İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin gerekçeli kararında, "Susurluk Davası"nın en dikkat çeken özelliklerinden birinin önceye ait herhangi bir şikayete dayalı olağan soruşturma aşamasının bulunmayışı olduğu belirtildi.
Sıradan bir adli vaka için söz konusu olan soruşturma sürecinin fiili imkansızlık nedeniyle burada işletilemediği aktarılan kararda, şu ifadelere yer verildi:
"Çünkü bu olayın öncesine dair herhangi bir ihbar, şikayet, teknik takip, ev veya iş yeri araması, el koyma işlemi, iletişim tespiti delil toplama bulunmamaktadır. Soruşturma, içinde milletvekili, emniyet müdürü ve firari bir zanlının bulunduğu aracın ölümlü bir trafik kazasına karışmasını müteakip başlamıştır. Yani önceye dayalı bir tahkikat yoktur. Sonuç olarak gerek yukarıda anlatılan nedenler, gerek Ergenekon terör örgütünün bir birimi olan Susurluk Çetesi'nin etkin olarak kullandığı propaganda teknikleri ve gerekse örgüt disiplininden kopmayan sanıkların geliştirdikleri savunmalar nedeniyle yapılan soruşturma tekamül ettirilememiş, bir tarafından yakalanan derin yapının bütününü kapsayacak bir soruşturmaya girişilememiştir."
Susurluk Davası'nda, olayın kendine özgü durumu nedeniyle sınırlı sayı ve içerikte delil ve sanığa ulaşılabildiği, kapatılan Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin gerekçeli kararında, ulaşılabilen bu sınırlı yapı ile ilgili önemli tahliller yapıldığına işaret edilen gerekçeli kararda, şöyle devam edildi:
"Gerekçede; 'Sanıkların savunmalarına göre, bu olayı da hiçbir menfaat düşünmeden devletin çıkarları için yapmışlardır ve bu konudaki gelişmeler de devlet sırrıdır, açıklanması kendilerince mümkün değildir. Sanıkların bu ve benzeri olaylar karşısında, sergiledikleri tutumlar, yaptıkları savunmalar inandırıcı olmaktan çok uzaktır. Toplumumuz ve devletimiz bu çetesel faaliyetlerden o kadar derinden etkilenmiştir ki, yıllarca sanıkların çetesel faaliyetleri kamuoyunun gündeminden düşmemiş, birçok araştırma ve tartışma konusu yapılmıştır. Bundan sonra da araştırılıp tartışılacaktır. Devlet adına hareket ettikleri yolundaki savunmalarının dosyaya da yansıdığı gibi gerçeklerle alakası yoktur. Oysa çetenin faaliyetlerinden en çok rahatsız olan ve Susurluk'taki kazadan önce ve sonra çetenin ve faaliyetlerinin üzerine giden devletin ilgili kurumlarıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ve Yüce Türk Milleti'nin iç ve dış güvenliğinin katillere, uyuşturucu kaçakçılarına, kumarhane işletmecilerine emanet edilmesi, bunlardan medet umulması, affedilmez, kabul edilemez bir davranıştır. Bu ve bütün benzeri gelişmeler, oluşturulan silahlı teşekkülün tehdit gücünü, bütün Türkiye'de halkımız üzerinde oluşturulan endişenin büyüklüğünü, yapılan eylemlerin, yürütülen faaliyetlerin vahametini ve teşekkülün yukarıdan aşağıya siyasi ve idari bağ ve yönlendirmelerinin ne kadar etkin olduğunu ortaya koymaktadır. Susurluk civarında meydana gelen kazada silahlı teşekkülün bir bölümü su yüzüne çıkmıştır' şeklinde değerlendirmeler yapılarak, 'devlet çıkarları ve devlet sırrı gibi farklı güdülerle faaliyet gösterdiğini savunan bu örgütün, diğer herhangi bir suç örgütü gibi olmadığı, farklı hiyerarşik yaygınlık ve işleyişinin etkinliğini ortaya koyduğu' ifade edilmektedir."
