekilliği elde edecek, ilk iki partiden geriye kalanlara oy veren seçmenlerin oyu boşa gidecektir. Bu durum ise temsilde adaleti tamamen ortadan kaldıracak bir tablo ortaya çıkaracaktır."
-"AKP, çareyi de d'Hondt sisteminden kurtulmakta görmektedir"
Yalçın, d'Hondt sisteminin Türkiye'nin gerçeklerine daha uygun olduğunu ve muhalefet partilerinin hakkının çoğunluk partisi karşısında daha fazla koruduğunu aktararak, Türkiye'nin o günkü şartlarında seçim sisteminde yapılan bu değişikliğin, temsilde adalet ve istikrarı esas alacağı düşüncesiyle yapıldığını belirtti. Yalçın, "Bunun içindir ki AKP, şimdiye kadar girdiği seçimlerde aldığı yüksek oy oranıyla mevcut sisteme göre daha fazla milletvekili çıkarabileceğini hesaplamakta, çareyi de d'Hondt sisteminden kurtulmakta görmektedir" dedi.
D'Hondt sisteminin Arjantin, Avusturya, Belçika, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Doğu Timor, Ekvador, Finlandiya, Galler, Hırvatistan, İskoçya, İsrail, İzlanda, Japonya, Kolombiya, Macaristan, Makedonya, Paraguay, Polonya, Portekiz, Romanya, Sırbistan, Slovenya ve Şili'de yaygın olarak kullanıldığını hatırlatan Yalçın, d'Hondt sisteminin dar bölgelerde oyları fazla olan partilere büyük avantaj sağladığını vurguladı.
"AK Parti'nin daraltılmış bölge sistemine geçerek kendisinden daha az oy alan partiler karşısında ekstra avantajlı konuma ulaşmak istediğini" ileri süren Yalçın, seçim bölgelerinin 5 milletvekiliyle sınırlanması önerisini "sinsi bir tuzak" olarak nitelendirdi ve dar bölgeli sisteme geçişin ise iki büyük partinin haricinde kalanları dışarıda bırakacağını iddia etti. AK Parti'nin milletvekili hırsızlığına soyunduğunu öne süren Yalçın, "AKP'nin bütün çabası TBMM'deki siyasi tabloyu tamamen lehlerine çevirecek bir seçim sisteminin yasalaştırılması üzerinedir. İktidar partisinin dar bölge sistemine geçmek istemesinin sebebi budur. Hesabı, illeri çeşitli seçim çevrelerine bölerek fazladan avantajlı hale gelmek ve özellikle oylarını daraltılmış bölgelerde küçülttüğü MHP'nin milletvekilliklerini çalmak üzerinedir. Milyonlarca seçmenin oyuyla meclise giren bir partinin saf dışı bırakılmak istenmesinin demokratikleşme ile ne kadar bağdaştığını milletimizin takdirine bırakıyoruz. Dar veya daraltılmış bölge sisteminin tercih edilmesindeki bir başka amaç da kamuoyu yoklamalarına göre oy kaybı yaşayacağı anlaşılan AKP'nin muhtemel bir seçim bozgununa uğramasını önlemektir" diye konuştu.
Dar veya daraltılmış bölge sisteminin ayrışma ve kamplaşmaya da zemin hazırlayabileceğini anlatan Yalçın, farklı seçim çevrelerinde Türk-Kürt, alevi-sünni, laik-antilaik mücadelesi yaşanabileceğini savundu. Yalçın, şunları söyledi:
"Halbuki d'Hondt sistemi genelde büyük partilerin yararına işleyen bir sistemdir. Bunu daha ileri götürerek büyük partilere ekstra avantaj sağlayan herhangi bir sistemin kabul edilmesi, temsilde adalete darbe vuracaktır. Bunun yerine birden çok partiyle temsil edilen muhalefetin de mecliste yer almasına elverişli sistemler tercih edilmelidir. Şayet Seçim Kanunu'nda bir değişikliğe gidilecekse bu temsilde adaleti azami surette sağlayacak bir sistem olmalıdır. Mükemmel olmasa da nispi temsil esaslı barajlı d'Hondt sistemi Türkiye'nin şartlarına daha uygundur. Bu sistemde siyasi partilerin kendi adları ile seçim ittifaklarının mümkün hale gelmesi ise daha isabetli olacaktır."
-"Yüzde 10, dünyada başka ülkede yok"
Yalçın, 2839 sayılı kanunda 1987'de yapılan bir değişiklikle, d'Hondt sistemi yanında ülke genelinde yüzde 10 genel baraj da öngörüldüğünü hatırlatarak, böylece siyasi partilerin TBMM'de temsil edilmelerinin ülke genelinde yüzde 10'un üstünde oy almaları şartına bağlandığını belirtti. Yüzde 10 genel barajın, dünyada başka herhangi bir ülkede bulunmadığına işaret eden Yalçın, var olan genel barajların Avrupa ülkelerinde genelde en fazla yüzde 5 civarında olduğuna işaret etti.
Türkiye'de 1968-1980 yıllarında uygulanan barajsız d'Hondt uygulamasının istikrarsız ve güçsüz siyasi iktidarlara neden olduğunu ifade eden Yalçın, bu sistem nedeniyle istikrarlı bir hükümet kurulmasının zorlaştığını dile getirdi. Türkiye'de 1987 sonrasında yapılan seçimlerde alınan sonuçların parlamentoda güçlü hükümetlerin oluşmasını sağlamasının ülke barajının bir sonucu olduğunu öne süren Yalçın, şunları kaydetti:
"Yüzde 10 ülke barajı, en fazla oy almış siyasi partinin aldığı oy oranının üzerinde bir milletvekili sayısına sahip olmasına yol açmaktadır. İstikrar ve adalet arasında bir tercih yapmak gerektiğinde, günümüz şartlarında ülkemizin istikrarlı ve güçlü hükümetlerle yönetilmesinin Türk milletinin çıkarına olması gerçeği, bizleri yüzde 10 ülke barajının devamına taraf olmaya yöneltmektedir. Yaşanılan iç ve dış tehditler karşısında Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 'ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü korumaya' ve ülkenin istikrarlı bir biçimde kalkınmasını sağlayacak kadroların iktidara gelmesine katkıda bulunacak yüzde 10 ülke barajının, günümüz şartları itibariyle devamında sakınca yoktur. Ülkenin anılan sorunlarının çözümü halinde, bu nevi barajlara hiç ihtiyaç kalmayacağından, tabiidir ki tümüyle barajlardan arınmış seçim uygulamaları da mümkün olacaktır."