- "Susurluk davası büyük bir öneme sahiptir"
Ergenekon ile Susurluk arasındaki bağlantıya vurgu yapılan kararda, şunlar kaydedildi:
"Ergenekon silahlı terör örgütünün anlaşılması bakımından, Susurluk davası büyük bir öneme sahiptir. Mahkememizin, kamuoyunun ve hatta dosya sanıklarından bir kısmının Türkiye'deki derin yapılanma/gladyo örgütlenmesinin bir birimi olarak kabul ettiği Susurluk Örgütü'nün, dosyamız içeriğiyle ilişkisi ve dosyamız sanıklarıyla yakın, organik ve örgütsel irtibatı olduğu görülmektedir. Öyle ki, Tuncay Güney'in 2001 yılında dosyamız sanıklarıyla da ilgili olan ifadesinin alınmasından sonra dahi, yani henüz bir soruşturma aşamasına bile ayrıntılı olarak başlanmamışken, İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin, Cumhuriyet Savcısı Muzaffer Yalçın'a gönderdiği aynı tarih ve sayılı yazıda, Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'nden gelen yazı ve eklerinin gönderildiği belirtilerek 'İddiaların Susurluk olayı ile ilgili bulunması sebebiyle evveliyatına eklenerek, kanuni gereğinin taktir ve ifası rica olunur' şeklinde bir yazı yazmıştır."
Susurluk ile Ergenekon davasının karşılaştırıldığı kararda, şu değerlendirmelerde bulunuldu:
"Sanıklara örgüt üyeliği yanında, suç içeren eylemleri nedeniyle de isnatta bulunulması, yani eylemlerinde yargılanmasının yapılması, yapılan çok yönlü ve geniş soruşturmalarla nitelik ve nicelik olarak kapsamlı ve hukuki değeri yüksek delillere ulaşılması, aramalarda örgütün yapısı, işleyişi ve felsefesini açıklayan temel ve yan örgüt belgelerinin ele geçmiş olması, ihbar, şikayet, teknik takip, fiziki takip, ev veya iş yeri araması, el koyma işlemi, iletişim tespit tutanakları ile birbirini tamamlayan ve doğrulayan çeşitli delillerin ele geçmesi, vahim sayı ve nitelikte mühimmat bulunması, kişisel veri kayıtları, istihbari içerikli yazılar, devletin muhtelif kurumlarına ait devletin iç ve dış siyasi menfaatlerini ilgilendiren devlet sırrı niteliğinde çok sayıda gizli belgelerin elde edilmesi, kesintisiz bir yargılama faaliyetinin sürdürülmesi ve bu yargılama sırasında da iddianamede anlatılan olaylarla ilgili yeni bazı önemli delillerin ortaya çıkması, dinlenen birçok açık ve gizli tanığın gerek örgütün varlığı ve gerekse sanıkların örgütsel ilişkisi hakkındaki ayrıntılı beyanda bulunması' gibi birçok özelliği nedeniyle Ergenekon davasının derin devlet yapılanmasını açığa çıkarması bakımından Susurluk Davası'na göre çok üstün bir yeri olduğu, sübut deliller bakımından Susurluk Davası'ndaki delillerin çok üzerinde delilleri barındırdığı görülecektir. Yani Susurluk Davası için yukarıda açıklanan fiili imkansızlık, bu dava için büyük ölçüde söz konusu olmamıştır."
- "Ergenekon her kesimden insanları bir araya getirdi"
Gerekçeli kararda, Ergenekon'un her kesimden ve görüşten insanları bir araya getirdiği, sanıkların toplumda algılanan farklı durumlarının aksine, aynı örgüt içinde birlikte hareket ettikleri, Doğu Perinçek ve çevresinin "Susurluk kazası" sonrası, özellikle o davada yargılanan sanıklara karşı aleyhteki tutumları ile bunun nedeninin iyi irdelenmesi, yayınlarında ve düzenlenen konferanslarda Ergenekon isminin niçin gündeme getirilip vurgulandığının tartışılması gerektiği vurgulanarak, "Perinçek ve grubunun, Susurluk sanıklarıyla ve/veya Susurluk sanıklarıyla irtibatlı olan Ergenekon sanıklarıyla geçmişteki ve halen mevcut irtibatlarının nasıl ve ne şekilde olduğunun analiz edilerek değerlendirilmesi önemlidir" ifadesi kullanıldı.
"Perinçek ve arkadaşlarına göre, Kontrgerilla/Gladyo/Süper NATO'nun; kendilerini vatansever olarak tanıtan, devletin silahlı birimlerinden ve sivillerden oluşan, hükümetlerin faaliyetlerini engelleyen veya kısıtlayan, katı disiplin kurallarının geçerli olduğu hücre yapılanması şeklinde örgütlenen, sağ ve sol fraksiyonlar içinde üyeleri bulunan bir örgüt" olduğu anlatılan kararda, aynı şekilde "Ergenekon/Derin Devlet örgütlenmesi"nin de benzer özelliklere sahip olduğu vurgulandı.
Gerekçeli karara, şöyle devam edildi:
"Yani kavramsal olarak aynı örgüt yargılanmaktadır. Ancak sanık Doğu Perinçek ve grubunun, Susurluk kazasından sonra hakkında birçok yazı yazıp, etkinlik düzenledikleri ve 'bir bilen olarak tek otoritenin kendileri olduğu' yönünde algı oluşturarak devamlı gündemde tuttukları, 'Derin Devlet/Kontrgerilla/Ergenekon' yapılanması, geçmişte soruşturul(a)mamış, yargılan(a)mamış, üyeleri olarak ismi geçenler hakkında herhangi bir idari soruşturma dahi açıl(a)mamıştır. Buna karşın bu davada ise derin devlet hakkında geçmişten beri süregelen iddialar, ilk kez yargılamaya konu yapılmıştır. 1997'den itibaren, sanık Erol Mütercimler'in Kemal Kayacan ve Memduh Ünlütürk'ten naklen anlattığı, ismi ve bir kısım eylemleri somut olarak gündeme getirilen Ergenekon terör örgütü ile ilgili ciddi iddialar hakkında, devletin hiçbir kurumunda adli ve idari tahkikat yapılamadığı, soruşturma ve kovuşturma aşamasında resmi kurumlardan gönderilen yazılardan anlaşılmıştır. Devamlı olarak Susurluk, Gladyo, Derin Devlet gibi konuları gündemde tutan sanık Doğu Perinçek ve grubunun, dosyamız sanığı olan ve aynı zamanda benzer iddialarla Susurluk Davası'nda yargılanan bazı sanıkların yer aldığı yeni bir soruşturmayı-hayatın olağan akışına uygun olarak- desteklemesi, hiç değilse engelleyici durumda olmaması gerekirdi. Aynı şekilde TBMM Susurluk Komisyonu'nda derin yapılanmalarla ilişkili oldukları yönünde tespitler yapılan bir kısım kişilerin ilişkili olduğu anlaşılan sanıklarla ilgili yapılan bu soruşturmanın savunulması normal şartlarda beklenirdi. Ancak bu olmadığı gibi, haklarında 'Derin Devlet Çetesi-Gladyo mensubu' diye yayınlar yapılan İbrahim Şahin gibi kişiler ile sanık Doğu Perinçek ve grubunun izahı yapılamayan yakın ilişkiler içinde olduğu, Susurluk Davası'nda yargılanan veya adı geçen kişilerden Abdullah Çatlı, Korkut Eken, Ali Yasak, Hüseyin Kocadağ, Sami Hoştan, Mahmut Yıldırım (Yeşil), Hüseyin Pepekal, Ziya Bandırmalıoğlu, gibi bir kısım kişilerin dava sanıkları ile irtibatlarının sanık Doğu Perinçek tarafından hiçbir aşamada dile getirilmediği ve gözardı edildiği görülmüştür. Ayrıca buna ek olarak davadaki tüm sanıkların suçsuz olduğu ve yurtsever olmaları nedeniyle yargılandıkları savunulabilmiştir. Bu durum örgüt davalarında sıkça rastlanan örgütsel bir tavırdır."
- "Başarılı bir psikolojik harekat takip edildi"
Daha önce ismi duyulmayan Ergenekon'un, Susurluk kazasından sonra açık olarak kamuoyunda seslendirilmeye başlandığı ifade edilen kararda, "Ergenekon terör örgütünün 'Psikolojik Propaganda Teknikleri'ni en iyi kullanan yöneticilerinden biri olan Doğu Perinçek, Susurluk kazasından sonra, örgüt işleyişine paralel olarak iki önemli strateji uygulamıştır. Bunlar; öncelikle, mevcut Susurluk dosyası sanıklarını en keskin bir biçimde ötekileştirip, derin devlet algısının sadece bunlara özgü olduğu düşüncesini yerleştirmek suretiyle hedef saptırmak, ikinci olarak ise o dönemde gündeme oturan derin devlet/kontrgerilla yapılanması ile ilgili haberleri bir bilen olarak kontrol ederek, Ergenekon isminden azami düzeyde bir yarar sağlamaktır. Ergenekon terör örgütünün bu iki temel harekat tarzını başarıyla uyguladığı anlaşılmıştır" değerlendirmesi yapıldı.
Ergenekon'un en iyi gerçekleştirdiği eylemler arasında "psikolojik harp"in önemli bir yeri olduğu anlatılan kararda, Susurluk kazası sonrasında "kamuoyunda oluşan derin yapılanmaların ortaya çıkarılması yönündeki yoğun baskının önünün alınması, konunun saptırılması ve derin devlet yapılanmasının üzerine gidenlerin korkutulup sindirilmesi bakımından başarılı bir psikolojik harekat takip edildiği" savunuldu.
Kararda, mahkeme tarafından Genelkurmay Başkanlığı'na müzekkere yazılarak, "1990'lı yıllarda Erol Mütercimler tarafından gündeme getirilen, Can Dündar ve Celal Kazdağlı'nın yazdığı kitaba konu olan, Aydınlık Dergisi'nin bazı sayılarında yer verilen ve sair köşe yazarlarının yazılarında geçen Türk Silahlı Kuvvetleri içinde olduğu belirtilen Ergenekon adlı yapılanma hakkında, bu yayınlardan ve tespitlerden dolayı, gerek o tarihlerde gerekse daha sonra herhangi bir tahkikatın yapılıp yapılmadığının, yapılmış ise sonucunun bildirilmesinin istenilmesine" karar verildiği hatırlatıldı.
- "Susurluk Çetesi, Ergenekon Terör Örgütü'nün bir hücresidir"
Genelkurmay Başkanlığı tarafından 18 Kasım 2011 tarihinde mahkemeye cevap verildiği belirtilen kararda, cevapta "Genelkurmay Adli Müşavirliği ve Genelkurmay Askeri Savcılığı kayıtlarında yapılan araştırma ve incelemeler sonucunda ilgi yazıya konu olay ve kişiler ile ilgili herhangi bir soruşturmanın yapılmadığı" yönünde bilgi verildiği aktarıldı.
Kararda, şunlar kaydedildi:
"Kurum ve mensuplarıyla alakalı en küçük isnatları dahi araştıran ve soruşturan, yapısı gereği buna yapması da gayet doğal olan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, üst düzey generallerin ağzından anlatılan ve ordu içindeki hiyerarşik yapı dışında illegal olarak örgütlenip, icraatlar yaptığı belirtilen bir yapı hakkında herhangi bir işlem yap(a)mamasının bir izahı olamaz. Bu durum Ergenekon terör örgütünün gücünü ve kendisiyle ilgili mensupları tarafından yapılan propagandanın ne kadar etkili olduğunu göstermesi bakımından dikkat çekici bir örnektir."
Susurluk kazasından sonraki adli ve sair resmi süreçlerin başlamasıyla faili meçhul olaylar ve cinayetlerin birden bire durduğunun altı çizilen kararda, şunlar aktarıldı:
"Kazadan sonra TBMM bünyesinde yargısal bir gücü olmayan Susurluk Araştırma Komisyonu'nun kurulup çalışması bile, derin devlet/kontrgerilla faaliyetlerini sekteye uğratmıştır. Ancak arkasındaki toplum desteğine rağmen kazadan sonra ortaya çıkan Susurluk Çetesi'nin tam olarak çözümü yapılamamış, raporda değinilen birçok faili meçhul cinayetler ve yasadışı olayın üzerine gidilememiş, Veli Küçük gibi bazı isimler ile ilgili yapılan şikayetler sonuçsuz kalmıştır. Bu da örgütün devlet kurumları içindeki derinlik, etkinlik ve sindiriciliğini ortaya koyan bir durumdur. Dosyamızda bulunan 1999 tarihli 'Ergenekon'un Reorganizesi' kapsamında kaleme alınmış örgüt belgelerinden, Susurluk kazası sonrası süreçte Ergenekon terör örgütünün önce bir müddet faaliyetlerini dondurduğu ve daha sonra ise yeniden organize olma sürecine girdiği anlaşılmaktadır. Susurluk Çetesi ve benzeri oluşumların en kapsamlı olarak ele alındığı TBMM Susurluk Araştırma Komisyonu Raporu'nun genel değerlendirme kısmında yapılan belirlemelerin, Ergenekon terör örgütü soruşturması iddianamelerinde anlatılanlarla örtüştüğü görülmektedir. Bu değerlendirme kısmındaki 'terör ve mafya çeteleriyle olan ilişkiler, uyuşturucu kaçakçıları ile ilişkiler, illegal silahlar ve bombalar, toplumsal kaosa yönelik cinayetler, resmi bağlantılar, sözde devlet adına, terörle mücadele adına yürütülen illegal faaliyetler' gibi konular mahkememizin baktığı davanın doğrudan konusu olmuştur."
- "Susurluk, davanın anlaşılması açısından önemli bir işaret taşı"
Kararda, "Sanıkların olabildiğince gündeme getirmekten kaçındıkları, gündeme geldiğinde de eskiden yaptıkları değerlendirmeleri adeta unuttukları Susurluk olayı, bu davanın anlaşılması bakımından önemli bir işaret taşıdır. Susurluk Çetesi, Ergenekon terör örgütünün bir hücresidir. Bu çete ile ilgili olarak yapılan yargılama ve hazırlanan resmi raporlarda ulaşılan birçok sonuç, doğrudan Ergenekon terör örgütünü göstermektedir" değerlendirmesinde bulunuldu.
(Sürecek)